1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Hüseyin Şişman ve kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Hüseyin Şişman ve kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın…”

A+A-

***  Bir zamanlar Lefkoşa…

 

Betül ARSLAN

Ben çocukken annem elimden tutardı ve her Cumartesi günü klasik rutinimizi yerine getirirdik birlikte. Daracık sokakları arkamızda bırakarak bandabuliyaya giderdik. Bu sebepledir ki bandabuliyanın yani Lefkoşa Belediye Pazarı’nın yeri halen farklıdır belleğimde değişen pek çok şeye rağmen.
Daha önce de bu satırlarda paylaşmıştım sizlerle, nereye gideceğini bilmeden Lefkoşa’nın o daracık sokaklarında dolaşmanın beni hem keyiflendirdiğini hem de hüzünlendirdiğini! Sokaklar, çocukluğumun sokakları. Artık çok yaşlansalar da, sıvaları dökülmüş duvarlardaki çatlaklar bizim yaşam izlerimizi bize anlatamasalar da, o halleriyle bile seviyorum ben onları. Aslında duvarlar bekçisidir her birimizin yaşantsının. Her zaman karşılıksız saklarlar bizi. O duvarların içinde nice üzüntü, nice mutluluk gizli kalır yaşayanıyla. Müteessir olursunuz bazı şarkıları dinlediğiniz vakit kendi duvarlarınız içinde. Ve bazı insanlar tıpkı bir kale gibidir dıştan görüntüleri. Dıştan bakınca aman aman ne güçlü ne mağrur ne ketum dersiniz kendi kendinize ama bir kerecik dokunmaya görün, anlarsınız O’nun da saklı kalmış üzüntüleriyle yıkılmaya meyilli bir kale olduğunu. Bu yüzden dokunmazsınız pek fazla acılarına, söz açmazsınız lakırdı etmezsiniz kendisini incitecek konulardan. O anlatır siz dinlersiniz çokca.
İşte öylesine güçlü öylesine mütevazı öylesine bir Kıbrıs beyefendisi yaşadı ve göçtü bu dünyadan sessiz sakin. Kendisiyle en son Ekim 2007 tarihinde karşılaşmış ve tanışmıştım. Bu karşılaşmada bir başka üstat, fotoğraf sanatçımız Ersin Taşer eşlik etmişti bana. Onları, eskileri yenileri konuşurken tatlı tatlı küçük bir kız edasıyla izlemiş ve can kulağıyla dinlemiştim.
Bandabuliyanın hemen yanıbaşında dükkanı vardı Hüseyin Şişman amcanın. 1952 yılından beri orada bakkalık yapıyordu. 1948 yılında Avusturalya’ya gitmiş sonra da dönüp bakkal dükkanını açmış. Bu dükkanda yuva kurmuş, bu dükkanda çoluk çocuk sahibi olmuş ve yine bu dükkanda sevgili eşi Meserret Hanımefendeyi kaybetmiş maalesef. Ve 16 yıl yalnız başına çocuklarına ağırlık etmemek için mücadele vermiş. Konuşmamızda, son günlerde sağlığının kendisini zorladığını söylemişti bizlere. Zorlandığı için de birçok çeşidi azaltmak durumunda kaldığını vurgulamıştı. Aslında O’nun için bakkal da denmezdi, çünkü dükkanında ne ararsanız vardı, yani yok yoktu bir zamanlar. Müşteri, dükkanına “bulmak” için gelirdi. Isladırlar, kemerler, reçbeler, fanuslu lambalar, semerler, fareler için tuzaklar, boyunduruklar, su kabakları, lifler, islimler daha neler neler... Kısaca içinde bulunan eşyalarla o eski zamanların kokusunu yaşatan bir dükkandı aslında, şimdilerde kepenkleri kapalı kalsa da Şişman amcanın dükkanı. Hatta İngiliz döneminde patlayıcı maddeler bile satmış, dükkanının izni varmış çünkü.
Hüseyin amca kattiyen kahveye gitmemiş, sevmemiş oraları. Tembelhane olarak görmüş bu gibi yerleri ömrü boyunca. Bu yüzden dostları, ahbapları, arkadaşları kendisini hep dükkanında ziyaret etmişler. Konuşmuş, dertleşmiş onlarla pek tabii ama sırasında lüzum olursa tazelemiş de kendilerini. Örneğin ısladır satarken; “eğer Karpaz eşekleri için ısladırlarımız geldi dersem Karpazlılar darılacak bana, Mesarya eşekleri deyim Mesaryalılar darılacak, Baf eşekleri için deyim Baflılar bu sefer gızacak bana, ne yapayım, irili ufaklı eşşekler için ısladırlarımız gelmiştir.” diye yazdığını ve bu konunun çeşitli mecmualara da konu olduğunu anlatmıştı bize keyifle.
Dükkanında at resimlerinin de asılı olduğunu görünce, Lefkoşa’nın tanınmış siması Hancı Hasan efendinin kayınpederi olduğunu ve kayınpederinin koşu atları olduğunu anlatmıştı bizlere. Tam 12 tane koşu atı varmış kayınpederinin. 63 hadiselerinde atlar Rum tarafında kalmış tabii. Halbuki o zamanlar bu atlardan bir kayınpederinde, bir Dr. Küçük’te bir de Vudalı Mutallip’in babasında yani Derviş dayıda varmış...Artık duvarlarda bir hatıra olarak kalsalar da, o atların isimlerinin halen hatırında olduğunu da söylemişti bizlere “hatıralar hayal oldu” dercesine gözlerimize bakarak...
