“İki taraf da yaşananlardan hala ders çıkarmadı…” 3
Bülent Şemiler’in ailesinden tam dört “kayıp” var… 1963-64’te amcaları Ekrem Şemiler ve Şahap Şemiler “kayıp” edilmiş, nenesinin Karpaz’daki sülalesinden baba-oğul Mustafa İzzet Zorba ve Menteş Zorba da hala “kayıp”… Bülent Şemiler anlatıyor
Ailesinden dört “kayıp” olan Bülent Şemiler’le röportajımızın son bölümü şöyle:
SORU: Kaymaklı’daydı evi, onu da kaybettiydi herhalde…
BÜLENT ŞEMİLER: Esas evi Kaymaklı’daydı. Dedem da kitaplara çok düşkündü, büyük kütüphanesi vardı, yaktılar evini da… O kitaplardan bir kısmı bendedir, dedemin kitapları, eski kitaplar…
SORU: Deden Larnakalı’ydı…
BÜLENT ŞEMİLER: Larnakalı’ydı evet… Biz bunları, hepsini unuttuk ve Rumlar’la empati da yaptık. Dedik “74’te da size da oldu aynisi… Unutalım bunları. Dostluk yapalım” falan… Annan Planı’yla da umutlandı herkes, adaya bir barış gelecek diye. Fakat beni üzen şey, görüyorum ki hala daha geçmişi unutmayanlar ve geçmişten intikam almak isteyen çevreler var iki tarafta da…
Bizde mesela bu eziyetleri çekmiş, hakikaten da memleketi için icap ettiğinde silahlı çatışmada bulunmuş, icap ettiysa başka türlü hizmet etmiş insanlar var… Kenara çekildiler. Hiçbir şekilde hizmet etmemiş ve Rumlar’dan kalan malları ganimet etmiş insanlar ortalara atılıp “kahraman” rollerinde basbas bağırırlar, kim versiysa bu hakkı kendilerine. Ve bunlar “Aman barış olmasın, aman aynı şeyler tekrar yaşansın” istermişçesine konuşurlar. Rum tarafındakiler da, bir kısmı, oturun, yemek yen, eğlenin, işte iki toplumlu foklör, yok müzik, yok kültür falan… İş yapmaya gelince, “Gel ortak olalım, gel yönetim kurulunda oturalım”, “Yok” der sana, “sen tanınmamış devletsin, ben tanınmış devletim…”
Ve çok tuhaftır, Türkiye’yi suçlarlar 74 hadiselerinden ya, bizi suçlamazlar, sana gelip derler, “Türkiye’ynan biz ortak oluruk, Türkiye firmasıysa iş yaparık ama KKTC firmasıysa iş yapmayık!” Ne tuhaf ha!
Öyle bir ülke oldu, Rum tarafında Türkler mal alamaz, malını geri alamaz… Türk tarafında Rumlar mal alamaz, malını geri alamaz ama Çinli, Rus, Arap, herkes bunun içinde mal alabilir, bir tek Kıbrıslılar alamaz! Dışarıdan baktığında den, bunlar tımarhaneliktir hepsi… Aklıları yoktur… Kendi memleketlerinin insanları mal sahibi olamaz ama ta Çin’den, nerden gelirsa biri, alabilir istediği malı, iki tarafta da…
Daha da tuhaflıklar var… Girne’de çağırın adamı, “Gel evde yemek yemeye…”
“Ben” der, “gelmem KKTC’ye, Girne’ye, görmek istemem, prensibimdir...”
Ama Ercan’a gidip uçabiliyor ordan!
Yani benim gördüğüm hala daha, iki taraf da ders almadı bu işlerden…
SORU: Maalesef öyle…
BÜLENT ŞEMİLER: Ders alsalardı eğer, Mandela’nın Güney Afrika’da yaptığı gibi yaparlardı bu soruşturmaları, bu cinayetleri ve ekspoze yaparlardı, öldürenler kimdir… Sen bunları şimdi, bu öldürenleri ortaya çıkarıp da ister affa uğratın, affeden ama cinayet olduğunu kabul edecek her taraf… Sivil halk savaşta öldürülmez, cinayettir… Şimdi gene öldürme hakları vardır, iki taraf birbirini öldürebilir çünkü kimse kınamadı bu işi. Öyle bir ülkede yaşarız ki, her iki taraf da yalnızca canlı insanları değil, onların cesetlerini bile “kayıp” ettiler, bunları gizlediler, sakladılar…
SORU: “Accountable” değiller, yani hesap vermediler bu konuda…
BÜLENT ŞEMİLER: Değiller…
SORU: Ekrem Şemiler da, Şahap Şemiler da sivildi… Silahlı değillerdi… Mevzide değillerdi… Mevzide öldürülmediler. Direk biri kendi evinde vuruldu, diğeri da yoldan alınıp “kayıp” edildi.
BÜLENT ŞEMİLER: Evet…
SORU: Şahap Şemiler’le ilgili ne duyduydunuz?
BÜLENT ŞEMİLER: Oğlu Şemi Bora İngiliz Okulu’ndaydı, oğlunu gelip almak istedi hadiselerin içinde.
SORU: Mağusa’da işlerdi?
BÜLENT ŞEMİLER: Mağusa’da Kaymakamlık’taydı… Halbuki bilmezdi, babam Hamit Şemiler gitti aldıydı Şemi Bora’yı İngiliz Okulu’ndan…
SORU: Dört kardeştirler… Kemal Şemiler, Ekrem Şemiler, Hamit Şemiler, Şahap Şemiler…
BÜLENT ŞEMİLER: Bir da kızkardeşleri Tomris var İstanbul’da. Şimdi hepsi bunların Amerikan Akademisi mezundur, Larnaka’dan. Ve hepsi İngilizce, Türkçe, Rumca bilir. Ve hepsinin Rum arkadaşları varıdı, beraber yaşadılar, beraber büyüdüler… Öyle bir jenerasyondan gelirler… Ve maalesef bunların jenerasyonunda kötü olaylar yaşandı.
