1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. İlter Türkmen’in Gözüyle Kaçırılan Fırsatlar
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

İlter Türkmen’in Gözüyle Kaçırılan Fırsatlar

A+A-

2004 referandumlarının üstünden tam 19 yıl geçti. Kıbrıs’ın AB üyesi olmasının üstünden de o kadar yıl geçti.

Kıbrıslı Türkler, görkemli başkaldırılarına ve keskin irade beyanlarına rağmen maalesef birleşik bir Kıbrıs’ta eşit siyasi aktör olarak AB üyesi olamadılar.

Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye katıldı ama Kıbrısı Türkler siyasi bir toplum olarak değil, Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşı bireyler olarak AB üyesi olabildiler.

Bunun neden böyle olduğu ya unutturuluyor, ya da “biz evet dedik, bizi almadılar” gibi yüzeysel bir mağduriyet söylemiyle geçiştiriliyor.

Oysa, unutmaya karşı çıkıp hatırlamak ve hafıza düzeyinde mücadele vermek, hem içine sürüklendiğimiz durumu kavramak açısından, hem de farklı bir gelecek kurmak için elzemdir.

Nitekim, geçtiğimiz günlerde büyükelçi Selim Kuneralp, dışişleri eski bakanı İlter Türkmen’in 1999 yılından itibaren Türkiye ile Kıbrıs konusunda yazdığı yazıları derleyerek hafızalarımızı tazeletti.

Kuneralp’ın 1 Mayıs 2023 tarihinde Serbesiyet gazetesinde derleyip özetlediği bu yazılarda İlter Türkmen Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edildiği 1999 yılından Kıbrıs’ın AB’ye üye olduğu 2004 yılına kadar geçen süre içinde yaşananları irdelemişti.

Büyükelçi Kuneralp, doğru bir tespitle bu yazıları “Kaçırılan Fırsatlar” başlığı altında özetledi.

Gerçekten de deneyimli diplomat İlter Türkmen’in söylediklerine ve uyarılarına kulak tıkamakla hem Türkiye, hem de Kıbrıslı Türkler açısından bulunmaz fırsatlar kaçırıldı.

Sadece bu da değil! Bu yazılarda, geçmişten ders alınmadığını ve dün yapılan yanlışların bugün de aynen devam ettiğini görüyoruz.

Örneğin İlter Türkmen 1999 yılında Kıbrıs Sorunuyla iligli bir yazısında, bugün de dile getirilen ‘iki-devletli çözüm’ veya ‘konfederasyon’ gibi politikaların yanlışlığına işaret ediyordu.

Okuyalım: “Başbakan Ecevit ve Cumhurbaşkanı Denktaş KKTC’nin egemenliği tanınmadan görüşmeler yapılamayacağını ve çözümün ancak konfederasyon olabileceğini tekrar tekrar dünyaya ilan ediyorlar. Ne var ki Kıbrıs sorununun tarihi gelişmesi bu önerilerin kabul görmesine pek elverişli değil. Güney Kıbrıs AB’ne alınırsa Türkiye bir AB üyesinin topraklarını işgal etmiş olarak gösterilecektir; Uzun sürede Kuzey Kıbrıs bağımsızlık statüsünü koruyamaz. Türkiye’nin bir parçası haline gelir, fakat Türkiye’ye aidiyeti uluslararası toplum tarafından kabul edilmez; AB’nin kapısı belki Türkiye’ye tamamen kapanır.”  (22 Temmuz 1999)

Maalesef, söylenenler bütünüyle doğrulandı. Konfederasyon tezi dün olduğu gibi bugün de reddediliyor ve Kuzey Kıbrıs neredeyse Türkiye’nin bir vilayetine dönüşmüş oldu. Ayrıca, AB kapısı Türkiye’ye gerçekten kapanmak üzeredir.

Türkmen, Türkiye’nin adaylığının AB Konseyi tarafından kabul edildiği Aralık 1999 Helsinki zirvesinden sonra Kıbrıs sorununun çözümü ve adanın AB üyeliği hakkında ise şunları yazmıştı: 

“Konsey, bir değerlendirme yaparak çözümsüzlüğün hangi nedenlerden kaynaklandığını saptamaya çalışacak. Türk tarafı açıkça sorumlu görülürse (Kıbrıs’ın) üyeliğin gecikmeden onaylanması eğilimi ağır basacak. Aksine Rum tarafının uzlaşmazlığı yüzünden çözüme varılamadığı kanaatine varılırsa, üyelik geciktirilebilecek.” (16 Aralık 1999) 

Maalesef Türk tarafı bu noktada da çuvalladı. Çözümü istemeyen taraf olarak görünmek için elinden geleni yaptı ve Kıbrıs Rum tarafına bütün ada adına AB üyesi olmasının yolunu açtı.

İlter Türkmen, Türk tarafının Kıbrıs Sorununda hata yapmakta olduğunu ısrarla vurguluyor ve sağduyu çağırısı yapıyordu. Örneğin 24 Kasım 2000 tarihinde Ankara’da yapılan bir toplantıdan sonra şunları yazıyordu:  

“24 Kasım’da Ankara’da KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın katılımıyla yapılan zirve toplantısında ise sağduyunun ve akılcılığının hakim olduğunu söylemek son derece zor. Meseleler birbirine karıştırıldı ve görkemli bir mizansen ile ters tepki yapacak bir meydan okuma politikası benimsendi.” (30 Kasım 2000)

Sağduyu ne gezer! 

