İki toplumdan “kayıp” yakınları, Kayıplar Komitesi’nden neler istedi, neler önerdiler? (3)
“Birlikte Başarabiliriz” örgütünün bir araya getirdiği “kayıp” yakınları ile Kayıplar Komitesi toplantısında, “kayıp” yakınları çeşitli öneriler yaptı…
Geçtiğimiz Çarşamba günü (21 Şubat 2018) eski Fulbright ofisinde İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Kurbanları’nın örgütü “Birlikte Başarabiliriz” bir toplantı düzenleyerek, Kayıplar Komitesi yetkilileri ile “kayıp” yakınlarını bir araya getirmişti… Bu toplantıda “kayıp” yakınları, Kayıplar Komitesi’nden neler istedi, neler önerdiler? Bugünden itibaren iki toplumdan “kayıp” yakınlarının toplantıda neler söylemiş olduklarını yayımlıyoruz…
Ünsal Özbilenler: “Zamanımız çok daralmıştır…”
“Ben “kayıp” yakınlarının acısını paylaşıyorum. Buradaki fotoğrafta görülen, benim tek dayımdı, Kalavason kökenli. Ve kendisi Nisan 1964 tarihinde Lefkoşa-Limasol yolunda şöförü ve arkadaşı ve arabasıyla birlikte “kayıp” olmuştur. Biz aile olarak uzun yıllar bir araştırma yaptık çünkü rahmetlik babam da bir dönem Kıbrıs Cumhuriyeti polis teşkilatında çalıştığı için bazı araştırmalar yaptı. Ve özellikle 1964-1967 yılları arasında yollardan alınıp “kayıp” olan özellikle Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın polis barikatları kurularak yollardan alındığını ve bunların poliste kayıtlı olabileceği düşünüldü ve bu düşünceye ben de sahibim. Yine araç kayıt dairesinde yaptığımız araştırmada, düşünebiliyor musunuz 1964’te kaç tane araba vardı Kıbrıs’ta? Ve dayımın kamyonu AH493 plakalıydı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin şu anda Araç Kayıt Dairesi’nde AH492 numaralı aracın dosyası vardır, AH493 plakalı aracın dosyası yoktur, AH494 plakalı aracın dosyası vardır örneğin… Yani “kayıp” olan bu arabaların dosyaları da yetkililerce silinmiştir. Burada otoritenin, her iki tarafın da yani hem Türk tarafının, hem Rum tarafının polisinin devreye girmesi lazımdır. Bunu da başarabilecek, az önce Mihail arkadaş söyledi, başkanların “Nasıl seçilirim da tekrar başkan olurum da benim partim biraz daha kaymak yer” anlayışında değil de, “Kıbrıs’ta acı çeken bu 2 bin dolayındaki ailenin acısını nasıl azaltırız?”… Önce buna eğilmeleri lazım. Sonra da çözümdür, işte anlaşacaksak anlaşacağız, anlaşmayacaksak, ayrılacaksak ayrılacayık, ona da karar versinler diye düşünüyorum. Ama bu hayatta her gün azalıyor aileler, dayımın tüm ailesi şu anda ölmüştür, hanımı ölmemek için direniyor belki buluruz diye…
Ben şu anda Kayıplar Komitesi’nin bir çalışanıyım, araştırmacı olarak. Hem kuzeyde, hem güneyde araştırma yapıyorum… Hem Kıbrıslıtürkler için, hem Kıbrıslırumlar için araştırma yapıyorum… Bizim tarafta “kayıp” Rumlar’ı araştırıyorum, diğer tarafta Türkler’i araştırıyorum. Ben komiteye girmeden önce, “Ne iş yapar bunlar?” diye düşünüyordum. “Acaba iş yaparlar mı, yapmazlar mı? Nedir yaptıkları?”
