‘İfade Edememek’
‘İfade Edememek’
İlke Gürdal
[email protected]
İfade özgürlüğü günümüzün en çok telaffuz edilen demokrasi temellerinden ve insan haklarından biri olmakla beraber, tanımı ve kapsamı itibari ile halen tartışmaya açık olan bir kavramdır. Bu fikrin temelinde yatan anlayış ise, bireylerin ifade ettikleri düşüncelerden dolayı herhangi bir ayrımcılığa uğramamaları ve bir baskı hissetmeden görüşlerini özgürce dile getirebilmeleridir. Bu kavramın tarihsel gelişimine baktığımızda, Fransız aydınlanma filozoflarından Voltaire’in en geniş çapta bilinen (ve bu günlerde sıkça duyduğumuz) “Seninle ayni fikirde değilim, ancak senin fikrini özgürce söyleme hakkını ölümüne savunurum” tarzı vecizelerin ifade özgürlüğünün genelleşmesine katkısı olduğunu görürüz.
Voltaire’in bu satırları yazmasının ana sebebinin, kendisinin de düşüncelerinden dolayı sürgün edilmiş ve ifade özgürlüğü kısıtlanmış bir birey olmasından kaynaklandığı düşünülebilir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü en çok kısıtlananların da bu kavrama en sıkı şekilde sarılması gayet anlaşılırdır. Kendimce bu noktada bu kavram üzerinden bir tartışmanın ve kavramın analizinin toplumumuz için gerekli olduğunu düşünmekteyim. Kuzey Kıbrıs’ta gündemi sağlıklı olarak tartışma zeminimizin gelişmesi adına bazı noktalara dikkat çekmekte de fayda var.
Hepimizin yakından takip ettiği üzere, geçen hafta ülkemiz yeni bir tartışmaya sahne oldu. Bunun sebebi ise, medyadan gelen haberlere göre ülkücülerin Kürt öğrencilere saldırmalarıydı. Tartışmayı başlatan da, son yıllarda birkaç kere tekrarlanmış bu olayın üzerine Cumhuriyetçi Türk Partisi milletvekili Doğuş Derya’nın ülkü ocaklarının kapatılması yönünde “Güney’de Elam varsa, Kuzey’de de Ülkü Ocakları var. Irkçılık yapıyorlar, insanları terörize ediyorlar. Hem de bu ilk defa değil. 60’larda bunların Kıbrıs şeflerinin adı Celal Hordan idi, 90’larda Azmi Karamahmutoğlu. Bu ülke ırkçılık ve milliyetçilikten bıktı usandı. Sizi çekmek zorunda değiliz. Kurt efendiler basın gidin! Ülkü Ocakları kapatılsın” diyerek görüş belirtmesiydi. İlginç olan nokta ise, Derya’ya yöneltilen eleştirilerin arasında en çok tekrar edilen argüman, Derya’nın ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir duruş içinde olduğunun ileri sürülmesiydi.
Ve yine ilginç olan başka bir nokta ise, bundan birkaç hafta önce Limasol’da gerçekleşen bir konferans sırasında 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın da arasında bulunduğu bir grup Kıbrıslı Türk’e, aşırı sağcı Kıbrıslı Rum örgüt ELAM tarafından saldırı girişimi yapıldığında, ifade özgürlüğü konusunda tabir caizse ‘mangalda kül bırakmayan’ bazı çevrelerin, bu son olay karşısında her görüşe saygı duyulması gerektiğini savunmalarıydı. Mevcut nefret söylemlerini görmezden gelip bu olayı sadece herkesin ifade özgürlüğü olarak algılamak düşündürücü bir tutumdur.
Kıbrıslı Türkler olarak bu adada, iki toplumda da mevcut olan milliyetçilikten, şovenizmden ve bunlardan beslenen diğer topluma karşı oluşturulmuş düşmanlıktan neler çektiğimiz ortadadır. Kıbrıslılar olarak birlikte yaşamak isteğimizi her dile getirdiğimizde karsılaştığımız ‘Vatan hainliği’ yaftası ile yıllarca mücadele etmeye çalışmış, kendi ülkemizde nasıl yaşamak istediğimiz konusunda da ifade özgürlüğümüz ya sınırlanmış, ya da yok sayılmıştır. Kişilerin düşüncelerinden, savunduklarından dolayı ülkemizde gerçekleşmiş bazı faili meçhul cinayetler herkesin bilgisi dahilinde olduğu gibi, ülkücü hareketin ve onun gibi akımların da bu ortamın oluşturulmasında etkin bir rol oynadıkları bilinen bir gerçektir.
Doğuş Derya'nın bahsettiği isimlerden biri olan Celal Hordan 60’lı yıllarda ‘Türklük’ duygusu az olduğuna inanılan Kıbrıslı Türklere yönelik ‘Türk’ten Türk’e’ tarzı kampanyalar ile Rumlardan alışveriş yapılmasını önlemek için Türkiye’den gönderilmiş bir kişidir. Bahsi geçen diğer şahıs Azmi Karamahmutoğlu ise, Annan Planı döneminde meydanlardan “Kıbrıs Türkiye’nin elinden alınacak olursa; bilinsin ki, burayı kan gölü yapar, öyle bırakırız” diyerek ‘vatana bağlılığını’ deklare etmiştir.
Doğuş Derya’nın açıklamalarını bu tarihsel gerçekleri göz önünde bulundurmadan, meseleye yalnızca ifade özgürlüğünün kısıtlanması olarak bakmak, gerçeklikten uzak ve art niyetli bir yaklaşımdır. Irkçılığın, hoşgörüsüzlüğün modern toplumlarda yeri olmaması gerektiğini savunan bir kişiye de anti-demokratik yakıştırmasında bulunmak bizi olayın esasından çok uzaklaştırır. İfade özgürlüğünü de sadece kendi işimize geldiğinde değil, genel bir toplumsal duruş olarak savunmak gerekir.
Sonuç olarak, üzerinde durmamız gereken esas mesele, iki toplumda da bugüne kadar ifade özgürlüğünün kısıtlanmasında başrolü oynamış bu tarz grupların toplumlarımıza verdiği ve olası bir çözüm sürecinde verebileceği zararları iyi hesaplamaktır.