1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. İKİ KİŞİLİK HIRGÜR
İKİ KİŞİLİK HIRGÜR

İKİ KİŞİLİK HIRGÜR

Nehir Demirel yönetmenliğinde hayat bulan ‘İki Kişilik Hırgür’, her hafta sonu, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu sahnesinde seyircisiyle buluşmayı bekliyor.

A+A-

Simge Çerkezoğlu

‘Her oyunda aynı amatör ruhla sahneye çıkıyoruz’ diyor Osman Ateş ve Hatice Tezcan… Ancak bu iki amatör ruh, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun yeni oyunu, ‘İki Kişilik Hırgür’ oyunu ile kendilerini bir adım daha ileriye taşımayı başarmış görünüyor. Yüksek oyunculuk performansı gerektiren hareketli sahneleri, ardı ardına gelen diyaloglarıyla içine düştüğümüz kayıtsızlığı gün yüzüne çıkaran oyun, finaliyle de insanı büyülüyor. Nehir Demirel yönetmenliğinde hayat bulan ‘İki Kişilik Hırgür’, her hafta sonu, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu sahnesinde seyircisiyle buluşmayı bekliyor.  

“SAHNE ÜZERİNDE AYNI DİLİ KONUŞABİLİYORUZ”

Osman Ateş, on dört yıldan bu yana Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda çalışıyor. Bugüne kadar pek çok oyunda izlediğimiz sanatçının tiyatroya olan ilgisi bir hayli geçmişe uzanmakta.

“Tiyatroya henüz on yaşındayken devlet tiyatrosunda bir çocuk oyunuyla başladım. Doğan Erçağ, Deniz Çakır dönemiydi. Sanırım 1988-1989 sezonuydu, henüz devlet tiyatrosu sahnesi yanmamıştı, hemen hemen her dönem bir oyunda rol alarak tiyatroya devam ettim. Lise eğitimimin ardından Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde İngilizce öğretmenliği eğitimi aldım. Ama daha sonra Bilkent Üniversitesi Konservatuarında dört yıl da oyunculuk okudum. Orada Hatice ile de yolumuz kesişti. Aslında çok küçük yaştan beri birbirimizi biliyorduk ama tam anlamıyla dostluğumuz üniversitede başladı. O benden bir sınıf önde okuyordu. Art arda mezun olduk. 2004 yılında adaya döndüm ve burada kadroya dahil oldum. 2006 yılında ise bir yıl Londra Üniversitesi’nde oyunculuk, dans ve müzikal tiyatro üzerine yüksek lisans yaptım. Sekiz yıldan bu yana da Girne Amerikan Üniversitesi Sahne Sanatları Yüksek Okulu, Oyunculuk Bölümünde dersler veriyorum.”

Hatice Tezcan ise 2003 yılından bu yana Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda oyunculuk yapıyor ve çocuk oyunları yönetiyor. Onun da tiyatro geçmişi ortaokul yıllarına denk geliyor.

“Bu fuayeden içeriye girdiğimde henüz 14 yaşındaydım. Hayalim hep oyunculuktu. Bazı insanlar mesleğini bulma açısından daha şanslı olurlar. O şanslılardan biri de bendim, çabuk karar verdim, hiç yalpalamadan ilerledim. Daha oyunculuğun okulu olmadığı zamanlarda bile, bunu isterdim. Böylece Bilkent Üniversitesi’nde oyunculuk eğitimi aldım. Çok da iyi bir eğitim aldığımı düşünüyorum. Osman’la da orada birlikte sahneye çıkmaya başladık. Bugün bu kadar rahat ve uyumluysak, sanırım bunu geçmişe dayanan bu paylaşımlarımıza borçluyuz. Aldığımız eğitimle sahne üzerinde aynı dili konuşabiliyoruz. ”

“DIŞARIDA BİR SAVAŞ VARKEN, İÇERİDE HİÇBİR ŞEY YOKMUŞ GİBİ YAŞIYORLAR”

İki Kişilik Hırgür ilk bakışta bir çiftin hikâyesi ve onların birbirlerine üstün gelme çabalarını anlatıyor gibi görünse de, temelde dibimize kadar gelen savaşa karşı kayıtsız duruşumuzu eleştiriyor. Bir anlamda sıradan durumların ötesindeki kayıtsızlığımız karşısında var oluşumuzdaki anlamsızlığı bize sorgulatmaya çalışıyor.

