İki Taksi şoförü ve seçimler...
Bir hafta önce iki günlüğüne gittiğim İstanbul'da her zaman olduğu gibi, halkın nabzını taksi şoförleri üzerinden almaya çalıştım. Konuşabildiklerim arasından birincisi, AKP'ye oy vereceğini, halkın derdinin eve ekmek götürmek olduğunu, şartların ekonomik anlamda düne göre daha iyi olduğunu uzun uzun anlattı. Ya sosyal medyadaki yasaklamalar, ciddi yolsuzluk iddiaları, tape'ler diye sorduğumda, halkın bu tür iddialarla ve işlerle çok fazla ilgilenmediğini, çünkü bunları yapanların aynı konularda çoktan sınıfta kaldığını, bugün "temiz" diye ortaya çıkanların çoğunun yönetime geldiğinde bu tür işlere bulaştığını, örneğin Sarıgül'ün bu yöndeki icraatlarını çok iyi bildiklerini anlattı durdu. İkinci şoför arkadaş ise halkın olası AKP tercihine ciddi tepki gösteriyor, bu halkı anlamakta zorluk çektiğini anlatıyordu. Bu insanların akıllanması için başına daha ne gelmesi, ne tür dersler alması gerekir diye yol boyu söylendi durdu...
Sonuçlar açıklandıktan sonraki ilk açıklamalardan, AKP'nin herkesi şaşırttığını gördük. Göstergelere göre sandıktan birinci parti çıkması beklenen AK partinin, içinde bulunulan şartlar bağlamında bu denli büyük bir başarı elde etmeyi kendilerinin bile beklemediğini düşünmek mümkün.
Öncelikle, elde edilmiş olan "başarı"nın rastlantısal olmadığını belirterek yazıma devam etmek isterim. Yani...
1.Muhafazakar ve neo liberal parti kimliği ile bugün Türkiye'nin en kurumsal partisinin AKP olduğunu söylemek zor değil. Kurumsal yapılanma derken, siyasi parti yapılanması başta olmak üzere, Türkiye'nin sosyo-kültürel yapısını çok iyi kavrayarak buna en uygun siyaset üretimini merkezine almış, geniş kadro ağını kendi yapılanması içerisinde konumlandırmayı başarmış, liderlik müessesesi olarak bilimsel temelli ve sonuç alıcı çalışmalar yapmasını belirtebilirim. Bu çerçevede AKP kadrolarının yaptığı güvenilir analizlerle toplumu diğer siyasi partilere göre çok daha doğru okuduğunu düşünmek mümkün. Hem toplumun somut beklentilerini hem de yarattığı toplum algısı üzerinden kendi siyasetini kurgulayan AKP, çok geniş toplum kesimlerini, kendi ideolojisi çerçevesinde yönetmektedir.
2.Bugün Türkiye'deki büyük partiler arasında liderlik konusunda, AKP Başkanı ile yarışabilecek bir figürün olduğunu düşünmek mümkün değil. Ancak, liderlik kendi başına bir kurumsal yapıdan bahsediyorum. Bu yapı ya da ekip süreklilik arzeden bir disiplinle çalışıp, donanımlı-deneyimli halkla ilişkiler uzmanlarından, metin yazarlarından, sosyologlardan ve iletişimcilerden oluşur. Bu yapılanma Batı ile ilişkili bir Doğu toplumu olan Türkiye için "heyecan verici, yönlendirici, ikna edici ve etkileyici" söylem kurgularıyla, TC Başbakan'ı Erdoğan'ın söylev kabiliyetini bütünleştirmeyi başarmıştır. Sonucun bu bağlamda pek tartışılır bir yanı yok. Türkiye'nin muhafazakar toplum dokusu için sonuç "biçilmiş kaftan"...
3.AK Partinin en büyük avantajı rakipsizliği... AKP'nin karşısında inandırıcı bir muhalif parti olmaması, kendileri için büyük avantaj. CHP ve MHP'nin kendi ideolojik eksenleri ile hesaplaşmadan ve kadroları bağlamında yenilenmeden, inandırıcı olmaları, gelişmeleri de mümkün değil. Bırakınız Liderlerinin silikliğini, kurumsal yapılarının arkaikliğini, bu partiler icraat merkezli bir siyaset yerine, katı ve tabulaşmış "büyük anlatıları" bağlamındaki siyasi konumlanmaları ile kendi kendilerini verimsiz kılıyorlar. Özellikle Türkiye için temel sorunların başında gelen Kürt konusunda CHP'nin ve MHP'nin çözümsüzlük üzerine kurulu tavrı ortadadır. Kendi ayaklarını bağlayan Kemalist ve Milliyetçi ideolojik arka yapılarına dayalı siyasi söylemlerinin Kürt sorununa ya da "akan kanın durmasına", "kürt kimliğinin anayasal bağlamda tanınmasına" hiçbir katkı sağlamaması dikkate alınmalıdır. Bugün sorun çözülmese de, Anayasa değişiklikleri ve demokratikleşme ile ilgili yasalar gerçekleşmemiş olsa da şu anda Kürt sorunu bağlamında kan akmıyor ve sürdürülen "iyi kötü" bir çözüm süreci vardır..
Sonuç olarak AKP'nin seçimlerden başarı çıkmış olması, Türkiye'deki demokratik mücadelenin biteceği ya da AKP ile Kemalistler arasındaki mücadelenin sonlanacağı anlamına gelmez. Özellikle Gezi olayları bağlamında hayat bulan "yeni muhalefet" in demokratikleşme konusunda ve otokratik söylemler bağlamında sessiz kalacağını düşünmek de mümkün değil. İnsan hakları ve demokrasinin önüne çekilen her engelin aşılma mücadelesi yaşamın doğası gereğidir. Özgürlüklerin kısıtlanmasına hiç kimsenin sessiz kalması düşünülemez. Erdoğan'ın toplumu kucaklamak yerine, otokrat tavrını sürdürmesi ciddi tepkilere ve gelişmelere yol açacaktır. Balkon konuşması bu anlamda iyi bir örnek değil ne yazık ki... Bu anlamda önümüzdeki günlerde Türkiye'de suların durulmak yerine, yeni gerginliklere yönelme olasılığı çok yüksek.
Bundan sonraki süreçte etnik kökene dayalı siyaset yapmanın dezavantajını kendi içinde barındıran ve tek muhalif hareket olan BDP'nin nasıl bir siyasi strateji izleyeceği, gündemi belirleyecek ana konu olacak diye düşünüyorum.