SORU: Baban gidip aldıydı Şemi Bora’yı okulundan… Şahap Şemiler bunu bilmezdi… Çıktı Mağusa’dan gelsin…
BÜLENT ŞEMİLER: Evet… Polisler durdurdu kendini yolda, dediler “Yahu biz seni bilirik, sen devletin görevlisisin… Kaymakamlık’ta District Officer… Dön geri da çıkma sokaklara da bak, kötü adamlar var bizim tarafta da…”
SORU: Yani Kıbrıslırum polisi dedi bunu?
BÜLENT ŞEMİLER: Evet. Rum polisi, geri yolladı kendini. Bu sefer kalktı, durmadı yerinde, Mağusa’dan kalktı gitti Larnaka’ya da oradan gelsin Lefkoşa’ya… Larnaka çıkışında Lefkoşa’ya, tuttular kendini. Götürdüler Larnaka polis istasyonuna… Ondan sonra EOKA aldı kendini. Getirdiler – denildiğine göre – Lefkoşa hapishanesine, buraya… Hangi suçtandı, ne gerekçeyle bilmem… Ve ondan sonra kaç gün kalmış işte hücrede… Hücre arkadaşları konuştu. Daha sonra oradan Türkler’i alıp götürüp derede vurup gömdükleri söylenir.
SORU: Hatta denir ki gömdüler oraya ve iyi gömmedikleri için bir süre sonra naaşları çıktı ortaya ve aldılar ve Strovulo’daki kuyulara attılar…
BÜLENT ŞEMİLER: Kim söyler bunları?
SORU: Okurlarımız söylediydi… Strovulo dediğim aslında Parisinos denen böyle, Cineplex’in bulunduğu bölge… Cineplex’ten Apollonion hastanesine giden ya, o civar boştu tamamen… Sıra kuyular vardı orada… Orada yapılan kazılarda bir kuyuda beş, bir diğer kuyuda da sanırım beş Kıbrıslıtürk’ün kalıntıları bulundu – Kutlay Erk’in babası Mustafa Arif mesela orada bulundu. Bu bölgede bizim bir şahitle gösterdiğimiz ama henüz kazılmamış bir başka kuyu daha vardır, daha geride, eski portokal bahçesinin yanında… Karşısında elektrik trafosunun orada da bir kuyu olduğu, buna da gömü yapılmış olabileceği da anlatılır. Gene bu bölgenin ilerisinde bir başka gömü yeri daha olduğu anlatılır… Gene oradaki iki katlı beyaz evin altında da bir gömü yeri olduğu anlatılır… Bu konuda çok şey anlatılır, çok iddialar vardır…
BÜLENT ŞEMİLER: Kutlay’ın babası nereden kayboldu?
SORU: Hastaneden “kayıp” edildi. Hapishanede birlikte çalıştığı bazı Kıbrıslırum arkadaşları gelip aldı kendini, öldürdü ve Parisinos’taki o kuyuya attı… Son olarak eklemek istediğin bir şey var mıdır?
BÜLENT ŞEMİLER: İki tarafın sorumlu yöneticilerinin, bundan ders çıkarmaları lazım, okullarda bunları okutmaları lazım. “Kayıp” insanları, öldürülen sivilleri temsil eden Rum-Türk aileleri beraber okullara, ortaokuldan başlayarak ortaokul-liselere davet etmeleri lazım. Bunları biz tarih derslerinin içine veya başka derslerin içine, sosyal faaliyetlerin içine serpiştirip ders almamız lazım ki ileride daha kötü olaylar yaşamasın iki taraf. Güney Afrika’yı da iyi çalışsınlar… Onlar nasıl yaptılar, oradan da dersler çıkarıp burada uygulayabilirler. Ama benim gördüğüm, iki tarafın liderleri hala daha küllenmiş ateşe benzin dökmekle meşguldür. Diyeceğim odur…
İki toplum hala daha bu yaşananlardan ders almamış ve gereken yasal işlemlere başlamamış durumda, günlük yaşamlarına devam etmektedirler. Yaralar kapanmadığı için de iki toplumlu barışma olmamış durumdadır. En basit ihtiyaçların ötesine geçemeyen iki toplumlu yaşam devam etmektedir. Karşılıklı empati hala belli bir okumuş kitle dışında oluşmamıştır. Kıbrıs’ı uzun yıllar idare etmiş İtalyan Venediklilerden kalma Kıbrıslıların kullandığı deyim ile “Vordo” denilen tipler hala daha ortalarda nefret tohumlarını saçmakta ve İdareler tarafından engellenmemektedir. Bize olunca kötü onlara olunca iyi felsefesi devam etmektedir. En son yaşanan örnekler de pek iç açıcı değildir. Ben şahsen Rum tarafında arabası çizilen veya camı kırılan Türkler için feryat eden ve BM’yi göreve çağıran siyasi liderlerimizin Kuzey’de bir Rum’un başı taşla ezilip öldürülünce hiç ses çıkarmamalarını bunun bir örneği olarak görmekteyim. Bu her iki taraf için de geçerlidir. Halbuki müşterek bir komisyon BM başkanlığında oluşabilir ve bu adi cinayetlerin aydınlığa kavuşması için insanlık adına çalışabilirler.