Hatice Tezcan, öncelikle oyuna dair genel bilgileri paylaşıyor. “Eugene Ionesco’nun yazdığı İki Kişilik Hırgür oyunu 1950’li yıllarda yazılan, absürt bir oyun. İkinci dünya savaşının hemen ardından yazıldı. Ionesco bunu yazdığında böyle şeyler olabilir diye yazdı. Biz burnumuzun dibine kadar gelen savaşı, kötülüğü, yobazlığı görmezden gelebiliriz. Bu olabilir diye yazdı. Hâlbuki aradan yetmiş yıl geçmesine rağmen biz bunu yaşıyoruz. Burnumuzun dibine kadar gelen savaşı görmezden gelerek, kendi kabuğumuza çekiliyoruz. Seyirciye parmağımızı sallamadan siz de, biz de bunlardan birisiniz demeye çalışıyoruz. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu olarak da sezonu işte bu nedenle ‘İki Kişilik Hırgür’ oyunuyla açmış bulunuyoruz. Oyun her ne kadar orijinalinde beş kişilik bir oyun olsa da yönetmenimiz Nehir Demirel tarafından daha kalabalık şekilde sahneye uyarlandı. Metinde bir takım parantez içi bilgiler vardı, biz onları da seyirciye göstermek istedik. Böylece askerleri de oyuna dâhil ettik. Kalabalık kadrolu bir oyun oldu.” Osman Ateş ise konuyu biraz daha detaylandırıyor. “Oyunun isminden ilk çağrışım iki kişinin kavgası gibi dursa da aslında çok önemli bir düşünceyi sahneliyor. Dışarıda bir savaş var, bu savaşın etkilerini hiç kanıksamayan, onunla ilgilenmeyen, içeride yaşayan bir çiftin basit konular yüzünden sürekli kavga edip, tartıştığını görüyoruz. Kaplumbağa ve salyangoz aynı hayvan mı diye tartışıyorlar, işte bu da bize absürt durumu, tuhaflığı anlatıyor. Dışarıda gerçek bir savaş varken, içeride iki kişi hiçbir şey yokmuş gibi yaşıyorlar, bundan doğan tuhaflığı da oyun bize anlatıyor. Bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın gibi bir düşünce ile bazı durumlarla bize dokunan kadar ilgilenmiyoruz. Aslında bu bizim toplumumuzla ilgili de olabilir ama tüm dünyada genel olarak bu sorun var. Bir kötülük, savaş, vahşet, yıkım size gelene kadar, sizin başınıza gelene kadar harekete geçmiyorsunuz. Onun acısını gerçekten yüreğinizde hissetmiyorsunuz. Sadece biraz üzülüp, hayatlarımıza devam ediyor, bunu değiştirmek, durdurmak için çaba sarf etmiyoruz. Buna yabancılaşma da diyebiliriz.  Bu oyunla da dışarıdaki savaş sadece efekt olarak değil, bir anlamda ete kemiğe bürünerek sahneye taşınıyor. Böylece oyun Nehir Demirel sayesinde daha güçlü bir anlatıma bürünmüş oluyor. ”   

“HEPİMİZ KENDİ KABUĞUMUZUN İÇİNDE YAŞIYORUZ”

Oyun kaplumbağa ve salyangoz tartışmasıyla başlıyor. Bu iki hayvan aslında birer simge olarak, tehlike anında kabuklarına çekilen günümüz insanını çağrıştırıyor. Osman Ateş bu benzetmeyi bizim için biraz daha detaylandırıyor.

