İki ırkçılıktan bir insanlık çıkmaz
İki ırkçılıktan bir insanlık çıkmaz
“Irkçılık yakıştırması yenir yutulur bir şey değildir” diyor, Levent Özadam.
Evlilikler dışında Türkiye kökenlilere güneye geçiş izni verilmediğini anlatıyor ve tepki gösteriyor: “Irkçılığın daniskası orada…”
***
Barikatlarda “Türkiyelisin, geçemezsin” demek de ırkçılıktır.
Doğrudur.
Avrupa Birliği kurallarını uygulasalar, çok daha anlaşılır bir tavır olur.
Vize isteyebilirler.
Tabii o zaman da buralarını "sınır kapısı" kabul ederler.
***
Kıbrıslı Rum liderliği açısından daha vahimi var.
Türkiye’den gelen ailelerin, bu ülkede doğan “çocuklarının çocukları”na dahi Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlığı verilmemesi tam bir ilkelliktir.
Bu evlatlar Kıbrıs yerine Türkiye'ye bağlanıyor böylece...
Kıbrıs ülkesi kaybediyor.
***
Yine de ikisi eşitlenemez.
Biri plaj... Beriki barikat... Yurttaşlık...
Ve en önemlisi iki ırkçılıktan bir “insanlık” çıkmıyor.
***
Gelelim yine kuzeye...
Bir başka hakikati görmezden geliyoruz bazen.
Kıbrıslı Rumların toprakları, Türkiye tarafından "zorla" kuşatılmıştır.
Diyor ki Levent Özadam, "Burası bir askeri bölgedir."
Öyleyse sivile açma!
Aslında şunu anlatıyor:
"Türkiye askeri, Kıbrıslı Rumları güç düzeni ile topraklarından atmış, şimdi onlara, kendi topraklarını kapatmıştır."
Bunu biz reddetsek ne olacak?
Dünya böyle okuyor.
“E onlar da bizi zorla attı” derseniz.
Öyle de Kıbrıslı Türkler Avrupa mahkemelerine dayanarak, “malımı, mülkümü geri isterim” demiyor.
Biliyor malını!
Üstelik yine biliniyor ki, bıraktığının birkaç misline sahip olmuşsun, bir o kadar insanı dışarıdan getirerek yerleştirmişsin.
Ne zaman bunları yazsak, “bu kadar öldük, bu kadar katledildik” diye ayar çekenler oluyor.
Kıbrıs adası büyük bir trajedi yaşamıştır ve Kıbrıslı Türkler de ölmüştür, Kıbrıslı Rumlar da…
Ölüleri yarıştırdığımız zaman hakikatin üzeri örtülmüyor.
Üstelik kimi kandırıyoruz; haksız “ganimet”i paylaşanlar, “kan döktü” diye mülk sahibi olmamıştır.
Bu “rezil düzen”den yararlanmıştır.
***
'Derinya Plajı'ndaki uygulama "Kıbrıs sorunu"ndan da beter!
Irkçılığın dik alasıdır mesele çünkü karara göre örneğin Ercan'dan gelen İngiliz de giremiyor plaja, üniversitemizde eğitim gören Rus öğrenci de…
Mesele “güvenlik”miş!
Merak ettim salt “Türk soyundan” gelenler mi güvenlidir?
Sabıka dosyalarına bakınız öyleyse!
***
İki ırkçılıktan bir insanlık çıkmaz.
Yine ırkçılık çıkar.
Yine milliyetçilik çıkar.
Yine bağnazlık çıkar.
Yine gericilik çıkar.
İnsanlık çıkmaz.
Büyük Han’da güzel bir gece, berbat bir sound
Büyük Han’da sıcağa rağmen harika bir atmosfer vardı.
Tam da 7'den 77'ye, her yaştan insan geldi, kuşaklar buluştu, dostlar görüştü.
"80'ler konseri"ydi ismi ancak bu bahane!
