Hristofyas’tan Asil Nadir’e ‘o başka bu başka’nın öyküsü!
Kıbrıs’ta gelmiş geçmiş en güvendiğin siyasetçi kimdir?
Bu soru bana sorulsa, tereddütsüz söyleyeceğim ilk isim Dimitris Hristofyas olurdu...
Vaaaay Rumcu hain vaaay!
Aynen öyle!
Keyfim bilir!
Ve keyfim, bana bunu söylüyor...
-*-*-
Neden mi?
Abi toprağı bol olsun, yoldaş Dimitris dangalak seviyesinde dürüsttü...
Çok fazla söyleşi yaptığım söylenemez ama en az 20 kez sohbet etmişliğim olan biriydi...
Özellikle İngiltere ziyaretleri sırasında, mutlaka görüşürdük...
-*-*-
Bir gün Rumların Londra’daki bir toplantısı sırasında, faşistinden bir Rum’un, “Türk Ordusu’nu ne zaman Kıbrıs’tan kovacağız?” sorusuna verdiği cevap benim için efsaneydi...
Demişti ki, “... Biz bunu yapamayız ama siz Londra’daki milliyetçi Rumlar silahlanıp da Ada’ya gelir ve denerseniz bilemem...”
(Tamamı asker kaçağı sahte milliyetçiler nasıl gelsinler...)
Ve eklemişti; “... Türkiye, 24 saatte Kıbrıs Adası’nın tamamını bombalarıyla nadasa çevirir; sonraki 24 saatte göndereceği işçilerle de tüm Ada’ya patates eker...”
-*-*-
Bu işi savaşla olmaz...
Savaşarak olmaz...
Verdiği mesaj buydu ama örnek çok sevimliydi...
Hala aklıma geldiğinde gülerim!
Çünkü doğrudur!
Türkiye, 9 dakikada tüm Ada’yı bomba maskarasına çevirebilir!
Ve yine doğrudur, gemilere dolduracağı mevsimlik işçileri 6 saatte Ada’ya getirip, 18 saat sonra her tarafa patates eker!
-*-*-
Bir keresinde de müzakereler sırasında, toprak ve mülkiyet konuşulurken, kendisine bir anlamda, “... Kuzey’deki mülklerinizi unutun” şeklinde özetlenebilecek bir laf eden bizim taraftakilere, “... Kuzey’de komünist rejim var da bizim mi haberimiz yok? Mülkiyet hakkı bireyseldir, insanların mülkiyet hakkına müdahale edemezsiniz” endamında bir cevap vermişti...
-*-*-
Haaa Hristofyas, komünistti ama sonuçta elbette bir Kıbrıslı Elen’di...
Ve bunun da bilincindeydi...
-*-*-
Bu meseleye nereden mi girdim?
Konuyu, Asil Nadir’e bağlayacağım...
Asil Nadir’i sevgi ve saygı açısından öz babamdan ayırmam...
Londra’da ve Kıbrıs’ta, çeyrek asırdan uzun süre “Nadir” ailesinin iş yerlerinde çalıştım...
-*-*-
Devlette memur olmak için girdiğim kamu mülakatında ilk soru “annenle babanın oturduğu apartmana İsmail Bozkurt posterini sen mi astın?” sorusuydu!
Çok pis bir cevap vermiştim!
“Anam astı” şeklinde özetleyerek anlatayım!
Ve başka soru almadan, o şerefsiz salondan ayrılmıştım...
Evet, şerefsiz, ısgarta...
Sahte milliyetçilerle dop dolu!
-*-*-
Neyse; garsonluğa devam...
Ama garsonluk da yapamayacağız çünkü Afganlar ve Suriyelilerle dolu ortalık!
Yaaaaa, sizde olunca vay, bizde olunca “o başka bu başka” değil mi?
Irkçılık yapmayalım!
-*-*-
1989’da Kıbrıs gazetesine girdim...
Daha önce de anlatmıştım, rahmetlik spor şefimiz Omaç Başat beni işe almıştı...
Garsonluk yaptığım restorana gelmişlerdi...