Dışişleri eski bakanı, takvimin ilerlediğini ve Kıbrıs’ın AB üyelik müzakerelerinin 2002’de sona ereceğini, dolayısıyla kaybedilecek zamanın olmadığını belirtiyor ve uyarılarda bulunuyordu: “Müzakereler büyük bir olasılıkla 2002 yılında tamamlanacak, AB Konseyinde bir itiraz ileri sürülmezse 2003 yılında parlamentolar onaylarını verecek ve Güney Kıbrıs 2004 yılında üye olabilecek.” (13 Şubat 2001) 

Benzer uyarıları büyükelçi Kuneralp da yapıyordu, Kıbrıs Sorununun ivedelikle çözmek gerektiğini Ankara’ya bildiriyordu. Fakat aldığı yanıtlar tam bir vurdumduymazlık örneğiydi.

Okuyalım: “Ben o sıralarda İsveç’te Büyükelçiydim.  Kendilerine mahsus nedenlerle Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen İsveç makamları beni düzenli aralıklarla saatli bomba olarak adlandırdıkları takvim hakkında uyarırlar ve Kıbrıs sorununu çözmek için acele etmemiz gerektiğini söylerlerdi. Ben de tabii uyarıları Ankara’ya naklettiğimde, Türkiye’nin bir Kıbrıs sorunu olmadığı cevabını alırdım.  Gerçekten de Ecevit Kıbrıs sorununun 1974’te halledildiğini söyleyecek kadar ileri gidiyordu o sıralarda.” 

Bilindiği gibi, sonunda Annan Planı gündeme geldi. Kıbrıs Rum tarafı Glafkos Kliridis’in başkanlığında planı müzakere zemini olarak kabul ettiğini açıkladı.

İlter Türkmen BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adını taşıyan planın desteklenmesini istiyor ve plana karşı çıkan Rauf Denktaş’ı eleştiriyordu.

Selim Kuneralp, İlter Türkmen’in özellikle Aralık 2002’de Kopenhag’da ve Mart 2003’te Lahey’de yapılan zirvelerde Annan Planı'na karşı tavır alınmasını düzenli bir şekilde eleştirdiğini belirttikten sonra şu tespiti yapıyor: 

“Tabii o dönemde Türkiye’deki iç siyasi takvim de akılcı bir politika sürdürülmesine yardımcı olmuyordu. Başbakan Ecevit’in melekelerini önemli bir şekilde kaybetmesine yol açan hastalığının ve iktidardan ayrılmak istememesinin yarattığı boşluk, 2002 seçimlerinden sonra yeni iktidarın sivil ve askeri bürokrasi ile zamanın Cumhurbaşkanı Sezer’in engellemeriyle karşılaşması, Kıbrıs’ın AB’ye Katılma Antlaşmasının imzalandığı 15 Nisan 2003 tarihinden önce Annan Planının Türkiye ve KKTC tarafından kabul edilmesini önlemişti.”   

Selim Kuneralp’ın aktardığı yazılar içinde İlter Türkmen’in benim de kitaplarıma aldığım bir değerlendirmesi vardır ki, Türkiye’nin 1974’ten sonra izlediği politikanın adeta resmini çiziyor:

“Türkiye’nin Kıbrıs politikasında aslında 1974’ten beri bir zihni blokaj var. 1974 askeri başarısının en kısa zamanda siyasi bir çözüme dönüştürülmesi gerektiğini göremedik. 1990’lı yıllardan itibaren de Kıbrıs ile AB süreci arasındaki etkileşimi kavrayamadık. KKTC yönetiminin maksimalist görüşlerinin etkisi altında kaldık. 1999 Helsinki zirvesinden sonra çözümsüzlükten açıkça Güney Kıbrıs’ın sorumlu bulunduğunu kanıtlayamadığımız takdirde Güney Kıbrıs’ın çözüm olmadan da AB’ye üye olacağını anlamak istemedik.” (27 Kasım 2004)

Tek kelimeyle, müthiş bir tespit!

Yazıyı bitirirken, sözü büyükelçi Selim Kuneralp’a verelim: “Ne yazıktır ki yüzlerce yazı ile ülkemizin o zamanlar en çok okunan gazetelerinin birinde bıkmadan usanmadan yaptığı uyarıları dinlemek iktidar ve muhalefet, sivil ve askeri bürokrasi dahil pek kimsenin işine gelmemişti. Dinlenmiş olsaydı bugün Türkiye muhtemelen hala AB üyesi olmamış olacaktı, ancak Kıbrıs Annan Planı çerçevesinde bir Ortaklık Devleti olarak AB üyesi olacaktı ve Kıbrıs sorunu ilişkilerimizde engel olmayacaktı. Müzakereler ağır aksak da olsa ilerlemiş olacağı için Türkiye evrensel değerlerden ve demokrasiden bugün gördüğümüz ölçüde kopmuş olmayacaktı. 

Yazık ki ne yazık!”

Gerçekten, yazık ki ne yazık...

Bu yazı toplam 2015 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar