İlahi dönem
Bir süredir, söylenti olarak gündemdeydi.
Görünüşe bakılırsa o söylentiler şimdi gerçek oluyor.
İlahiyat Fakültesi açılması gerekliliğine dair açıklamalar tepkiyle karşılanırken, sessiz sedasız bir üniversite bünyesinde tam burslu olarak eğitime başlan
Bir süredir, söylenti olarak gündemdeydi.
Görünüşe bakılırsa o söylentiler şimdi gerçek oluyor.
İlahiyat Fakültesi açılması gerekliliğine dair açıklamalar tepkiyle karşılanırken, sessiz sedasız bir üniversite bünyesinde tam burslu olarak eğitime başlandı.
Kamuoyu vicdanı kimin ne karşılığı bu bursu sağladığı, kimin bundan nasıl bir çıkar elde ettiği konusunda rahat değilken, şimdi meslek liselerinde imam yetiştirilmesi için yeni bir müfredat uygulamasına geçileceğinden bahsediliyor.
Beklenti ise, kayıtların bugünden itibaren başlaması...
Tam burslu üniversite eğitimi varken, üstelik bu uygulamanın da nasıl bir hedefle nasıl bir açığı kapatacağı henüz netleşmemişken neden lise düzeyinde böyle bir uygulamaya ihtiyaç duyuluyor?
Bu müfredatın gereklerini, özellikle mali boyutunu kimin neden karşılayacağı da ayrı bir soru işareti!
Özellikle de eğitim genelinde bu kadar ciddi eksiklikler varken…
Bu müfredatın kimler tarafından verileceği bilinmiyor. Eğitim döneminin ortasında böyle bir uygulamaya neden ihtiyaç duyulduğu ya da kaç öğrencilik bir kontenjan hedeflendiği de bilinmiyor.
Adı geçen liselerden başka okullarda da benzeri bir uygulama olup olmayacağı da meçhul.
Her zamanki gibi sessiz sedasız ben yaparım olur mantığıyla hareket ediliyor.
Yani sadece ekonomi politikalarında değil, artık sosyal ve kültürel alanda da toplumun söz söyleme hakkı elinden alınarak, ani ve radikal kararlar verilebiliyor.
Birileri CTP’nin açıklamasında vurguladığı gibi Türkiye’ye şirin görünmeye çalışıyor olabilir, ama ne olursa olsun, toplumun genelini ilgilendiren konularda yönetici koltuğunda oturanların, hesap da verebilmesi gerekiyor.
Birilerinin artık hesap da sorabilmesi gerekiyor.
Çünkü bu son örnekte ve bundan önce de genellikle çeşitli açıklamalar üzerinden çıkan tartışmalarda da görüldüğü gibi ortada temel bir ihtiyaçtan bahsedilmiyor.
Yüzyıllardır siyasete alet edilen din ve vicdan konuları üzerinden yeni ihtiyaçlar türetme hedefi seziliyor.
Kısa süre önce öğretmen sendikaları okul yakınlarında öğrencilere dağıtılan kara çarşaflı Barbie bebeklerden şikayet ediyordu.
Daha okul öncesi çocukların ailelerinin kız ve erek öğrencilerin sınıflarının ayrılması talebiyle okul yönetimlerine başvurdukları anlatılıyordu.
Nüfus değişimiyle birlikte ihtiyaç ve beklentilerde de değişiklikler olduğu ortada. Ama bu farklılıkları derinleştirip damdan düşen vizyonsuz uygulamalarla desteklenmesi ancak zarar verici olabilir.
Bugüne kadar yürütülen siyasetlerde etkinliğini hızla yitiren Kıbrıs Türk siyasetçisi ve aydını, en azından bundan sonrası için kendisine ve gelecek kuşaklara bir kılıf biçilirken sesini çıkarabilmeli.