İdil Biret: Müzik her şeyi ifade ediyor, hiçbir şey ifade etmiyor
İdil Biret: Müzik her şeyi ifade ediyor, hiçbir şey ifade etmiyor
Simge Çerkezoğlu
Fotolar: Fatoş Arca
KKTC Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası geçtiğimiz günlerde çok önemli bir sanatçıyı, piyanist İdil Biret’i ağırladı. Dünyanın her yerinde konserler veren ünlü sanatçıyla Balabayıs Manastırı’nda konser öncesi çalışması sırasında görüştük. 1971 yılından bu yana devlet sanatçılığı unvanı taşıyan, çocukluğunda ‘harika çocuk’ olarak anılan İdil Biret’in şahit olduğum çalışma disiplini inanılmazdı. Neredeyse tamamını ezbere bildiği besteleri yeniden ve yeniden çaldı. “Kıbrıs çok sevdiğim bir ülke, burada her zaman severek konserler veriyorum” derken karşılaştığım mütevazı tavrı karşısında ona sadece sanatçılığının yanında, insan olarak da hayran kalmama neden oldu.
“TÜRKİYE’NİN HARİKA ÇOCUĞU”
Çok küçük yaşta Paris’e eğitim için gönderilen sanatçı, o yıllarda Türkiye’de harika çocuk olarak anılıyordu. Ancak öyle sanıyorum ki bir çocuk için bu durum çok da kolay değildi. Acaba içindeki çocuk neler hissediyordu, sohbetimize çocukluk yılları ile başlıyoruz.
“Paris’e yedi yaşında gittim, çok da bir şeyin farkında değildim. Benim için oyun yerine müzik vardı. Müzik hayatımın bir parçasıydı. Ancak ilk başta Paris’i pek sevmediğimi çok iyi hatırlıyorum. Karanlık ve çok büyük ağaçlar olan bir şehirle karşılaşmıştım. Bu durumdan hiç hoşlanmadım. Ne zaman ilkbahar geldi, duygularım değişti. Şehir çok hoşuma gitmeye başladı. Zamanla arkadaşlar edindim. Bir yılın sonunda ise artık tamamı ile Paris’e alışmıştım.”
Tüm eğitim hayatını yurt dışında geçiren sanatçı beş dil konuşabiliyor, 120 civarında konçertoyu ezbere biliyor. Lüzumsuz şeyleri hafızamda tutmayarak tüm bunları biliyorum dese de bu durum bana göre hafızadan çok daha fazlası…
“Çok küçük bir çocukken bile dinlediğim bir şeyi hemen piyanoda çalmaya çalışırdım. Farkında olmadan transkripsiyonlar yapıyordum. Senfonileri dinleyip onları piyanoda çalmaya çalışıyordum. Tabii hayatta herkesin ayrı bir yeteneği var, onu da söylemek lazım. Bunun yanında hafıza da iyi bir şey, insana ilerlemesinde yardımcı oluyor. Elbette sadece hafızaya güvenmemek gerek. Esas olan düşünerek, nedenlerini bilerek ve çalışarak bir şeyleri başarmak.”
“MÜZİĞİN İÇİNE ÇOK GİRDİĞİNİZ ZAMAN DÜNYA İLE İLİŞKİLERİNİZ GÜÇLEŞİYOR”
İdil Biret’i biraz daha yakından tanımak adına okuduğum bir röportajda insan olarak hiçbir besteciye sempati duymuyorum sözü gözüme ilişiyor. Elbette bu ifadeyi deşmeden edemiyorum. Gülüyoruz.
“Bu ifademi biraz kısaltmışlar. Esas söylemek istediğim müzik bakımından olağanüstü bulduğunuz bazı kompozitörlerin hayatlarını okuduğunuz zaman insanda aynı etkiyi bırakmıyor oluşu. Yine de bazı kompozitörleri her şeye rağmen ayırmak lazım. Mesela hakkında çok şey yazılan ve çelişkili bir adam olarak bilinen Franz Liszt… Kendisi çok verici bir insan. Her bakımdan çok mütevazi, son derece iyi bir insan. Bence Liszt hayatta kötülüğün farkında olan ama onu her zaman yenmiş bir insandı. Fevkalade güzel bir karakter… Liszt’i biraz ayırırım. Ancak genelde bu kompozitörlere baktığınızda dengesiz olanlar, tamamen kariyerine odaklananlar var. Bir yerde müziğin içine çok girdiğiniz zaman dış dünya ile ilişkileriniz güçleşiyor. Siz artık o ses dünyasında yaşıyorsunuz. Bazen konuşma dünyasına bile girmekte zorlanıyorsunuz.”
“MESLEĞİMİN BİR GÜZELLİĞİ DE SONUNUN OLMAMASI”
Bestecilerden konu açılmışken kendisinin onları nasıl yorumladığını konuşuyoruz… Eserleri olduğu gibi mi kabul ediyor yoksa kendinden bir şeyler de dahil ediyor mu, diye soruyorum. Sabırlı ve sakin, adeta ders verir gibi anlatıyor.
“Aslında bir yerde her şey notada yazılıdır. Bütün notaları ve satır arasında olan yazılmamış şeyleri iyice analiz yaparak anlayabilirsiniz. Hangisi önemli hangisi daha az önemli. Mesela bir eserde bir tema var. Bir temadan ikinci bir temaya geçtiğiniz zaman köprüler var. O köprüleri daha az önemli olduğu için fazla üstünde durmadan geçiş olarak yapmak lazım. Rachmaninoff’un çok güzel bir ifadesi var. Her eserde bir yüksek nokta var. İşte o noktayı kaçırmamak lazım. Nüans bakımından bu en kuvvetli nokta olmaya bilir, bununla alakası yok ama gerilimin en fazla olduğu nokta, işte onu bulmak çok çok önemli. Zaten ünlü piyanist Rachmaninoff bazı konserlerinin sonunda bu konserimi ben mahvettim dermiş. Kimse de bundan bir şey anlamazmış. Anlatmak istediği işte yakalaması gereken o noktayı kaçırmış olduğuymuş. Bunların hepsi eserin analiziyle ortaya çıkıyor. Ayrıca biz kompozitörün hayatını, yaşadığı tarihte olan olayları, bunların onu nasıl etkilediğini araştırmalı ve anlamalıyız. Onu anlamak için tüm bunlar yardımcı oluyor. Tabii daha sonra öyle bir şey oluyor ki bugün yaptığınız şeyi yarın okuduğunuz veya keşfedeceğiniz bir şeyle değiştirebilirsiniz. Çünkü zaman içinde başka bir şey keşfetmiş oluyorsunuz. Mesleğimin bir güzelliği de sonunun olmaması. Her an ilerlemeye çalışıyorsunuz.”
İdil Biret’e eseri analiz ederken, bu konuda fazla ileri gitmenin zaman zaman kendisini yanlışa sürükleyebildiğini içtenlikle anlatmaya devam ediyor.
“Ses geldiği zaman onu bir şeye benzetip bir şey düşünüp onu olduğu gibi algılamanız lazım. Eğer bu müzik bana şunu hatırlatıyor demeye başlarsanız bu yanlıştır. Çünkü müzik her şeyi ifade ediyor, hiçbir şey ifade etmiyor. Kompozitörün kendisi müziği yaptığı besteyi nasıl görürse görsün yüzde yüz onu anlatıyor diye bir şey yok. Müzik bir lisan ama size tam olarak bir şey anlatan bir lisan değil. Belki müziğin ritminden onun heyecanlı veya sakin olduğunu hissedebilirsiniz ama tam olarak ne ifade ettiğini anlamak çok zor. Ben bir ara Rachmaninoff’un 2. konçertosunu çalışırken bir hataya düştüm. Rachmaninoff bir senfoni yazıyor ve bu senfoni çok kötü karşılanıp beğenilmeyince de depresyona giriyor. Bu 2. konçertoyu ise doktorunun beste yapacaksın demesi üzerine kaleme alıyor. Sonra dönüp 3.kısmı yazıyor, ilk başını ise en sona bırakıyor. Ben tüm bunları düşünüp kendime göre yorumlamaya başladım. Baktım ki yanlış bir yere gidiyorum. Müziği çalmaya odaklanmaktan uzaklaşıyorum, yorumlamak için daha fazla çalışıyorum. Bundan vaz geçtim. Bu tabii benim için geçerli bir şey. Bazı çok büyük sanatçılar her çaldığı eserde kendi bir hikâye anlatır. Fevkalade de sonuçlar alır. Sanırım biraz da herkes kendine uygun olanı keşfetmeli, ona göre çalmalı.”