Omaç abi voleybol ve basketbol hakemiydi, Yüzme Federasyonu Başkanı’ydı ve her üçünden dolayı tanıyordu beni... “Bir fotoğrafımızı çek lütfen” demiş, küçük makinesini vermişti...
“Yarın gel konuşalım”la başlayan “gazetecilik”, bugün bu satırlarda ve Sim Tv ekranlarında devam ediyor...
-*-*-
Asil Nadir mi?
Asil Nadir, Hristofyas’ın tersi siyasi düşüncedeydi...
Kapitalist...
(Bu yüzden Hristofyas örneğini verdim... Kıbrıs sevgileri aynı iki farklı kutup...)
-*-*-
Evet, her şeyden önce “şirketlerinin kârı önemli”...
Ama en az Hristofyas kadar, hatta O’ndan çok daha fazla Kıbrıslı’ydı...
Ve tabii ki Hristofyas’ın tersine, Kıbrıslı Türk’tü...
-*-*-
Ve hayatındaki belki de en büyük yanlışı, “Kıbrıslı Türklüğünü sat” dediklerinde satmamak oldu!
Çok ciddi bir megalomani yapacağım ama bu konuyu benden daha yakın kimse bilemez; isteseydi, kendisine önerilenleri kabul etseydi, yani Kıbrıslı Türkleri “miktir etseydi”, belki de şu anda Elon Musk’larla aynı ligde top oynuyordu...
-*-*-
Çok iyi bir evrensel kapitalist olarak tek amacı kâr etmek olsaydı, bugün hala KIBRIS Gazetesi de O’nundu...
Satmazdı...
Gerek olmazdı...
-*-*-
Sonuç mu?
KIBRIS Gazetesi, benim gibi onlarca, hatta yüzlerce insana okul oldu, iş oldu, aş oldu...
En başa Asil Nadir, kızkardeşi Bilge Nevzat, merhum Safiye Nadir ve tabii ki efsane genel yayın yönetmenimiz Merhum Mehmet Ali Akpınar’ın isimlerini yazarım...
Asil bey ve Bilge hanıma sevgilerimi, saygılarımı; Safiye hanım ve Mehmet Ali beye rahmet dileklerimi sunarım...
-*-*-
KIBRIS Gazetesi ya da KIBRIS Medya Grubu Afganlara, pardon Suriyelilere... Amaaaaan değil canım; Türkiyeli iş insanlarına satıldı...
(O başka bu başka değil mi üstün zekalı faşist kardeşler?)
-*-*-
KIBRIS Gazetesi, sevabıyla, günahıyla, Asil Nadir’in bir çok seçime müdahalesiyle de olsa 33 yıl sonunda artık meftadır...
Günahlarını da sevaplarını da sıralayabilirsiniz...
Ama artık bitmiştir...
Haaa adı aynı kalabilir...
Ama Kıbrıs’ı çok seven, Kıbrıs Adası ve Kıbrıs Türk toplumu için Dünya devlerine rest çeken, elbette asla Türkiye ile de düşman olmak gibi bir hedefi hiç olmayan Asil Nadir artık orada değildir...
Ve biliyorum, hiç beğenmeyeceksiniz ama bu gazetenin Asil Nadir’e ait olmaması demek, işgalin – işgalcinin mutlak anlamıyla emrine girmiş olması demektir.
Ve bu bir projedir.
Hem de basit bir proje değildir...
-*-*-
Hemen kızmayın canlarım benim; sorum şudur:
Hürriyet gazetesini Beşer Esad’ın yakını mesela Rami Makhluf satın alsaydı, bana kızanlar, hatta sövenler, “o başka bu başka” der miydi?
Derdi tabii ki!
Hep diyorlar zaten...
-*-*-
Milli dava mı?
Bilemiyorum...
Milli dava, TMT Yemini’ne kadar girebilmiş “Kıbrıs Türk toplumunun varlığı”ysaydı, işte o dava gayrı “DÜŞMÜŞTÜR”...
Asil Nadir... Sene 1991... Londra’da Bow Street mahkemesi çıkışı... (Fotoğraf: The Times)