Gelmiş geçmiş liderlerin fotoğrafları da dükkanında asılı idi. Denktaş Beyin, Ecevit’in, Dr. Küçük’ün ve Cumhurbaşkanı Talat’ın fotoğlarının dükkanının duvarlarını süslüyor olmasını, bir şeref olarak adletmişti çünkü Hüseyin amca.
“Bakla değil baklava” satmıştı gerçekten nev-i şahsına münhasır Hüseyin amca müşterilerine...Dedesinin adının da Hüseyin olduğunu ve kapının bir ganadının dedesini zor sığdığını anlatan Hüseyin amca, Şişman soy isminin de bundan kaynaklandığını aktarmıştı bizlere. 1940’lı yılların sonunda daha henüz soyadı kanunu geçmeden almış üstelik bu soyadı O. Yani deden miras kalmış kendine. Bunu da tescil ettirmiş ve ailesi Şişman ailesi olarak anılmış hep kendi sayesinde.
Almanya, İngiltere, Avusturalya görmüş Hüseyin amcaya “Bizim memleketimiz hepsinden güzel midir?” diye sorunca, O da “Bizim memleketimiz, hepsinden güzel-di bir zamanlar” demişti bize. Ama şimdilerde değiştiğinden ötürü de üzüntüsünü dile getirmişti, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını vurgulamış, eski saygıyı, hürmeti ve disiplini aradığını söylemişti. “Bazı kişiler bize uymayıyor, gerilik vardır. Onun için o günleri aramaktayım. Ben etişmeyeceğim ama inşallah çocuklarımız olsun etişirsa, bizim gibi nesiller çoğalır. Ben ona inanırım ve dua ederim, yeni nesili inşallah gazanırız” derken gözleri yağmaya hazırdı neredeyse...
16 yıl önce eşini kaybetmişti Hüseyin efendi ve eşi O’na dükkanı kapatmaması için vasiyet etmişti giderken. Kolay mı, tam 40 yıl birlikte çalışmışlardı çünkü. O da eşinin arkasından tam 16 yıl verdiği sözü tutmuştu ve canım dükkanını kapatmamıştı. 3 kez kalp ameliyatı olmuştu, dördüncü ameliyatı ise başarılı geçmesine rağmen neredeyse ölümünde eşlik etmişti kendisine. O; “canlı tarihti” yaptığımız sohbette fotoğraf sanatçısı Ersin Taşer’in söylediği gibi.
Hazırcevap ve esprili kişiliğinin yanında sanki içinde hüzünler biriktirmiş bir beyefendi idi Hüseyin amca. Doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen bir edası vardı. Siyasiler için; “onlar bizi aldatır, onları da başkaları aldatır” derken bile dobra dobraydı. Geçmişin ve bugünün muhasebesini doğru yapıp, ileriyi görebilen bir zat-ı muhteremdi Hüseyin Bey.
Biz orada otururken dostları da gelmişti ziyeretine, alışveriş yapmak isteyeni de. “Ben bugüne kadar yaptım yapacağımı, yapacağım birşey galmadı artık, çalıştım ben çalışacağım gadar. Çocuklarımı çıkardım ben selamete, hiçbir projem de galmadı artık ne yapayım ben bundan böyle. Günnerimi sayarım artık” demişti bize Hüseyin amca. Bir yandan da kahvelerimizi yudumlamamız için bir iskemle çekmişti önümüze. İnşaatla uğraşan Doğancı’dan gelen bir müşterisi 5 adet köpek zili almıştı kendisinden. Onun’la da konuşmuştuk, çocuklarının işsiz olduğunu, gelen-giden siyasilerin aynı kefede olduğunu birşeyciğin değişmediğini söylemişti O da bize. Hüseyin amca da doğruları söylediği için bu müşterisini tebrik etmişti gönülden.
Dedesinden kalma bir çift değnek en az ikiyüz yıllıktı. Kendisi ise 83 yaşında koca bir çınardı yaşını belli etmeyen. Çok renkli bir simaydı O, göçtü gitti. Gitti gitmesine ama arkasında yüzlerce hatıra bıraktı.
Herkes biraz daha yalnız, herkes biraz daha kendi kabuğunda. Bazılarımız bencil ve unutkan. Bazılarımız herşeyi hatırında tutan bir eda içinde ve içimde bir şarkı; “kalmadı tesellisi ne şarkının ne sazın”...
Belediye pazarında söylenen şarkıların da teselli ettiği yok kimseyi, galiba artık müteesir olacağımız şarkılar da söylenmiyor ve çalınmıyor buralarda sahipler gittiğinden ve kepenkler kapalı kaldığından beri... Çünkü vakit o şarkıdaki gibi “çok geçtir”...

 


(FACEBOOK – Betül ARSLAN – 21.7.2013)

Bu yazı toplam 3094 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar