1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. “Hükümet adım atmazsa, niyeti özelleştirmedir”
“Hükümet adım atmazsa, niyeti özelleştirmedir”

“Hükümet adım atmazsa, niyeti özelleştirmedir”

DAÜ’nün mali sıkıntıdan kurtulması için hükümetin rekabette eşit koşulları sağlaması gerektiğini vurgulayan DAÜ-SEN Başkanı, “Sendika olarak üzerimize düşen sorumluluğu biliyoruz. Dört yıllık programda iç borçlanmaya katkı koyarız, kitleyi de ikna ederiz”

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

DAÜ-SEN Başkanı Ercan Hoşkara, DAÜ’nün mali sıkıntıdan kurtulması için hükümetin rekabette eşit koşulları sağlaması gerektiğini vurguladı.

“Rekabette eşit koşullar sunulmazsa, biz ne yaparsak yapalım, günün sonunda bu kurum özelleşir. Hükümet gerekli adımları atmazsa, niyetleri bu kurumu özelleştirmektir” diyen Hoşkara, “Özelleştirme niyetiniz yoksa, devlet olarak bize rekabet etme koşullarını sağlayın, DAÜ’yü ezdirmeyin. Yükseköğretimde kaliteyi koruyabilmek için bir devlet üniversitesine ihtiyaç var, devlet hastanesine, devlet lisesine, devlet ilkokuluna ihtiyaç olduğu gibi...” diye konuştu.

Özelleştirmelerin önüne geçmek için kamu kuruluşlarının ciddi yönetilmesi gerektiğini de belirten Hoşkara, “Ciddi yönetmezsek ve kamu kuruluşları sürekli açık verirse onları kurtaramayız. Ama hükümetin perde arkasında bir özelleştirme niyeti olmaması lazım” dedi.

“DAÜ’nün bu noktaya gelişinin iki temel nedeni var, dışsal ve içsel nedenler...”

Soru: DAÜ’nün mali sıkıntılar yaşadığı zaman zaman konuşuldu. Son dönemde bu durum daha görünür hale geldi. DAÜ bu noktaya nasıl geldi?

Hoşkara: DAÜ’nün bu noktaya gelişinin iki temel nedeni var, dışsal ve içsel nedenler… Dışsal nedenler, Kuzey Kıbrıs’taki yüksek öğretim sektöründeki gelişmelerdir. Çok sayıda üniversite açılıyor, öğrenci harçları aşağıya çekilerek, diğer üniversitelerin öğrencileri alınmaya çalışılıyor.

Oluşan öğrenci profili de, “daha kolaya, daha ucuza gitme” eğiliminde… 90larda Türkiye’den gelen öğrencilerin ödediği ortalama harç, DAÜ’de 3000 dolarken, şimdi çoğu öğrenci burslu olduğu için, bu rakam bugün ortalama 1000 dolara düştü. Dolayısıyla, Türkiye’den aldığımız öğrenci sayısı artsa bile, gelir artmıyor.

Bu ülkede, merkezi giriş sınavı yapamadık. Bu ülkede, üniversiteleri kaliteye göre sıralayamadık. Devlet ve YÖDAK, velilere ve öğrencilere hangi üniversitenin ne durumda olduğuna dair güvenilir bilgi veremiyor. Kalitenin anlamı kayboldu. Normalde, aileler sıralamalara bakar, bu da bir tercih nedenidir. Bazen de, çocuğu daha iyi bir üniversiteye gitsin diye, daha fazla harç vermeyi göze alır. Çünkü kalitenin bir karşılığı vardır. Bu durumda ülkede,  DAÜ’nün kalitesinin karşılığını bulabileceği bir yükseköğretim ortamı gelişmedi. Tamamen denetimsiz, çok serbest piyasa koşullarında yüksek öğretim var.

“Kitle turizmi mantığı”

Soru: Yöneticiler genelde ülkedeki öğrenci sayısıyla övünüyor...

Hoşkara: Tamamen kitle turizmi mantığı... Turist getirir gibi, “turist gelsin, yemek yesin, aktiviteye katılsın, alışveriş yapsın ve para kazanalım” yaklaşımı ile yükseköğretimde de “öğrenci gelsin, yurtta kalsın, kafeteryaya gitsin ve parayı buradan kazanalım” gibi bir anlayış var. DAÜ böyle bir olanağa sahip değil. DAÜ, siyasetin de yönlendirmeleriyle, yurtları yap-işlet-devret yöntemiyle özelleştirilmiş, kafeteryaları özelleştirilmiş bir yer, dolayısıyla DAÜ, bu anlamda da gelir elde edebilen bir yapıda değil.

