İklim krizi en nihayet sömürgecilere ulaşınca!
Global Güney ve Doğu’yu sömürerek “gelişen” ve endüstrileşen ve bunu yaparken iklimde yarattığı tahribatın ceremesini ise diğer ülkelere çektiren Avrupa’ya, en nihayet iklim krizi uğradı.
Global Güney ve Doğu’yu sömürerek “gelişen” ve endüstrileşen ve bunu yaparken iklimde yarattığı tahribatın ceremesini ise diğer ülkelere çektiren Avrupa’ya, en nihayet iklim krizi uğradı. Son gününde bulunduğumuz bu hafta özellikle orta Avrupa ülkelerini oldukça kötü etkileyen, yirmiden fazla insanın yaşamına malolan sel ve fırtınalara şahit oldu. Boris Fırtınası ismi verilen hava olayı özellikle Polonya, Çekya, Avusturya ve Romanya’yı etkiledi. Polonya’da 40.000’in üzerinde nüfusa sahip Nysa kenti tamamen boşaltılmak zorunda kaldı.
Tüm Avrupa Birliği kurumları alarm moduna geçip sel ve etkilerine ilişkin strateji ve önlemleri değerlendirmeye aldılar. Karbon ayak izi yönetimi ve çevre politikaları ile oldukça gurur duyan Avrupa Birliği’nin, yaz başı gerçekleşen Avrupa Parlamento seçimleri sonrasında yeni yönetim dönemine hazırlanırken ve Komisyon Başkanı Von der Leyen’in de ikinci dönem kabinesini açıkladığı bir tarih noktasında böylesi bir çevre felaketi deneyimlemesi en basit tabiri ile endişe vericidir. Sol ve yeşilci siyasi partilerin aksine göçmen karşıtı ve faşist aşırı sağın yükselişte olması, öte yandan 2020 yılında yürürlüğe koyulmuş Green Deal (Yeşil Mutabakat)’ın 2050 hedefleri, Avrupa Birliği’nin henüz yeni ve çok sert şekilde yüzüne vuran iklim krizi meselesini nasıl yöneteceği konusunda soru işaretlerini beraberinde getiriyor.
Siber saldırı mı? Yoksa uzaktan kumandalı bomba mı?
İsrail’in açıkça üstlenmemiş olmasına rağmen, bu hafta Lübnan’da Hizbullah mensuplarının, siber saldırıdan korunmak amacıyla tercih ettikleri, çağrı cihazi ve telsizlerin uzaktan patlatılması ile gerçekleşen iki büyük saldırı güvenlik ve teknoloji uzmanlarını aranan uzmanlar haline getirdi. Elbette akıllardaki soru, çatışmanın şekli ve araçları değişti mi? Bahse konu teknolojik araçları kullanan herkes bir gün bir saldırıya kurban gidebilir mi? Ya da böyle kitlesel ölçekte bir saldırının aracı haline gelebilir mi?
Kimi uzmanlar konuyu siber güvenlik konusunun geldiği son aşamayı gösterdiği açısından değerlendirdi ve bunun yazılım üzerinden gerçekleştirilmiş ileri düzey bir kitlesel saldırı olarak kategorize etti. Bu denli ileri düzeyde bir siber saldırıyı uygulama kapasitesine de İsrail’in sahip olduğunu, dolayısıyla büyük ihtimalle şüphelenildiği gibi İsrail’in bu saldırının arkasında olduğunu değerlendirdiler.
Daha geleneksel güvenlik uzmanları ise, bunun siber değil tamamen istihbarata dayalı uzaktan yönetilen fiziksel bir saldırı olduğu yönünde görüş bildirdiler. Tamamen kuvvetli bir istihbarat ile söz konusu cihazların Hizbullah tarafından satın alınıp kullanılacağı bilgisine erişildiğini ve bu istihbarat doğrultusunda da cihazların firmanın bilgisi dahilinde veya olmadan Hizbullah eline erişmeden modifiye edildiği ve uzaktan yönetilebilecek birer patlayıcıya dönüştürüldüğünü iddia ettiler.
Saldırının nasıl organize edildiği ve sonrasında böyle saldırıları hem İsrail-Hizbullah çatışmasında hem de başka sıcak çatışmalarda görüp görmeyeceğimiz sorusu ve beraberinde elektronik tüm cihazların birer silaha dönüşebileceğine dair endişeler süredursun, Cuma günü İsrail bu sefer açıkça, Lübnan’da planlanmış bir hedefi bombaladığını ve Hizbullah’ın üst askeri yönetimine mensup iki komutan ile diğer üst düzey yöneticileri etkisiz hale getirdiğini kamuoyu ile paylaştı. Hizbullah, ölenlerden arasında üst düzey askeri liderler olan İbrahim Akil ile Ahmed Vehbi’nin olduğunu doğruladı.
Bir yıla yakın bir süredir Gazze’de sürdürdüğü insanlık dışı saldırılarına ara vermeyen ve Filistinliler’e soykırım uygulamakla itham edilen İsrail’in bu hafta gerçekleştirdiği bu saldırılar, uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler düzeninin içkin adaletsizliğini ve parasal ve askeri güç sahibi odakların hiçbir şekilde kontrol edilemeyeceğini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.
Avrupa Konseyi Delegeler Konseyi Rock Ruby Davası değerlendirmesi: Her iki taraf da memnun
17-19 Eylül tarihleri arasında Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi toplantısı Kıbrıs’ta mülkiyet konusunu ele aldı. Mesele Rock Ruby Hotel (bugünkü Rocks Hotel) sahiplerinin Türkiye karşısında açtıkları, Türkiye’nin adayı işgali dolayısıyla mülkiyet haklarından faydalanamıyor olması üzerinde yoğunlaştı. Söz konusu mal sahiplerine Taşınmaz Mal Komisyonu üzerinden 10.5 milyon İngiliz Sterlini değerinde tazminat ödenmişti. Türk tarafının talebi, Türkiye’nin AİHM kararını gerektiği şekilde uyguladığı yönünde bulgu yapılarak dosyanın kapatılmasıydı. Hatırlanacağı üzere, 2010 yılında AİHM Demopoulos kararı ile Taşınmaz Mal Komisyonu’nun sözleşme şartları gereği etkin bir çare olduğuna hükmetmişti.
Komite, tamamladığı toplantısında Rock Ruby Hotels Ltd. dosyasının kapatılmasına ve TMK üzerinden ödenmiş olan tazmiantın Türkiye’nin sözleşmeden ve mahkeme kararlarından doğan sorumlulukarını yerine getirmiş sayılması yönünde yeterli olduğuna karar verdi. Öte yandan, Komitenin Kıbrıs Rum tarafını memnun eden değerlendirmesi ise, bu münferit dosyanın kapatılması kararının hiçbir şekilde yerinden edilmiş Kıbrıslı Rumların mülkiyet haklarına ilişkin genel tedbirlere ilişkin değerlendirmelerine Komitenin devam etmesinin önünde bir engel teşkil etmediği oldu.
Kısacası, Türk tarafı münferit dosyada elde etmek istediği sonucu elde edip, Taşınmaz Mal Komisyonu’nun AİHM nezdinde etkin bir çare olduğunu bir kez daha teyit ettirmiş oldu. Öte yandan Kıbrıs Rum tarafı ise, bu münferit dosya kapanmış olsa dahi, Türkiye’nin adadaki varlığı sebebi ile Kıbrıslı Rumlar’ın topyekün mülkiyet haklarının ihlal edilmiş olduğunun bir gerçek olduğunu ve konunun tek başına TMK ile kapanmış sayılamayacağına dair bir sözü elde etmiş oldu.