Çünkü sosyalleşmeye ihtiyacımız var, birbirimizi daha fazla görmeye, kucaklaşmaya...
Büyük Han gibi mekanlar da bunun en önemli vesilesi.
İnsan şaşıyor, niye, haftanın çoğu günü buralar karanlık?
Vakıflar İdaresi, Kapalı Maraş'ı düşünmekten kalan zamanında, "Kapalı Büyük Han"ı da düşünmeli!
Bir de “ışıl ışıl” Ledra caddesine bakınca, devamında, Lokmacı'nın loşluğunu...
O akşam, tüm cafeler de doluydu, turisti yerlisi göçmeni yan yana, iç içe…
***
“Lefkoşa Belediye Orkestrası” önemli bir değer...
Başşehrin temizliğine puanım kırıktır, onca personele karşı hizmetin çok daha fazla olması gerekir, çünkü Lefkoşalı, bu kadar insanı ödüyorsa, elbette, hizmet olarak da aynı yoğunluğu hak eder.
Temizliğe, kent disiplinine, çevreye, hele de kaldırım işgallerine ve gelişigüzel verilen işletme izinleriyle yaratılan trafik kirliliğine puanım kırıktır ancak kültürel ve sosyal projelerine alkışım çoktur.
Lefkoşa’da sosyal belediyecilik başarılı, temel belediyecilik sıkıntılıdır.
...
Büyük Han’da güzel bir geceydi ve tek üzüntüm şu oldu: Sound!
O kadar kaliteli bir müzisyen grubu, öylesine özenle seçilmiş repertuar ve önemli bir eşlik, buna karşın çok başarısız bir ses sistemi!
İnsan yaylıları, nefeslileri ayrı ayrı duymak ister, çok sesliliğe dair tınıları hissetmek ister, basla ritmi yaşamak ister.
Doğrusu, bu güzel orkestra, böylesi bir sesi hak etmedi.
...
Büyük Han'daki güzel atmosfer için teşekkürler.
“Bandabuliya Sahne” gibi Büyük Han geceleri de Lefkoşa Belediye Orkestrası ile gelenekselleşmelidir, haftada bir neden olmasın.Çok daha iyi bir sesle, ışıkla, en önemlisi yüzlerce rengarenk insanla...
Barışı kim yapacak?
The Guardian, Avrupa’nın en önemli, en itibarlı yayınlarından biri…
Geçen haftalarda Dışişleri Bakanı Avrupa’ya gitti, basın toplantısı yaptı, gazetecilerle buluştu.
The Guardian’da yayınlandı mı, bilemiyorum, görmedim.
Hangi Avrupa gazetelerine yansımış bu basın toplantısı, kimseler de bizimle paylaşmadı, hâlbuki tüm bu ziyaretlerin kaynağını toplum ödüyor, bilmeyi de hak ediyor.
Neyse…
Dönelim The Guardian’a…
Geçen hafta Feray ile Maria’nın öyküsünü yayınladı.
Kıbrıslı iki genç, ara bölgede, bir cafede çalışıyorlar birlikte…
Ne de güzel anlattılar:
“Buraya Kıbrıslı Türk de Kıbrıslı Rum da geliyor. Kimi Türk kahvesi sipariş verirken kimi Rum kahvesi diyerek istiyor. Bunu duyunca gülümsüyoruz. İkisi de aynı şey, biz her zaman Kıbrıs kahvesi diyoruz.”
…
Çok daha önemlisini söylediler.
"Kıbrıs bir gün birleşecek, ancak liderler bir bildiri imzalayacağı için değil. Bu köprüleri inşa eden toplumlar olacaklar.”
The Guardian’a yansıyan sözlerdi bunlar…
Evet…
Siyasi liderlik ve cesaret sahibi birileri “anlaşma”yı imzalayabilir.
Ama barışı toplumlar kuracaktır.
Eninde sonunda…