Hukuk Devleti mi, Rant - Peşkeş - Yolsuzluk Sistemi mi?
Hukuk, toplumsal yaşamı düzenleyen, devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünüdür. Çağdaş ve demokratik bir devlet olabilmenin birinci şartı, insan hak özgürlüklerini de gözeterek oluşturulan mevzuata uygun hareket etmektir. Bu sorumluluk, hem toplumun hem de yöneticilerin omuzlarındadır.
Keyfi uygulamalar, kişiye göre veya belli bir gruba mensubiyet üzerinden şekillendirilen icraatlar hukuk devleti ile bağdaşmaz. Hukuk değil de guguk varsa, bazı bireyler zenginleşirken toplumun geri kalanı yoksullaşır. Oysa korunması ve güçlendirilmesi gereken toplumsal faydadır.
***
2013 yılında mevzuata dahil edilen İyi İdare Yasası, bir idari makamın, idari işlem ve eylem ortaya koyarken ne şekilde hareket etmesi gerektiğini söyler. Buna göre idare özetle; anayasa ve yasalara uygun faaliyette bulunmalı, yetkilerini kamu yararı amacına uygun kullanmalı, keyfi karar almamalı, kamu hizmetini gerçekleştirirken ayrımcılık yapmamalı ve herkese eşit mesafede durmalı, kişisel çıkarlardan bağımsız olarak tarafsız şekilde hareket etmelidir.
Bu yasal çerçeveden bakıldığı zaman, idare koltuğunda oturan UBP – DP – YDP hükümetinin attığı hiçbir adım hukuk devleti ile bağdaştırılamaz. Meseleyi çok geniş tutup kaybolmamak adına somut bir olay üzerinden devam edeceğim.
***
Yaklaşık 3 yıldır yasal süreci devam eden ve geçen hafta Mahkeme önünde KKTC – TC bayraklarının kullanıldığı bir eylemle gündeme gelen meseleye daha yakından bakalım. Davada henüz hüküm verilmediği için içeriğe girmek istemiyorum. Ama konuya dair şaibeler bu kadar açıkça ortaya çıkmışken ve süreç, LAÇ belediye başkanı tarafından manipüle edilerek kafa karışıklığı yaratılmaya çalışılırken susmak olmaz. En azından kesinleşen ara emri ve tarafların duruşları ile alakalı birkaç kelam etmek gerekir.
Hükümet ve LAÇ Belediyesi tarafından, ‘Lapta Marina Projesi’ olarak kamuya servis edilen ama aslında ‘otel – casino – marina ihalesi’ icraatına bir de hukuken bakmakta yarar var.
Pandemi dönemine damgasını vuran ve sonrasında titizlikle örtbas edilen 'JET Skandalı' ile doğrudan bağlantılı olan 'peşkeş ihalesi süreci', adeta bir oya gibi ince ince işlenerek yürütüldü. Başından itibaren hedefe ulaşmak için her türlü hukuksuzluğu göze alan Lapta Belediyesi’ne karşı son olarak, çevre hakkının korunması için yıllardır bıkıp usanmadan mücadele veren Yeşil Barış Hareketi (YBH), Yüksek İdare Mahkemesi’nde dava açıp ara emri aldı.
Dava temelde; kararın seçim yatırımı maksatlı olduğuna, ihale konusu parsellerin sahil şeridinde olması - konu yere en az 100, en fazla 400 yat kapasiteli marina ve en az 4 yıldızlı otel yapılacağının ihtilafsız olduğu sebebiyle çevrenin ve doğanın tahrip edilmesine sebep olacağına ve Kamu İhale Yasası (KİY) ile İyi İdare Yasası’na aykırı hareket edilmesine dayanıyor.
Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu Yok
KİY’e göre, bu gibi idari işlemlerde 6. (7) maddesine göre ÇED Raporu olumlu belgesi olmadan ihaleye çıkılamamakta, 26., 28. maddelerine göre ise ihale dökümanlarının ve şartname içeriklerinin de öngörülen koşulları içermesi gerekmektedir. Lapta’daki ihaleye çıkma kararı, yasal çerçeveye göre değerlendirilince (ki davalı belediye de ÇED Raporu olmadığını kabul ediyor), hukuka aykırı olduğu iddiasını haklı gösteren belirtilerin mevcudiyeti sebebiyle, Mahkeme’nin ara emrine takıldı ve süreç dava neticesine kadar durduruldu.
Davanın son celsesine damgasını vuran ve aslında konuyu daha berrak bir şekilde açıklığa kavuşturacak cümle, Merkezi İhale Komisyonu eski Başkanı şimdiki Başbakanlık Denetleme Kurulu Başkanı Halil Talaykurt’un tanıklığı ile ortaya çıktı. Talaykurt belediye lehine tanık olarak çıktığı Mahkeme kürsüsünde; devletin tüm ihalelere projesiz ve ÇED raporsuz çıktığını, bu ülkede işlerin böyle yürütüldüğünü söyledi. Yani devleti idare edenlerin, yasalara aykırı davrandığını adeta normalleştirip meşrulaştırdı.
Halil Talaykurt kimdir ve Ünal Üstel ile arasındaki ilişki ve bağlantı nedir? Ben daha fazla yorum yapmayım, siz hakkında ufak bir internet taraması yapın. Söz konusu tanıklığı bir de o gözle değerlendirin. Kanımca konu o zaman daha da berraklaşacaktır.
‘Katılım İlkesi’nin İhlâl Edildiği İddia Ediliyor
Davada ileri sürülen iddialardan biri de danışma toplantısının usulüne uygun yapılmadığıdır. İyi İdare Yasası’nın ‘Katılım İlkesi’ yan başlıklı 11. (2) maddesine göre: ‘Çevre ve imarla ilgili konularda, ilgili bölgede ikamet eden özel kişilerin tamamına açık danışma toplantıları düzenlenmeden idari işlem yapılamaz’. Teslim edersiniz ki, ‘otel – casino – marina ihalesi’ çevre ve imarla birebir bağlantılıdır.
Mahkeme ara emri maksatları bakımından, ilk etapta katılım ilkesi hususunda YBH’yı haklı bulur. Çünkü bir proje olmadığı ya da idarenin ne yapacağına dair net bir planın bulunmadığı durumlarda düzenlenen danışma toplantısının, bu ilkenin uygulamaya konulması açısından fazla bir fayda sağlamayacağı açıktır. Ayrıca emirde, bölgedeki kişilerin bu şekilde düzenlenen bir toplantıya davet edilmesi ya da katılım göstermelerinin, durumu değiştirecek nitelikte olmadığı da ayrıca belirtildi.
***
3 Mart’a kadar tarafların hitaplarını sunacağı ve sonrasında nihai kararın verileceği dava, hem hukuk devleti hem de çevre mücadelesi açısından büyük bir öneme sahiptir. Takip edebildiğim kadarıyla, iddiaların aksine, ne YBH ne de bu konuya dair sıkıntıları dile getiren kesimler yatırım düşmanıdır.
Aksine ülkenin gerçek ihtiyaçları çerçevesinde, mevzuatın belirlediği kurallara uygun, çevre ile uyumlu ve sürdürülebilir bir şekilde atılacak her türlü adımda da katkı koymaya hazır olduklarını defalarca dile getirmişlerdir. Ama mesele başkadır hatta bambaşkadır. ‘Otel – casino – marina ihalesi’ sadece bir örnektir; ekonomiden sosyal haklara kadar her alanda uygulanan yönetim anlayışı, hukuk kurallarına değil, peşkeşe, ranta ve yolsuzluk ağlarına dayanmaktadır. Maruz kaldığımız gerçeklik budur.