İçime Sinmedi...
İki konu içime hiç sinmedi.
Birincisi “Kadınsız kabine demokrasi ayıbıdır.” söylemi.
İkincisi ise bu kadar üniversitenin olduğu bir ülkede, tıp alanından birinin eğitimin başına getirilmesi.
***
Bazen, bilerek ya da bilmeyerek farklı kavramları bir birinin yerine kullanabiliriz.
Ezberden mi nerdendir; bilemiyorum...
İrili ufaklı söylemlerde sıkca “Kabinede kadın olması/olmaması” ile “toplumsal cinsiyet eşitliği” birbiri ile aynılaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa ikisi bir birinden farklıdır. Aynı anlama gelmez. Yani kabinede bir ya da iki kadın olsaydı demokrasimiz ayıpsız mı olacaktı? Eşitlik mi olacaktı? Demokrasi ya da ayıp sadece kabinede kadınların yer alıp almamasıyla mı ilgilidir.
Sosyal, kültürel... nedenleri göz ardı etmemek gerekmektedir.
Kabineye bir kadın atayın, geride kalan birçok kadın da evde ‘dolma sarmaya’ devam etsin. Ne değişecek ki!? Ne?...
Göstermelik.
Bu hassas konu üzerinden de siyasi rant elde edilmeye çalışılmaması gerekir.
Esas olan kadınların toplumsal yaşamın eğitim, ekonomi, bürokrasi, politik, kültür, sanat... alanlarına katılımlarını engelleyen nedenlerin kaldırılıp atılması, ilerlemelerini ve kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayacak politikaların üretilerek uygulamaya konmasıdır.
Bir örnek; bugün Kıbrıs Türk Tarihi ders kitaplarında başı öne doğru kırk beş derece eğimle erkeğe tepsi içinde kahve sunan kadın resimi bulunmaktadır. Çocuklarımız bunları görerek büyümektedir.
Bir kız çocuğunun önüne devlet eliyle, eğitim aracılığıyla hayatı kırk beş derece eğimle algılayan edilgen kadın prototipleri konursa ve bu durum ev içinde ‘dedesine çorba, babasına kahve yapacak’ değerleriyle destekleniyorsa, o küçük yürek toplumsal yaşama atılma cesaretini nerden bulacak? İdari, karar verici mekanizmalara tırmanma isteğini, gücünü nerde bulacak? Dedesine çorba, babasına, kocasına kahve yapmaktan, evinin hanımı olmaktan başka ne isteyebilecek ki...
Toplumsal ve kültürel değerlerimiz hala ev içi ileri düzenlemeyi ‘görev olarak’ kadına atfetmektedir. Başta eğitim olmak üzere her türlü aygıt kullanılarak bu değerlerin değiştirilmesi, değiştirilemediği yerlerde ise zorlanmalıdır.
Demokrasi ayıbını buralarda aramak gerekir.
Eşitliği buralarda aramak gerekir.
Bir kadının kabinede olması ne demokrasi ayıbını örter, ne de eşitlik getirir. Ne de toplumsal, kültürel gerçekliği değiştirir. Göstermelik olur.
Göstermelik olanı mı isteyeceğiz, yoksa toplumsal cinsiyet eşitsizlişklerinin nedenlerini ortadan kaldırmayı mı?
Esası, nedenleri konuşmak gerekir. Göstermelik olanı konuşmak içime sinmiyor.
***
Övünmemiz tuttuğunda “Üniversiteler adası”, “Eğitim adası”... der; mangalda kül bırakmayız.
Elbette DAÜ, LAÜ, ÜKÜ, YDÜ, GAÜ... birçok üniversitemiz var.
Öğretmen Akademisi var.
Hepsinde de eğitim fakülteleri var. Doktorlar, doçentler, profesörler var. Yurtdışında eğitim alanında çok değerli Kıbrıslı Türk hocalar var.
Var da var...
Ne hikmetse tüm bunlar göz ardı edilerek, uzmanlığı tıp alanında olan biri eğitimin başına getirildi. Toplumun önem verdiği, hassas olduğu bir konuda, üstelik eğitimdeki sorunlar öylesine birikmiş ki okulların yarısı belki öğretmensizlikten, kalan yarısı da belki tadilat nedeniyle eylülde kapılarını çocuklara açamıyacaklar. Eğitime verilen değer bu mu?
Yaptığım, yapacağım eleştiri Dr. Mustafa Arabacıoğlu’nun şahsına yönelik değildir. Ülkemizde eğitim alanında yetişmiş onca akademisyen varken, tıp alanından birinin eğitimin başına getirilmesini içime sindiremediğimdendir.
Alana saygının, yetişmiş insan gücünün verimli kullanılmasının göz ardı edilmesine, prensipler ve ilkelerin alt üst edilmesinedir.
İsyan ettiğim ‘Herkes her işi yapabilir’ anlayışının devletin üst kademesinde de karşılık bulmasıdır.
Demokrat Parti böylesine hassas bir konuda ve dönemde eğitimin başına, eğitim alanından birini koyabilirdi. Neden bunu yapmadı?
Eğitimciler eğitimi yönetemedi da doktorlar mı yönetecek. Öyleyse öğretmenler de sağlığı yönetsin, veterinerler ekonomiyi, ziraatcılar maliyeyi...
Ne olur? Kaos olur...
Çağdaş bilim ve felsefe yerine, deneyimler, kulakdan duyma bilgiler... yavaş yavaş yönetime hakim olmaya başlar. Ardından rutin idari işlerle birlikte durağanlaşma gelir ve farkında olunmasa da çağın gerisine düşülür.
Belki güçlü yapıların, alan uzmanlarının çalıştığı kurumlarda başta kimin olduğu önemli olmayabilir. Ancak bizdeki kurumsal yapılar öyle mi?
Tüm bu eleştirilerime rağmen ve bundan sonra yapacağım eleştiri hakkım saklı kalmak koşuluyla yine de Arabacıoğlu’na başarılar dilerim.