Dışsal nedenlerden biri de DAÜ’nün her şeyini beyan eden bir kurum olarak her şeyinin kayıt altında olması. Dolayısıyla, gerçek maaş üzerinden ihtiyat sandığı, sigorta yatırımı yapmak zorunda, tabi bu özlük hakları açısından DAÜ’yü çalışanlar için değerli bir yer yapıyor. DAÜ vergi beyannamesini bunun üzerinden yapmak zorunda. Bu durum, mevcut koşullarda, DAÜ  için rekabet edebilmede dezavantaj haline dönüştü.

Diğer bir unsur da, DAÜ’den 60 yaşında emekli olan öğretim üyelerinin, diğer özel üniversitelerde daha makul ücretlere çalışabiliyorken, bunu DAÜ’de yapamamaları. Bu da, rekabet edebilmede ciddi anlamda dezavantaj. Bir taraftan gelirler piyasa koşullarından dolayı düşüyor, diğer taraftan DAÜ her şeyi beyan ettiği için giderleri yüksek oluyor. Bize yaratılan bu dışsal sıkıntılar yıllardır devam ediyor.

“‘Battı, batıyor” durumu aniden oluşmadı”

İçsel duruma bakarsak, son yaşadığımız krizde, 2019’da, DAÜ’de bir bütçe açığı oluştu. Biz sendika olarak, o zamandan beri gidişatın iyi olmadığını söylüyoruz. Yeni bir durum yok. Şu andaki, “battı, batıyor” durumu aniden oluşmadı. 2019’da bütçe açığı oluştuğunda, sendika “bu bütçe açığı kapatılmalıdır. DAÜ, hem devletten taleplerinin peşinde koşmalı, hem de daha verimli olmalı, tasarruf da yapmalı. Biz bu bütçe açığını taşıyamayacağız, müdahale etmezsek giderek büyüyecek. Çok ciddi bir krize gireceğiz” dedi. Dönemin rektörü de bu eleştirilere tabi oldu, senato mali sorunlardan dolayı olağanüstü toplandı. Bugünkü rektör Aykut Hocanın, o dönemde senato üyesi olarak senatonun toplanmasında öncülük yaptı. O dönemki rektör, görevden alınma ihtimali doğduğu için, istifa etti. Ardından bir vekalet dönemi oldu ve Haziran 2020’de Aykut Hocanın mali sorunları çözme, öğrenci kayıtlarını artırma vaadiyle rektör olarak seçildi. Ama maalesef böyle olmadı. Bütçe açığı, 5 milyon dolardan 30 milyon dolara çıktı.

“Başarısızlığın cezası yok”

Soru: Bir önceki rektör, 2020’de görevden ayrılırken kasada 32 milyon dolar bıraktığını açıklamıştı...

Hoşkara: Ayrılırken kasada para olabilir. Mart’ta rektör ayrıldığında 32 milyon dolar olabilir çünkü bahar dönemi kayıtları vardır ve o dönemde içeride para olur. 2020 Ağustos ayında, yani bütün akademik dönem bittiğinde, ödemeler yapıldığında ve yeni kayıtlar başlamadan önce kasada kalan para 15 milyon dolardı, 32 mliyon dolar değil. Bugün kasada para var mı? Bugün de kasada para var, 9 milyon dolara yakın... Kasadaki para bizi Ağustos sonuna kadar götürecek bir para değil. Üniversitede kayıt dönemlerinde kasaya para girer. Girişlerin olduğu dönemde paranın miktarı artar, Ağustos’ta ve 13’üncü maaşı verdikten sonra Ocak ayında en düşük noktaya ulaşıyor. Geldiğimiz noktada, nakit akışı açısından Temmuz ve Ağustos maaşlarını ödeyemez durumdayız. Rektörlük, maaşları ödeyebilmek için, ihtiyat sandığı ve sigorta yatırımlarını Mart ayından beri  yapmıyor. Bu, her ay 21 milyon TL demek... Üç ay yatırımlar yapılmadığında, aylık 60 milyon TL olan maaş ödemesi yapılabiliyor. Sigortalardaki yatırımlarda aksama olunca, 3’üncü aydan sonra çalışanlar ilaç alırken, rapor alırken, ameliyat olduğunda sorun yaşamaya başlayacak. Bu sürdürülebilecek bir durum değil.

Başarısızlığın da cezası yok, hem başarısız olacaksınız, hem de yerinizi korumaya devam edeceksiniz. “İstifa edeyim, başarısız oldum” ya da “yeniden onay alayım” diyen yok. Mevcut rektöre bunu söyledik, “benim iki yılım daha var” dedi.

“Çavuşoğlu, TİS’de imzası olduğunu da, bütçeye Bakanlar Kurulu’nun onay verdiğini de biliyor”

Soru: Rektörü siz seçtiniz. Bir denetim mekanizması yok mudur? Yanlış atıldığını söylediğiniz adımlarla ilgili seçenlerin hesap sorması açısından...

Hoşkara: Yasaya göre rektörü senato önerir, VYK göreve atar. Senato öneri yapmadan önce, bir teammül oluşturdu, çalışana eğilim yoklaması yaparak tercihini soruyor. Aynı yöntemle rektörün görevden alınması mümkün. Senato önerisiyle, rektör görevden alınabilir, başka birini önerebilir. Bizde denetleme, ÜYK ve senatodadır.

Bütçe konusunda da, rektörün senatodan görüş alması gerekir ancak mevcut rektör bunu almadan, bütçeyi ÜYK’ya götürdü ve bir ret oyuyla bütçe geçti. Sonra VYK bütçeyi onayladı ve Bakanlar Kurulu’na gönderdi. Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu, “TİS imzaladılar, haberimiz yoktu” diyor, bunlara inanmayacaksınız, bu doğru değil. Bunu Çavuşoğlu’nun yüzüne de söyledik. TİS’de imzası olduğunu da, bütçeye Bakanlar Kurulu’nun onay verdiğini de biliyor.

“Birim bütçe, birim kadro”

Soru: Bu durumdan çıkış konusunda önerileriniz neler?

Hoşkara: Biz birim bütçe, birim kadro savunuyoruz. Nerede ne sorunumuz olduğunu tespit edelim, ona göre müdahale edelim. Performans yönetmeliğini savunduk, 2005’ten beri toplu iş sözleşmesinde bu konu var. 2020 ve 2022’de mevcut rektörle de imzaladık, o da bunu devreye koymadı. Performans yönetmeliğini adil olmak için istiyoruz. Herkes minimum kriterlere uysun, önceden unvanı almış kişilerin, bundan sonra yükselecek olanlara daha yüksek kriterler koyup kendilerinin kriterlere uymaması adil bir şey değil. Kriterler yükselmelidir, DAÜ önemli bir üniversitedir, DAÜ’de profesör olmanın, bu özlük haklarına sahip olmanın bir karşılığı olmalıdır. Herkes aldığı maaşın karşılığını vermeli, emek koymalıdır. Çalışanların emeğiyle, çalışmayanları ödeyen bir düzen sürdürülebilir bir düzen değildir.

“Hükümetten talebimiz, bize rekabet edebilme koşullarını sunmasıdır”

DAÜ, mali açıdan da, idari açıdan da özerk, kendi geliriyle giderini karşılayan bir yapıya dönüşmeli. Hükümetten talebimiz, bize rekabet edebilme koşullarını sunmasıdır. Aksi takdirde bunun başarılması mümkün değildir. Bize de, özel üniversitelere verilen koşullar, yasa değişikliğiyle sunulmalıdır. Aynı koşullardan kastımı kısaca açıklamak isterim. 2009’dan önce DAÜ devlet katkısı alan bir üniversiteydi; vergi yükümlülüğü kadar bütçesine devlet katkısı gösterilirdi. Yani aslında, ne 1TL verirdi, ne de 1TL alırdı.