“CSO HOMOJEN”
KKTC Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile sahne almak üzere adaya gelen sanatçı, orkestra ile ilgili fikirlerini de açıklıyor.
“Çok beğendim ve çok etkilendim. Homojen bir topluluk. Sesler ve beraberlik çok hoşuma gitti. Şefleri Mehmet Hoca fevkalade iyi bir müzisyen, program için yazdığı eserlerin listesini görünce çok etkilendim ve merak ettim. Bu kadar çok eser yazmış olması da beni ayrıca çok etkiledi.”
Toplumun daha geneline ulaşmak adına bir senfoni orkestrasının neler yapması gerektiğini de İdil Biret’ten dinliyorum. Bu noktada medya ve amatör müzisyenlerin sandığımızdan çok daha önemli olduğunun farkına varıyorum.
“Bu noktada, sizlere, medyaya çok görev düşüyor. Mümkün mertebe daha fazla müzik dinletmek ve müzikten söz etmek gerekiyor. İnsanların çoğu müzikten korkuyor. Hele de çok sesli müzikten… Çok sesli müzik insanlara dağınık bir şey gibi geliyor. Ancak öyle değil. İnsanlara bir şekilde bunu anlatmak gerekiyor. İzahlı müzik yapılabilir. Oda müziği yapılması çok önemli bence. Amatör müzisyenlerin daha fazla olması da bir diğer önemli nokta. Konserlerden sonra sıklıkla dinleyicilerim gelip ah ben de çok piyano çalmak istiyorum ama yaşım geçti falan diyor. Oysa yaş diye bir şey yok. İnsan istedikten sonra her yaşta her şeyi yapabilir. Piyano, özellikle yerli sazlar veya nefesli sazlar hepsi çalınabilir. Her şey mümkün ama doğru şekilde başlamak elbette önemli. Amatörler böylece etraflarında bir kitle oluşturacak, onları dinleyenler heveslenip onlar da müzik yapacak veya konserlere ilgi duyacak. Böylelikle dinleyici gelişecek. Dinleyici olmadıkça bizim yaptığımız her şey boşa gitmiş olur. Dinleyici olmalı ki sanatımızı icra edebilelim.”
“TÜRKİYE’Yİ ARMONİYE OTURMAMIŞ BİR SES”
Son olarak biraz siyasete yöneliyorum ve İdil Biret’e yakın zamanda Cumhuriyet gazetesine yaptığı bir açıklamayı hatırlatıyorum. Sanatçı bu açıklamasında Türkiye’yi armoniye oturmamış bir sese benzetiyor.
“Maalesef yalnız Türkiye değil tüm dünya biraz bu durumda. Dünya son derece atonal bir dönem yaşıyor. Yani tonu ve makama bağlı kalmadan, armoni kurallarına uymadan oluşturulan beste gibi… Belki de bir asır sonu veya başlangıcı olduğu zaman hep böyle şeyler oluyor ama müzikte uyumsuzluk insanları çok etkilemese de dünyadaki uyumsuzluk insanların hayatlarını çok etkiliyor. Ümit ediyorum ki insanlar biraz eski yaşananlardan ders alıp kendilerini başka yöne çekebilirler. Tek umudum bu…”