İki Bölgeli TEK TOPLUMLU Federasyon!
Nikos Anastasiadis’in cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturduğu ikinci döneminde ne istediği, neyin peşinde koştuğu epeydir tartışma konusu yapılıyor. Kimileri “iki-devletli çözüm” fikrini benimsediğini, kimileri de “konfederasyon” istediğini ileri sürüyor.
Crans Montana’dan beri farklı bir Anastasiadis ile karşı karşıya olduğumuz gerçektir ama ben ne iki devletli çözüme, ne de konfederasyona kaydığını düşünüyorum. Kıbrıslı Türklere karşı bu kadar “cömert” davranacağını hiç zannetmiyorum.
Nikos Anastasiadis oluşacak yeni düzende Kıbrıslı Türklerin devlet kurumlarında siyasal eşitliğini sulandırmak istiyor ve ülke coğrafyasının bir bölgesinde siyasal özerklik icra etmekle yetinmelerini öneriyor. Yani, içişlerini kendi yasama (parlamento), yürütme (hükümet) ve yargı organlarıyla düzenlemelerini, bunun karşılığında da merkezi hükümete etkin biçimde katılımlarının sınırlandırmasını, federal yürütmede esas olarak Kıbrıslı Rumların söz sahibi ve karar verici olmalarını talep ediyor.
Açıkçası, “İki bölgeli ama TEK TOPLUMLU “federasyon” öneriyor!
Böylesi bir formül elbette federasyon olarak adlandırılamaz. Kıbrıs Rum toplumunu devlet katında egemen kılıp Kıbrıslı Türklere siyasal özerklik önermek, egemenlik ve iktidar paylaşımına dayalı iki-toplumlu federasyon olgusuyla bağdaşmaz.
Nikos Anastasiaids 18 Aralık 2018 tarihinde Omega TV’de yayınlanan mülakatında defalarca “işler”, “normal” ve “Avrupai” bir devlet istediğini dile getirdi ve Kıbrıslı Türklerin bakanlar kurulunda ve diğer kurumlarda bir oyu aranırsa, devletin işler olup olmayacağı gibi, içinde cevaplarını da barındıran demagojik sorular sorup durdu. “Bunların mutlaka düzeltilmesi gerekiyor” diyerek de niyetini açıkça belli etti. Ayrıca, herkesi çözümden bir gün sonrasını düşünmeye ve “işler bir devlet” formülü üstünde kafa yormaya davet etti.
Nikos Anastasiadis ve yakın çalışma arkadaşları bir süreden beri Kıbrıslı Türklerin federal kurumlara etkin katılımını “ana sorun” olarak gösteriyorlar ve federal devletin tıkanacağını ileri sürüyorlar. Bazıları daha da ileri giderek, Kıbrıslı Türklerin devlet organlarına katılımını Türkiye’nin ada sathında tahakküm kurmasıyla bir tutuyor.
İki bölgeli, iki toplumlu siyasal eşitliğe dayalı çözüm formülünden çark eden Anastasiadis ve danışmanları sık sık bu türden argümanlar ileri sürerek, Kıbrıs Rum toplumunun karşısına sürekli böylesi görüşlerle çıkıyorlar. Toplum da ister istemez “işlerlik” sorununu baş sorun olarak görmeye başladı.
Nikos Anastasiadis tezini güçlendirmek için “tarihten ders çıkarmamız” gerektiğini de söylüyor ve kendisi tarihten çarpık bir ders çıkararak 1960-1963 arasında Kıbrıslı Türklere verilen “aşırı imtiyazlar” yüzünden Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin işlerliğinin aksadığını ileri sürüyor. Kıbrıslı Türk milletvekillerinin vergi kanunun çıkarmak istemedikleri gibi yalan yanlış örneklerle toplumu manipüle ediyor.
1960-63 arasında yaşananlar ve genel olarak 1960’lı yılların Kıbrıs Rum toplumunda bilinmiyor oluşu Anastasiadis’in işini kolaylaştırıyor. Ortaya attığı çarpık iddiaları çürütecek pek fazla birileri maalesef yoktur. Çünkü bu yıllar “Türk İsyanı” mitosu ile geçiştiriliyor.
Geçtiğimiz günlerde bir ilk yaşandı ve OPEK adlı sivil toplum kuruluşu “1963’ün Kanlı Aralık Ayı: Mitoslar ve Gerçekler” başlığı altında bir oturum düzenledi. Oturumda ben de yer aldım ve yaptığım konuşmada Kıbrıs’ı 1963-64 çatışmalarını sürükleyen esas nedenin Makarios’un ve çalışma arkadaşların Kıbrıslı Türklerin anayasadan kaynaklanan haklarını kırpma ve Enosisin yolunu açma eğilimi olduğunu anlattım. Akritas yeraltı örgütününüm kuruluşunu ve Akritas planını ayrıntılarıyla açıkladım. Değil “Türk İsyanı”, aslında Bir Kıbrıs Rum İsyanı yaşandığını söyledim. Salonu dolduran Kıbrıslı Rumlar da benzer görüşler dile getirdiler.
Kısacası, 1960’lı yıllardan ders çıkarmayı önemseyen Anastasiadis’in yanlış dersler çıkardığını vurgulamış olduk.
Benim günümüze dair çıkardığım ders, Nikos Anastasiadis’in 1960 yıllarda Makarios’un yaptığına benzer şeyler yapmaya soyunduğudur. Tıpkı Makarios gibi, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini kabullenemiyor. Kuşkusuz farklı dönemlerde yaşadığımızın biraz farkında olduğu için, Makarios gibi Kıbrıslı Türklere “yerel öz yönetim” öneremiyor. Onun yerine siyasal özerklik öneriyor. Yani, Kıbrıslı Türklerin adanın bir bölgesinde iç egemenlik icra ederek kendi kendini özerk olarak yönetmelerini ve merkezi hükümette ancak “yaşamsal çıkarları” söz konusu olduğunda söz sahibi olmalarını istiyor. “Yaşamsal çıkarlardan” da ne anladığını geçen ay yaptığı basın konferansında verdiği örnekte gördük. Örneğin doğal gazı Avrupa’ya taşıma gibi stratejik bir proje olan EAST-MED projesini Kıbrıslı Türklerin “yaşamsal çıkar” kategorisinde görmüyor!
Bu anlayışla çözüm olmayacağı aşikardır. Anastasiadis’in bu yaklaşımını benimseyecek Kıbrıslı Türk yoktur ama üstüne basarak temelli bölünmeye sıçramak isteyen çok kurum ve kişi vardır. Umarım görüşlerini gözden geçirir, aksi halde bölünmüşlük tabutuna son çiviyi çakmış olacak...