“DAÜ, dört yıllık bir programla kendi yatırımını yapacak noktaya gelebilir”

Yatırım da yapılması lazım. Bir devlet üniversitesinde yatırımı kimin yapması lazım? Devletin. İlkokulda, lisede olduğu gibi... Buradaki bütün yatırımın sahibi devlettir. Tüzükte 35’inci madde, “bütçe açığını devlet karşılar” diyor. Karşılıyor mu? Hayır. Eğer karşılamıyorsa ve karşılayamayacaksa, rekabet edebilme koşullarını düzenlesinler. Biz de yükseköğretime kalite standardı getiren bir devlet üniversitesi olarak faaliyet gösterelim ve kendi gelirimizle giderimizi karşılayacak düzeni kuralım. Vergi yükümlülüğü kadar katkı yapılırsa, DAÜ dört yıllık bir programla kendi yatırımını da yapacak bir noktaya gelebilir.

“‘Sorun hayat pahalılığıdır” derseniz, sorunu anlamadınız demektir”

Soru: DAÜ’nün bu noktaya gelmesindeki nedenleri sıraladınız ancak VYK Başkanı Özcenk, personele verilen hayat pahalılığının üniversiteyi krize soktuğunu söylüyor. Sorunun nedeniyle ilgili görüş birliği yok...

Hoşkara: Maalesef bu tespiti yapan rektördü, sonra bu tespite VYK başkanı da dahil oldu. Bize göre, bu tespit, sorunun temeli haline dönüşüyor.

2019’dan beri, oluşan bütçe açığı giderek büyüdü. Pandemiden dolayı giderler azaldı, sorumluluk pandemiye yüklendi. 2019’da eksi 30 olan bütçe açığının, 2020’de eksi 70 olması tolere edildi. Sonra döviz krizi oldu ve bütçe açığı eksi 85’de kaldı. Döviz krizi olduğunda üniversitenin maaş giderleri azaldı, bunun geçici bir durum olduğunu biliriz. Çünkü bir kriz yaşanırsa ve döviz yükselirse, bu hayat pahalılığına yansıyacak ve alım gücünü dengeleyebilmek için bütün kamu görevlilerine verildiği gibi ve aslında bütün piyasada olması gerektiği gibi, hayat pahalılığı maaşlara yansıtılacak. Eğer “sorun hayat pahalılığıdır” derseniz, sorunu anlamadınız demektir.

“Kuzey Kıbrıs coğrafyası ve Türkiye, ekonomik olarak dalgalı bir denizdir”

Üniversite verimli yönetilmiyor, birim bütçe-birim kadroya göre yönetilmesi gerekir. Ciddi bütçe açığı olan birimlerin performansını arttırması gerekiyor. Şu anda hiçbir birim kendi açığının ne kadar olduğunu bilmiyor. Böyle bir yönetim anlayışıyla sorun çözebilmek mümkün değil, ancak sorunları halının altına itebilirsiniz. Sorunun hayat pahalılığından kaynaklandığını söylemek de, bunu yapmaktır. İki dönem hayat pağalılığı vermediğinizde. emeği ucuzlatıyorsunuz. VYK ve rektörlük kötü yönetimini gizleyebilmek için hayat pahalılığını sorun olarak göstermeye çalışıyor. Bunu gizleyerek sorunu çözemeyiz. Ortak noktaya varmamızın nedeni de, rektörlüğün ve VYK’nin sorunu sadece hayat pahalılığı olarak görmesidir. Yüksek enflasyon dönemi ekonomide dalgalanma yaratır, inişler ve çıkışlar olur. Eğer yüksek enflasyon dönemi, inişli çıkışlı bir dönem yaşayacaksak üniversitenin durumunu güçlendirmemiz lazım. Bu ülkedeki dalgalanmalar bitmeyecek. Yönetimlerin bunu anlaması lazım. Kuzey Kıbrıs coğrafyası ve Türkiye, ekonomik olarak dalgalı bir denizdir. Dalgalara direnecek güçlü bir yapı oluşturmanız gerekir. Bu da, hayat pahalılığıyla ilgili bir sorun değil. DAÜ’nün bugün sıkıntı yaşaması, kurumsal yapıyı oluşturamamasından kaynaklanıyor. Biz bu dalgaya dayanamıyoruz. Giderler azalırken, döviz yükselirken tedbir almamız gerekirdi. İyi zamanlarda tedbir almadığımız için, dalga geldiği zaman yani hayat pahalılığı geldiği zaman hayat pahalılığını sorun görüyoruz. Halbuki döviz yükseldiğinde, altı ay, bir yıl sonra onun dalgasının geleceğini iyi yönetici bilir. Eğer hayat pahalılığını kaldırırsak, ülke fakirleşir, emek kaybeder. Biz, “madem ki bu dalga geldi, boyumuzu aştı ve biz hazır değiliz. Bu dalganın boyunu küçültecek tedbirler alınmasına çalışan katkı koysun. Ama bizi bu dalgalara dayanıklı bir noktaya getirecek, ciddi bir yönetim yapısı istiyoruz. Çünkü sorun oradadır” diyoruz.