“Kaplumbağa ve salyangoz kabuklu hayvanlardır. Aslında oyundaki bu çift de onları temsil etmekte. Hepimiz kendi kabuğumuzun içinde yaşıyoruz. Kabuğun içinde yaşama meselesi de kendini koruma derdi aslında. Dışardaki kötülük ya da savaş, bize yaklaştıkça kabuğumuza çekiliyoruz. Tehlikenin geçtiğini anlayınca da kafalarını çıkarıp yaşamaya devam ederler. Birebir insanların durumu da aynı şeydir. Tabii bu işler bazen öyle bir noktaya geliyor ki sonuna doğru artık bizi kabuğumuz da koruyamıyor.”

hh-009.jpg

“İKİ BENZEMEYENİN BİR ARADA OLMA DURUMU ABSÜRT TİYATRO’YU YARATIYOR”      

Öte yandan sohbet sırasında bahsi sıklıkla geçen Absürt Tiyatro’nun ne olduğuna dair bizi bilgilendiren Ateş, iki benzemeyenin bir arada olması durumunun absürt tiyatro ile anlatıldığını izah ediyor.

 “Biz oyunu çok gerçekçi oynamaya çalışıyoruz. Bu metnin doğasında, atmosferinde bir aykırılık var. Bu da nedir, dışarıda hakiki bir savaş var, içerideki insanların ise dışarıya müthiş duyarsızlığı var. Aslında her şeyi biliyor, görüyor ama ona yönelik eyleme geçmeyi tercih etmiyor. Umursamıyor. Saçını tarıyor, kitap okuyor… Absürt, tuhaf dediğimiz durum tam da buradan çıkıyor. Komedi de böylece başlıyor. İşte iki tuhaf, benzemeyenin bir arada olma durumu da Absürt Tiyatro’yu yaratıyor.”      

“BİZİ EN İYİ DEĞERLENDİRECEK SEYİRCİDİR”

İki Kişilik Hırgür oyununda derinliksiz iki karakteri, tiyatro diliyle iki farklı tipi canlandıran sanatçılar; dinamik ilerleyişi, bitmek bilmez didişmeleri ve aralarında geçen, hız kesmeyen diyaloglarıyla yadsınamaz bir performansı ortaya çıkarıyorlar.

Osman Ateş söze her projenin apayrı bir süreci, apayrı bir çabayı da beraberinde getirdiğini söyleyerek başlıyor, devam ediyor. “Her seferinde sıfırdan en iyi düzeyde oynamam istenen rolü kurmak için adım adım, an an her provada, evde, arkadaşlarla, yönetmenle istişare içinde çalışıyorum. Her zaman olması gereken zorlu bir süreçtir. Onu iyi geçirdiğim zaman da sahne üzerinde çok özgür, rahat hareket edebiliyorum. Oyunun prova süreci bu anlamda çok iyi geçti. Hatice ile uyum içinde çalıştım. Ekibin tamamı çok kısa sürede dış dünyayı, iç dünyayla paralel kıldılar. Sahne üzerindeki performansımızla ilgili olarak değerlendirme yapmaya haddim yok. Ben kendimi çok iyi hissediyorum, ama bizi en iyi değerlendirecek seyircidir diye düşünüyorum.”

Hatice Tezcan ise bugüne kadar yirmiden fazla karaktere hayat verdiğini, her zaman samimiyeti ön planda tutarak en fazla bunu kendine dert edindiğini söyleyerek sözü Osman’dan devralıyor. 

“Önce yaptığım şeyde samimi miyim, bu işe gerçekten inanıyor muyum bunu düşünürüm. Bu oyunda da bu kadın tipini canlandırırken son derece samimiyim. Saçımı taramamdan, on yedi yıllık eşimle parçalanmama, pişmanlıklarıma kadar hepsi çok samimi. Ben tiyatroyu çocuk oyunlarında bile bir okul gibi görmedim, seyirciye bir şey öğretmek lazım diye hiç düşünmedim. Hatta olgunlaştıkça, sokak neyse tiyatro da odur demeye başladım. Amaç seyirciye sahnede bir anlamda kendilerini göstermek, bunu başarabilmektir. Ben normal hayatımda yapamadığım şeyleri, sahnede yapabiliyorum. İşte seyircinin varlığı bu anlamda çok önemli.”          

Bu haber toplam 7493 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 357 Sayısı

Adres Kıbrıs 357 Sayısı