Komite’de çalışmaya başladıktan bir süre sonra gördüm ki gerçekten herkesin, hem Türk tarafındaki ekip, hem Rum tarafındaki ekip, iki el değil dört elle bu işe sarılmış vaziyettedirler… Araştırmacıları da, arkeologları da, yöneticileri da, laboratuvarda veya ofiste çalışan herkes de… Herkes farkındadır ki zamanımız azdır. Herkes farkındadır. 64’ü ve 74’ü hesapladığınızda, zamanımız çok daralmıştır. Bu benim şahsi fikrimdir, önümüzde belki da beş yıl kalmıştır. Belki… Bulabilmemiz için… Fakat şunu içtenlikle söyleyebilirim ki Kayıp Şahıslar Komitesi çalışanları, azminin üzerinde çalışıyor bu “kayıplar”ı bulabilmek için, yöneticileri dahil bu konuda, bundan çok emin olarak söylüyorum size.
Ben geçen hafta Baf’taydım, yarın da Karpaz’a gideceğim. Geçen hafta da Karpaz’daydım… Konusu geçti burada, onun için söyleyeyim, Galatya’yla ilgileniyoruz, Yalusa’dan “kayıplar”la ilgileniyoruz, yarın gideceğim oraya. Araştırmalarımıza devam edeceğiz. Böyle gidersek ve siyasiler de biraz destek verirse, işin içine otoriteleri de katarlarsa, hepimiz, hep birlikte başaracağımıza inanıyorum, teşekkür ederim.”
İlias Dimitriu: “Mia Milya’dan “kayıp” büyükbabamla ilgili herhangi bir görgü tanığı yok ama potansiyel gömü alanları var…”
“Merhaba, benim adım İlias Dimitriu, beni biliyor olabilirsiniz çünkü iki toplumlu programlarda görev yaptım, siyasi olarak da çalışmalarım var ve komite üyeleriyle ara bölgede siyasi parti üyeleriyle de bir araya geldik, Sevgül Hanım da vardı… Ve gençlerle, gençlere yönelik “kayıplar” konusunda eğitim de düzenledik, EDON’la işbirliği, CTP ile işbirliği yaptık bu konularda. Ve onlara çok uzak konuları ele aldık, yaşlarından dolayı çok uzak konuları ele aldık. Ama bu konuların ele alınması çok önemliydi ve bu çalışmaların da devam etmesi gerekiyor aslında.
Bugün buraya davet edildim, neden davet edildim? Ben de bir “kayıp” yakınıyım… Ve ben de o bilinçle konuşacağım…
Ben, “kayıplar”ı resimlerinden bilen bir kuşağın mensubuyum. Ve hiçbir zaman bu “kayıp” şahıslarla tanışma fırsatım olmadı… Ben 1974’ten sonra doğdum, benim ailemde üç “kayıp” şahıs var… Babamın kardeşi “kayıp” idi, bulundu, annemin amcası “kayıp” idi, o da bulundu… Bu insanlar asker olarak öldüler. Büyükbabam ki onun ismini taşıyorum, kendisi hala “kayıp”… Mia Milya’dan kendisi, İlias ismi, bu benim en çok sevdiğim resim büyükbabamdan kalan ve işte kendisi eşeğinin üzerinde, çiftliğinde…
Ve ben ilk kez bu yeri geçen yaz ziyaret ettim. Belki de orada gömülüdür… Bu, zorlu bir konu çünkü özellikle büyükbabamla ilgili herhangi bir görgü tanığı da yok… Herhangi bir görgü tanığı bilgisi de yok… Bu adam hayvancılık yapıyordu, traktörünü almaya gitti, 14 Ağustos 1974 en son görüldüğü gün, arkasından da izini kaybettik…
Sayın Ksenofon Kallis’le temasa geçtik, Sevgül Hanım’la temasa geçtik daha önce ama maalesef bazı şeyleri ortaya çıkarmak çok zor çünkü görgü tanığı yok ortada… Potansiyel gömü alanları var, gömülü olabileceği alanlar var, işte kuyular var o bölgede…
O yüzden ben sözlerimi şunu söyleyerek ve sizden şunu talep ederek, isteyerek tamamlamak istiyorum: “Kayıp” şahıslarla ilgili olarak potansiyel gömü alanları bazen söz konusu olabiliyor… Ama potansiyel gömü alanlarıyla birlikte de görgü tanığı olmayabiliyor…”
Ertan Demirağ: “Benim babamın ve dedemin “kayıp” olduğu yer, Lefkoşa’daki polis karakoludur…”
“Merhaba, ismim Ertan Demirağ… Limasol’da yaşıyorduk… Babam 21 Nisan 1964’te Lefkoşa’ya gidiyor, babam ve dedem… Babam Memduh Sadık ile dedem Sadık Elmas… Yanlarında da bir kişi… O tarihte ben dört yaşındaydım. Babam 27 yaşında, dedem 48 yaşında… Bugün ben 58 yaşında, oğlum 30 yaşında oldu… Annem 78 yaşında, hayatı gitmiş ve şu anda her şey aklından silinmiş bir şekildedir.
