İLK SAHNE, BİLETÇİ KIZ VE KIRMIZI BİSİKLET
Benimki küçük bir hatıra İlk Sahne’ye dair… Yine de neden yazmıyorsun dediler. Tiyatronun binlerce insanı bir araya getirip mucizeler yarattığı bugünlerde bu anıyı paylaşayım dedim.
1974 öncesi Lefkoşa hikâyenin zamanı. Kolejde okuyan 13-14 yaşlarında bir küçük kızım ben. Ortaköy girişindeki Efruz apartmanına sanırım yeni taşınmışız. Babamın kitapçı dükkânı Cemaat Meclisi altında… Kitabevinde tiyatronun biletleri satılıyor. Benim günümün büyük bölümü dükkânda geçiyor zaten. Gelen bir müşteri bilet isteyince kroki çıkarılıyor, geriye kalan en iyi koltuklardan yerler seçilip üzerlerine bir çarpı konuyor ve biletin bir köşesine koltuk numarası yazılıp veriliyor. O çarpı işaretleri epey eğlenceli geliyor bana. Bu işlemin tiyatro gişesinde de sürmesi gerekiyor tabii…
Sonuçta babamın önerisi ile ben biletçi kız oluyorum. Oyun günleri iki ya da üç saat öncesinden beni tiyatroya götürüyor. Tiyatro binası, Atatürk İlkokulu’na dâhil küçük bir sahne… Çocukluğumun geçtiği mekânlar buralar. Gerçi ben evimiz Surlar İçi’nde olmasına rağmen bir akrabamızın adresi gösterilerek Köşklüçiftlik İlkokulu’na gönderilmiştim ama Atatürk İlkokulu’ndaki öğrenci yurduna gelip giderdim. O zamanlar ailesi Elye’de oturan akraba kızlarından Emine bu yurtta kalırdı ve ben de onu ziyaret eder; oradaki ablaların eğlenceli şakalaşmalarını keyifle izler, sonra Emine’yi alıp birkaç sokak ötedeki evimize getirirdim ya da birileri gelip bizi alırdı. Şimdi tam hatırlamıyorum.
Biletçi kız serüvenimi asla unutturmayan birkaç ayrıntı var. Kız çocuklarının evlere kapatıldığı, hayatın oldukça ağır aktığı o günlerde öncelikle bir farklılık, bir özgürlük alanıydı. Hava kararmış olurdu ve ben orada yalnız başıma otururdum Bir iç ürpertisi verirdi bu… Kimdi, neden oraya geliyordu tam hatırlamıyorum ama yakışıklı bir ağabey uğrardı tiyatro gişesine ve benimle sohbet ederdi. Sanırım teşrifatçıydı. Yani oyun başlayınca izleyicilere yer gösterirdi. İşsizdi bunu hatırlıyorum. O dönemki yönetimle bir sorunu vardı yanılmıyorsam. Üniversiteyle ilgili kendisine yapılan bir haksızlıktan söz etmişti. Sosyalistti bu ağabey. Sosyalizmle ilgili ilk fikirleri ondan işitmiştim. Sovyetler Birliği’nden filan söz ederdi. Beni çok da ciddiye almazdı sanki. Yaşıma göre zeki ve dünyası geniş duruyordum ama yine de çok derin şeyleri anlamayacağımı düşünüp konuşmayı kısa keserdi. Kulise başka bir kapıdan girilirdi. O yüzden oyuncuları pek görmezdim. Bazen uğrarlardı gişeye. Hilmi Özen’i, Hatice Söğüt’ü hatırlıyorum. Bir de giyinme odasından gelen sesleri. Şarkı söyleyen bir ses örneğin...
Sonra izleyiciler gelmeye başlardı şık kıyafetleriyle. Son an bilet alanlar da olurdu. Ben “Kalan en iyi yer burası. Size bu koltukları vereyim “ derdim. Her oyunu bir kez izlerdim ben de. Aziz Nesin’in Toros Canavarı’nı hatırlıyorum.
Bir kez Türkiyeli bir seyirci, sanırım ya büyükelçi ya da diplomattı, teşrifatçıya bahşiş vermişti ve teşrifatçı hem bunu kabul etmemiş hem de ağrına gitmişti. Bu ayrıntıyı unutmamışım. Demek ki bizde öyle bir gelenek yoktu ve teşrifatçı bunu bir çeşit sadaka gibi algılayıp mahcup olmuş; gururu incinmişti.
Bu sahnede bir çocuk oyunu oynanacaktı ve çocuk oyuncular arıyorlardı. Tekin Akmansoy yapacaktı seçmeleri. Bunun benim için bir travma, büyük bir gönül kırıklığı olduğunu anımsıyorum. Öncelikle şiir okutmuştu bize. Ben nedense babamın Milliyetçi Şiirlerinden birini bildiğimiz Milliyetçi Şiir okuma edasıyla okumuştum. Öteki çocuklar daha sevimli şiirler okumuşlardı. Sonuçta Tekin Akmansoy beni seçmemişti. Tam o anda bir torpilin devreye girdiğini Deniz Özen’in Tekin Akmansoy’a “ Ama bu kız da iyiydi, onu da seçseniz” dediğini anımsıyorum. Bu daha da kalbimi kırmıştı ve daha sonraki elemelerde sahneye çıkıp çeşitli hareketleri yapmak için gönüllü olmamış, sessizce çıkıp gitmiştim. Sonradan oyunu izlerken içimin sahnedeki çocuklara karşı kırgınlık ve kıskançlıkla dolduğunu anımsıyorum.
Biletçi kız olma serüvenime eşlik eden bir başka çok güçlü çocukluk anısı daha var. Babam kesilen her biletten bana komisyon veriyordu. Yani emeğimin karşılığını alıyordum. Sonunda toplu olarak alacağım parayı hesaplamış ve üzerini tamamlayıp bana kırmız bir bisiklet almıştı. O bisikletle eve geldiğimiz günü hiç unutmuyorum. Diğer kardeşlerim neden bana da kendilerine bisiklet alınmadığı konusunda isyan etmişler, babama bu konuda protesto mektubu bile yazılmış ve sonunda küçük erkek kardeşim bisiklete el koyarak gün boyu bisikletle evden kaybolmaya ve ben ya da bir başkası almasın diye bisikletle uyumaya başlamıştı.
İlk Sahne Lefkoşa’daki sıkıcı hayatlarımız için bir ışıktı. Arada Türkiye’den gelen bazı oyunları izlediğimizi, daha sonraki yıllarda da babamın beni İstanbul’da bazı oyunlara, akrabamız Zeki Alasya’nın arabayla bizi alıp Deve Kuşu Kabare’ye götürdüğünü anımsıyorum ama benim tiyatroyla ilk büyülenmem Lefkoşa’daki İlk Sahne’de olmuştur.