Ihlamur Kokulu Zagreb’de Kırık Kalpler Müzesi
Ihlamur Kokulu Zagreb’de Kırık Kalpler Müzesi
Nurçay Türkoğlu
[email protected]
“Gönül yarası çekenlerden misiniz? Kalbiniz mi kırık? Onu hatırlatacak her şeyi hayatınızdan söküp atmak mı istiyorsunuz? Hayır, atmayın, gün gelir üzülürsünüz. Kırık Kalpler Müzesindeki kolektif duygusallık tarihine katkıda bulunmak üzere o nesneleri bize bağışlayın.”
Haziran başlarında, Zagreb Üniversitesi’nde düzenlenen, Dijital Çağda Medya Okuryazarlığı konferansına katılırken, daha önce gezme fırsatı bulamadığım Zagreb’i kısa süreliğine de olsa gezmeyi planlıyordum. Avrupalı pek çok iletişim akademisyenini bir araya getiren konferans gayet iyi geçti aslında. Ama endişelenmeyin, size çağın sorunlarıyla uğraşan sıkıcı iletişim hocalarından söz etmeyeceğim. Tamamen kişisel bir turistik deneyimden yola çıkarak Zagreb izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Daha doğrusu, ilginç bir müzeden söz edeceğim.
Yeni bir şehri merak eden ve az zamanı olan diğer turistler gibi bir şehir turu alayım dedim. “Saat 12.00’de Katedralin önünde bulursun” gibi açık bir adres verdiler. Hani bilirsiniz, yarı açık otobüse tanımadığınız insanlarla binersiniz, biraz kazıklanarak bilet parası ödersiniz, içeride genellikle bir rehber bulunur ve bir saatlik bir turda size neşeli bir şekilde birşeyler anlatır. Bizimkinde rehber yoktu, şoförümüz İngilizce bilmiyordu ve sadece Kuna’nın geçerli olduğunu anlatmakta biraz zorluk çekti. Neyse ki yakında döviz bürosu varmış, Amerikalı ve Alman turistler para değişimi yapıp geldiler. Ben önceden hazırlıklıydım, iki gündür Kuna kullanıyordum ve acemisi olmakla birlikte işlerimi yürütebiliyordum. Rehberden tasarrufla, şoförün dağıttığı kulaklığı koltuk kenarındaki yere yerleştirerek açıklamaları dinlemeye ve gezmeye başladık. Tam ansiklopedik bilgi bombardımanı, kulaklıktaki mekanik ses hızla konuşuyor ve çoğu kez de bulunduğumuz yerle uyumlu değil anlatılanlar. Ama hatırladığım daha çok, meydanlara isimlerini veren Zagreb kahramanlarının, Türklere karşı savaşan komutanlar olduğu… Aşağı şehir, yukarı şehir, eskiden cadı yakılan park, vb. Yok dedim. Bu kadar çok bilgiyi aklımda tutamayacağım. Eve gidince google amcaya bakarım. O kadar çok da müze var ki! Arkeoloji, mimarlık, doğal hayat, naif sanat, çağdaş sanat, teknik müze, şehir müzesi, her bir tabelada en az on-onbeş müze var. Hangi birine gideyim? Ama bir tanesinin ismi çok ilginç: Kırık Kalpler ya da Ayrılık Müzesi. Önünden geçtik ve turu tamamladık. Aklım o kırık kalplerde kaldı. Kocaman afişinde kırık bir bebek biblosu vardı ama semti hatırlamıyordum.
Elimde harita yürümeye başladım. Yoldan çevirdiğim insanlara İngilizce olarak soruyorum, “Do you know Museum of Broken Relationships?” başlarını “bilmiyorum” anlamında sallıyorlar. İngilizce bilen bir genç yardımcı olmak istedi, o da benimle birlikte yoldan geçenlere sordu, yok, kimse bilmiyor, bana diğer müzeleri sayıyorlar ama ben “bebek biblolu afişi olan kırık kalpler müzesi” diye tuhaf bir yeri arıyorum. Bir yandan da düşünüyorum acaba, politik müze mi bu? Hani parçalanan Yugoslavya ve dağılan ailelerle mi ilgili? Aşk hikâyelerinden ibaretse hayal kırıklığı olur ama yok canım, vardır bir özelliği… Güneş altında o kadar çok yürüdüm ki, neredeyse vazgeçecekken bir taksi görüp durdurdum. Şansıma beni gülümseyerek karşılayan ve müzeyi bilen bir taksici çıktı. O da bana Umut adında bir Türk modacı arkadaşı olduğunu, onu tanıyıp tanımadığımı sordu. Ne yazık ki tanımıyordum…
Taksiyle uzunca bir tepeye tırmanarak yukarı şehirdeki aradığım müzeyi buldum. Romantik bir havası olduğunu söyleyemeyeceğim ama bildik bir müze ortamı da pek sayılmazdı. Yerlerde (gözyaşlarıyla mı?) ıslanmış duygusu uyandıran siyah taşlar ve beyaz kireç duvarlar. Hemen girişte devasa silgilerin ve boş sayfalarla dolu defterlerin satıldığı bilet kasası, “haydi çabuk karar verin, sizi bekleyemem, şimdi BBC çekim yapmaya gelecek” diyen ve Japon olduklarını tahmin ettiğim bir başka televizyon ekibini de öteleyen, sabırsız genç müze görevlileri ve tek katı kullanılan küçük bir mekân.