Benim tek istediğim Lefkoşa’ya giriş yapıyor üç kişi… Oradaki polis ki biliyoruz, yaşadım, bir günlüğüne gidiyoruz Lefkoşa’ya ve bir hafta sonra Limasol’a döndüğümü hatırlarım ben yollar kapalı olduğu için… Çıkış yeri da belli: Mağusa Kapısı… Oradan giriyor üç kişi, diğerini bırakıyorlar, dönüşte babam ve dedem orada “kayıp” oluyor. Lefkoşa’dan çıktıktan sonra işte aradaydı da falan, benim düşünceme göre kesinlikle benim babamın ve dedemin “kayıp” olduğu yer, Lefkoşa’daki polis karakoludur. Barikattadır ve bu insanlar alınıyor, gidiyor ve bugün hala ortada yok.
Rahmetlik nenem – bu dediğim 1964’te – Rum tarafına geçip polisten araştırma yapıyorlar… Ve hiçbir zaman bir bilgi vermediler. Sizin oradan alınan bir insan hakkında sen polis olarak kayıt da tutmaz mısın? Hiçbir şey yok mu gerçekten yani? Üstelik da 1974’te olsa diyeceğim ki 1974’te tamam, savaşın içinde kimin ne yaptığı belirsiz idi… Aldı, yaptı yapacağını… Ama sen 1964’te, çatışma yok, bir şey yok, bu insanları alıyorsun oradan, kime teslim ediyorsun? Kime teslim ediyorsun?
Arkadaşın dediği gibi, arabası… Benim babamın arabası da… Ben dört yaşındaki çocuk, hala hatırlarım, beyaz Triumph iş arabası… O araba da yok… Nere gitti? Arabayla beraber mi gömdüler? Arabayla beraber mi gömdüler bu insanları? Hiçbir şey yok… Benim artık siyasilerden da bir şey beklediğim yok… İşte birkaç kişi, Sevgül Hanım gibi, bu Kayıplar Komitesi’nin uğraşması… Ben siyasilerden, ister bu taraftan, ister o taraftan, ben siyasilerden da bir şey beklemiyorum… Onlar ancak biri gazı düşünür, öbürü bilmem neyi düşünür…
Benim söyleyeceğim, lütfen artık, biz da ölüyoruk, en azından ölmeden alalım babamızı, dedemizi, koylum, bilelim aha buradadır… Ben ölecem, gidecem, kim bulacak? Dört yaşındaydım, 58 yaşında oldum! 54 sene geçti, dile kolay… Yani bunun ceremesini kim ödeyecek? Bir da bu insanları alıp yok ettiler ve hiç kimse da bunların hesabını vermiyor… Neden? Yahu bu insanları öldürenler bilinmez? Uzaydan mı geldi bu insanlar? Kimse bunun hesabını vermiyor… Ben çok araştırdım, ben da okurum, yani üç-beş kişinin yaptığı şeyleri, bu adamlar bulunamazdı? Bulunurdu ama işte yapmadılar, bıraktılar kapansın…
Benim söyleyeceğim bu kadar, lütfen yani ne olur, artık kurtulalım bu dertten… Başka bir şey söylemem ben…”
Yusuf Çaylar: “Üç vakada da fail aynı kişidir…”
“Şimdi burada konuşurken, bir ortak nokta yakaladım, bir, iki, üç… Üçümüzün vakası, aynı bölgede… Yani Tijen Gülle’nin babasının, benim babamın ve Ertan Demirağ’ın babasının vakası aynı bölgede… Biz, kendi yaptığımız araştırmalarda, ben eminim üç vakada da fail aynı kişidir. Eğer şu anda hayatta olan o kişiyi bir şekilde konuşturabilirsanız, bu üç vaka da aydınlanacak… Teşekkür ederim…”