“Biz ciddi bir dönüşüm, ciddi bir disiplin, ciddi tasarruf tedbirleri öneriyoruz”

Soru: Temmuz ayında bir tasarruf planının devreye konacağı açıklandı. %40’lık maaş kesintisi de bunun bir parçası... Sendika ve yönetim, ortak bir yol haritası çıkarmak için, bir araya geldiniz mi?

Hoşkara: Geldik ve önerilerimizi paylaştık. Biz ciddi bir dönüşüm, ciddi bir disiplin, ciddi tasarruf tedbirleri öneriyoruz. Rektörlük ise, bu tasarruf ve verimlilik tedbirlerine direnmeyi tercih ediyor.

Rektör 18 aylık bir program gönderdi, %42’yi bulan bir maaş kesintisi söz konusu. Yönetim, “hayat pahalılığını vermeyelim. sorun çözülsün” diyor. İki dönem hayat pahalılığı vermediğinde sorunu çözdüğünü düşünüyor. Biz de, sorunun onunla ilgili olmadığını, sorunun öğrenci sayısındaki azalmadan kaynaklandığını söylüyoruz. 2016’da 8000 olan yabancı öğrenci sayısı, bugün 4 bin. Mevcut rektör göreve geldiğinde 5 bin 800 civarı olan öğrenci sayısı bugün 4 bin ve düşmeye devam ediyor. Rektör, eski teammülleri reddederek, tanıtımdan sorumlu ve mali işlerden sorumlu rektör yardımcısı görevlendirmedi. “Ben ilgileneceğim” dedi ve hem tanıtım, hem de mali işler çöktü. Aralık 2022’de getirdiği bütçenin, yıl sonuna kadar kusursuz işleyeceğini varsaydı ama bütçe Mart ayında çöktü, Temmuz’da maaş ödeyemeyecek noktada olacak. Yabancı öğrenci sayısındaki radikal düşüşü çözmemiz gerekiyor. Ciddi bir tanıtım ofisine ihtiyacımız var.

“Sorunu dört yıllık bir programla kademe kademe çözebiliriz”

Biz rektöre, “bu sorunu çözmek istiyorsan, çözüm paketini anlatacağın yeni bir seçim süreci inşa etmen gerekiyor” dedik. İki yöntem var, ya baskı kurup, sendikaları susturup, zorla maaşlardan kesinti yapılacak, kişisel ve sendikal davalar açılacak, üniversite krize sürüklenecek ya da çalışanın onayını alarak yeni bir sürece girilecek. Bu, üniversiteye yerleştirdiğimiz demokratik kültürü geliştirecek bir şey. Mevcut rektör bunu yapmayı reddediyor, “benim iki yılım daha var” diyor. İki yılım daha var diyor ama pratikte bu iş bitti, ısrar ettikçe güvensizlik artıyor, güvensizlik arttıkça durum yönetilemez hale geliyor. Tanıtım ofisini güçlendirmek zorundayız ve yabancı öğrenci sayısını aşağıya gitmekten durdurup normal koşullara taşımamız gerekir. Bu 18 ayda, 24 ayda çözülebilecek bir sorun değil. Sendika olarak bize göre, bu sorunu dört yıllık bir programla kademe kademe çözebiliriz. Sorunu çözebilmemiz için, öğrenci gelirlerini arttıracak bir performansa ulaşmamız lazım. Bu da yeni yönetime güvenle olacak. Mevcut rektör yeniden güven alabilir, yeni bir güven inşa ederek ve rektör yardımcılarını yeniden organize ederek yola devam edilebilir.

“Ciddi bir mali disipline geçmemiz lazım”

Bununla beraber ciddi bir mali disipline geçmemiz lazım, tasarruf ve verimlilik önerilerimiz var. Birim bütçe- birim kadro ile performans yönetmeliğini devreye koymamız lazım. İki yıl istihdam yapmamamız gerekiyor. İki yıldan sonra, istihdam yapacaksak, birim bütçe ve birim kadrosu olanak veren birimlerde bunu yapmamız lazım. DAÜ’yü ciddi içsel bir yönetime kavuşturmamız gerekiyor. Sendika olarak üzerimize düşen sorumluluğu biliyoruz. Dört yıllık programda iç borçlanmaya katkı koyarız, kitleyi de ikna ederiz. Ama bunun dışında hükümetten somut talebimiz var. Bize rekabette eşit koşullar sağlamalıdır. Rekabette eşit koşullar sunulmazsa, biz ne yaparsak yapalım, günün sonunda bu kurum özelleşir. Hükümet gerekli adımları atmazsa, niyetleri bu kurumu özelleştirmektir. Eğer öyleyse bize bunu peşinen söylesinler. “Hayır, böyle bir niyetimiz yok” diyorlarsa, biz içte maddi özerkliğe hazırız, 4 yıllık programda bunu yaparız. DAÜ, ciddi bütçe açığı olan bir kurumdur ama batmış değildir.

“DAÜ, su almaya başladı”

Soru: DAÜ’yü bu noktaya getiren kimdir?

Hoşkara: DAÜ, su almaya başladı. Deliği kapatmayanlar ve büyümesini seyredenler DAÜ yönetimidir yani temelde rektörlük ve nihayetinde buna göz yuman VYK ve daha da öteye gidersek bütçeye onay veren ÜYK belli oranda sorumludur.

“Yükseköğretimde kaliteyi koruyabilmek için bir devlet üniversitesine ihtiyaç var”

Soru: Yönetim, Temmuz ayında, kesintileri de içeren kendi tedbir paketini uygulamaya koyarsa sendika olarak ne yapacaksınız?

Hoşkara: Sendika çalışanları temsil eden bir yapıdır. Çalışanların hem bireysel sözleşmesi var, hem çalışanlara hakları veren yasal mevzuat var, hem de toplu iş sözleşmesi var. Sendika, toplu sözleşmesi koşullarını korumak için elinden gelen her şeyi yapacak. Çalışanlar da, bireysel sözleşmeleri üzerinden gerekli adımları atacak. Hiç eylem yapmasak bile davalar olacak. Bu, üniversiteyi iyi bir yere götürmez. Onun için, “bu işi krize sürüklemeyin” diyoruz. Gerçekten arka planda özelleştirme niyetiniz varsa, bize ve kamuoyuna bunu samimiyetle söyleyin. Biz doğrudan, onun mücadelesini yapalım. Ama özelleştirme niyetiniz yoksa, devlet olarak bize rekabet etme koşullarını sağlayın, DAÜ’yü ezdirmeyin. Yükseköğretimde kaliteyi koruyabilmek için bir devlet üniversitesine ihtiyaç var, devlet hastanesine, devlet lisesine, devlet ilkokuluna ihtiyaç olduğu gibi...

“Dört yıllık bir programla, onaylayarak büyüttükleri bütçe açığının faturasını biz karşılarız”

Dört yıllık bir programla, onaylayarak büyüttükleri bütçe açığının faturasını biz karşılarız. Bu yapıyı iyi yönetirsek, düzlüğe çıkarız. Zor bir dönem olabilir ama çaresi var. VYK’nın da senatonun da, sürekli büyüyen bütçe açığı, azalan öğrenci sayısına neden olan yönetime “buraya kadar” diyebilmesi lazım. Yapmadıklarımızı yapmamaya devam edersek bir yere varmayız.

Devletin üzerine düşen yükümlülükler var, rekabet edebilme koşulları sağlanmalı. Devlet bunu yaparsa, biz mali olarak özerkliği kabul ediyoruz. 4 yıllık bir programla geliriyle giderini karşılayan bir yapı kurarız. Bu süreçte de iki yıl dış borçlanma olması gerekecek.

Özelleştirmelerin önüne geçmek istiyorsak, kamu kuruluşlarını ciddi yönetmemiz gerekiyor. Ciddi yönetmezsek ve kamu kuruluşları sürekli açık verirse onları kurtaramayız. Ama hükümetin perde arkasında bir özelleştirme niyeti olmaması lazım.

Bu haber toplam 2699 defa okunmuştur