Işıklandırılmış beyaz raflarda sergilenen bir takım objeler ve yanlarında birer-ikişer paragraflık açıklamalar. Açıklamaların bazıları orijinal el yazısıyla ve çeşitli dillerde yazılmış. Yazanın ismi bazılarında var, bazılarında yok. Rumuzlar var, objenin ne zaman ve nereden geldiği yazıyor. Her bir objenin önünde durup konuyu anlamak zor ama birkaç tanesine yaklaşınca anlamaya başladım. Sadece aşk ayrılıkları değil (bir süredir çok şükür böyle konular pek ilgimi çekmiyor) bir şehirden ayrılmanın acısı, anne özlemi, baba özlemi gibi konular da var. Küçük yaşta annesi tarafından terk edildiğine inanan birisi, 6 yaşından bu yana sakladığı ve annesinin ona zencefilli kurabiye yaptığını hatırlatan oklavayı vermiş mesela. Oklavanın nefis desenli porselen yüzeyine bakarak yaşlıca olduğunu tahmin ettiğim bu bağışçı, nihayet yakınlarda annesine kavuşmuş ve artık ona annesiz geçen acı günlerini hatırlatan oklavadan kurtulmaya karar vermiş. Hemen karşısında bu kez bir baba özlemi hikâyesi, babanın çiftliğinden kesilmiş dikenli teller sergilenerek anlatılıyor. Yine aynı odada, adresinde bulunmayan bir babaya gönderilip geri gelmiş bir mektup. Ergenlik aşkları, ihanet ve intikam öyküleri (terk eden sevgilinin eşyalarını parçalayan balta gibi!), çocukluk anıları, vb. tamamen bağışçıların kişisel anılarıyla bağlantılı olarak sakladıkları ve artık iyileşmeye karar verdikleri için elden çıkartmak istedikleri, kalp kırıklıklarını simgeleyen tuhaf objeler. Hani sakladıkça fetiş haline gelen, başka kimsenin anlayamayacağı bir büyü barındıran gündelik objeler. Birkaç video çekimi de var, sözlü tarih belgesi tadında…
Tamam, ama kendinizi, hiç tanımadığınız insanların mahrem hayatlarını dikizliyor gibi hissediyorsunuz. En azından ben öyle hissettim ve zaten kalabalık ve sıkışık bu ortamdan çıkmak istedim. Müzeyle ilgili daha fazla bilgi veren bir broşür gibi bir şey yoktu ve kasadaki görevli gençler web sitesine bakmamızı söylüyorlardı: www.brokenships.com. Zaten dediler ya, BBC çekimi varmış… Şirin bir taraf bulma niyetimi sürdürerek eve gelince siteye baktım. Size de tavsiye ederim. Gezici sergiler de oluyormuş, halen katılıma açık bir müze. İsterseniz (isim hakkı onlarda) kendi bölgenizde de sergi yapabilirmişsiniz.
Çöp evleri düşündüm nedense… Hani orta sınıf kentli insanların dünyanın pek çok yerinde yaptıkları gibi atmaya kıyamayarak sakladıkları ve kendileri için vazgeçilmez obje yığınlarının bulunduğu, biriktireni zamanla hasta eden, nihayetinde psikolog eşliğinde gelen bir aile yakınının (TV programcısı da yanında gelirse bedavadan evi temizletir, boyatırsınız) tüm o biriken mahrem anılardan “temizlediği” biriktirme hastalığının sebep olduğu çöp evler. Öyle çok ki kırık kalplerimizin objeleri, dolapları arada bir boşaltmakta yarar var.
Medyalanmış dünyamızda, mahremiyetin (bu müze örneğinde sanatsal korumaya alınarak) bir kez daha ele geçirildiğini düşündüm. Akademik yorumlarımı başka yer ve zamanlara bırakarak, size, kendi kişisel izlenimlerinizi yaşayabileceğiniz ilginç seyahatler diliyorum. Yazının başlığındaki ıhlamur kokusu nerede derseniz, Zagreb sokaklarında ve müzik eşliğinde…