İçimizdeki KÖTÜLÜK
Her sabah çocuğuna ‘bela’ vererek bağıran yeni bir komşumuz var!..
Tanışmıyoruz.
Ama yankılanıyor sesi, günün tembel saatinde...
Bir diğer balkondan ‘geri zekalı’ diye bir feryat düşüyor, caddenin orta yerine...
***
Toprağın kokusuna aldırmadan yağmur damlasına kahreden, yoldaki her çukura saydıran, dost muhabbetlerinde öfkelenen, sürekli negatif bir enerjiye kuşanan bedenlerimizle, giderek daha olumsuz, daha sinirli, daha karamsar bir toplum oluyoruz...
En son hangi güzelliği yaşadık, hazmettik, fark ettik birlikte...
En son ne zaman?
***
Şikayetçiyiz...
Öfkeliyiz...
İçerliyoruz ha bire...
***
İlla ki beğenmeyen!..
İlla ki ‘boş yarısı’nı görebilen bardağın...
Ve illa ki ‘somurtan’ bir haldeyiz...
***
Kim, ne zaman çekip aldı onca ‘güzelliği’ soluduğumuz havadan, yaşadığımız topraktan, ruhumuzu gülümseten düşten, hayalden, umuttan...
Nasıl bu kadar ‘kötülüğü’ üretir olduk, birbirimize ve adaya dair...
***
Sabahhattin Ali’nin ‘İçimizdeki Şeytan’ romanında, şu satırlar vardır, üzerinde yeniden düşünmemiz gereken...
“.... İçimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum.
Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizdeki şeytan yok... İçimizdeki aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç birşey: Hakiklatleri görmekten kaçmak itiyadı var...”