“İmamzade’nin anılarında 1800’lü ve 1900’lü yıllar…” 2
Araştırmacı-yazar Ulus Irkad, Baf aydınlarından büyük dayısı Zihni İmamzade’nin “Tarihten gelen notları”nı YENİDÜZEN için kaleme aldı…
Ulus Irkad
Araştırmacı-yazar Ulus Irkad, büyük dayısı Zihni İmamzade’nin “Tarihten gelen notları”nı, YENİDÜZEN’deki “Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler” yazı dizimiz için kaleme aldı… Ulus Irkad, “İmamzade’nin anılarında 1800’lü yıllar” başlığıyla kaleme aldığı yazısında devamla şöyle diyor:
ZİHNİ İMAMZADE 1878 ÖNCESİ BAF’I ANLATIYOR
Baf’ın 1878 ve öncesine ait tarihini 1964-65 yıllarında çıkan Bucak dergisinde anlatan, Baf aydınlarından, tarihçi, eski öğretmen, müdür ve müfettiş, eski Kıbrıstürk Öğretmenler Cemiyeti kurucu ve Başkanlarından Büyük Büyük Dayım Zihni İmamzade, dergide şunları anlatmaktaydı:
“Kasaba İşgalde (İngiliz İşgali, 1878) hemen hemen bir köyden farklı değildi. Çarşı Fellahoğlu boyunca sebze satış yerine kadar uzayan ve orada dallanan yol boyunca kurulmuştu.
Türk toplumunun en çok toplandığı yerler Hal’ın karşısında denize bakan kahveler ile şimdi ekmekçi Cemal Efendi’nin karşısında Dut altı Meydanı idi. Burada iki dut ağacı olduğu için bu namı almıştı. Büyük Cami Vakıfnamesi’ne göre burada (Kahvehane-i Kabir) adıyle bir kahvehane vardı. Köy halklarının çoğu burada buluşurdu. Halk dini kaidelere çok bağlı olduğu için cami bahçelerine giden suyun yer altı gerizlerine burada taş merdivenlerle inilir, abdest alınırdı. Burada kahvehane içinden ayni şekilde ve ayni maksatla suya inilirdi.
Rumların Türklere karşı husumeti ishar edilmez ve aralarında bir ahenk var idi.
Kasabanın kaza merkezi olması birçok işlerin burada görülmesi bakımından kaza köylüleri buraya gelir, alış-veriş o nisbette inkişafa başlamıştı. Çarşı en ziyade kasap ve ipek kozası mahsülü satışa arzedildiği mevsimlerde kalabalık olurdu. Şimdilerde olduğu gibi cumartesi günü en çok alış-verişe sahne olurdu.
Hanlar ve hanların içinde hotelimsi odalar Türkler tarafından idare edilirdi. Kaza içinde ve kasaba dahilinde hayvan ve araba vasıtaları, nalbant sanatı Türklere münhasırdı. Isladırcı, demirci, meyhaneci erbabı tamamıyle Rumlara ait mesleklerdi.
Türkler dini kaidelerine daha sıkı bağlı idiler. Ramazan ayı geldi mi çarşıda kadayıf, ekmek kadayıfı, kayısı kurusu, Halep sadeyağısı, pirinçlerin çeşidi, kelle şekerleri bolca satışa arzedilirdi. Halkın hepsi oruç tuttuğu için meyhaneler kapanır, herkes tesbihini çeker, ikindi vazını dinlerler, Cami etrafında salatalık, taze sebzeler satılırdı. Akşam ezanı ile Ramazan topu atılır, herkes iftar eder, camiler tanvir edilir, salat ve selamdan sonra ezan okunur, herkes teravih namazını edaya koşardı. Camiden sonra hayat başlar, kahvelerde fincan oyunları oynanır, hoş sohbetler yapılırdı.
Bayram başka bir alemdi. Türklerde varlık bol olduğu için istisnasız herkes bayramlık diker, dikinir, kadınlar kına yakardı. Erkenden salatı selamlar başlar fevic fevic camilere koşulurdu. Poliste Türk nüfuzu devam ettiği için Türk polisler bir Türk mülazımın idaresinde borazanın ahengi ile muntazam yürüyüşle camiye gelişi Türkleri sevindirdiği gibi, Hakim Sami Efendi ile Hafız Ramadan Rütbei Ula fermanlarını lakıs ve kılınçlarını şakırdatarak birlikte camiye gelişleri son derece beğenilir, milli hislerin takviyesine yardım ederdi.
Hele bu bayram namazı Musalla’da kılındığında yar ağyara karşı göz doldurucu olurdu.
Camiden sonra herkes bayram yemeğini alır, hısım akrabalarını bayramlamaya giderdi. Bayramlamada, çocuklar büyüklerin ellerini öper, büyükler (Musafaha) edilen el sıkışırlardı. Bundan maada halk Hoca Efendi’yi dersanede, Hafız Ramadan Efendi’yi de evinde bayramlamaya giderdi. Bu son merasime hükümet erkanı ile Rum ileri gelenleri de iştirak ederdi. Bayramlama öğleye kadar hitam bulurdu. Öğleden sonra cirit meydanına gidilir, polis bir taraf, (başı bozuk) sivil halk diğer taraf olmak üzere cirit oyunlarına devam ederlerdi.
Bu minval üzere Bayram tesidi 1914 yılına kadar devam etti.
Türklerin hengameli bayramlarına mukabil, Rumların Paskalyaları çan gürültülerinden öteye geçmezdi.
Zaman ilerledikçe sosyal hayatta yeniliklerin meydana gelmesi tabidir. Aristokrat sınıf kendine buna münasip bir toplantı yeri kurmak ihtiyacını duydu. Şimdiki birlik binası o zaman aşçı Hasib’in icarındaydı. Orasını boşaltarak eski şekli ile bir “Kıraathane” açmışlardı. Bütün hocalar, memurin sınıfı, buranın müdavimlerindendi. Köylerden gelen misafirlerle görüşme, fikir danışıklığında bulunma burada olurdu.”
1908 SONRASI BAF
“1908’de Türkleri iktisada teşvik maksadıyle bir “iktidar Sınıfı” da kurulmuştu. Her sehmi iki şilindi. Halil İbrahim Efendi idaresinden 1912 yılına kadar iyi idare edilmiş ve halka faydalı olmuştu. Kıraathane 1914’e kadar iyi evsafını muhafaza etmiş, kütüphanesiyle okumayı teşvik etmiş, iyi fikirleriyle buranın müdavimleri halkı tenvir edebilmiş, kumar ve diğer adetlerden uzak kalabilmişti.
1905 Kavanin Meclisi’ne, Leymosun-Baf Kazaları Türk mümessilini seçerken hocalar Hafız Ramadan’a karşı, Melatyalı Mehmet Ziyai Efendi’yi iltizam etmeleri yüzünden Kasaba halkı, Hocalar ve Hafız Ramadan Partisi olmak üzere ikiye bölündü. Hafız Ramadan hocalara karşı cephe aldı. Bir iddikar sandığı da kendi mağazasında kuruldu, Osmanlı Hükümeti yardımı ile idame edilen okullar meydanında Darül İrfan Medresesi müderrisi sıfatıyla hoca Efendi’nin almakta olduğu 12 Osmanlı lirası aylık maaşı kestirme cihetine gitti ve muvaffak oldu. Masafa’ya ait (Şimdi Yeruyi kereste dükkanı) İttihat ve Terakki Kulübü olarak tesis edildi. Hafız Ramadan, Dr. Eyüp, avukat Hulus Bey ve diğer memurlar buranın kurucuları oldular.
Bu ayrılık yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı oldu, kulüp, hakim Derviş Bey zamanına kadar 6 yer değişti. “Türk Birliği” namı altında her iki sosyal kurumun üyeleri bir araya toplandı. Ama, eski kutsal görevleri ihmal edilerek yavaş yavaş ferdi eğlence yeri, daha kötüsü kumar merkezi mahiyetini aldı.
Bir ara “Türk Birliği”nin tekmil dağılma tehlikesi arzetti; Hocalar öldü, memur üyeler Rum Kulüblerine devam etmeye başladılar, söyle ki 1937-42 yılları arasında, kulübler kanunu tahtında böyle bir müessesenin idamesi için gereken 22 Türk üyeyi bulamıyacak ve nisap miktarını tamamlamak için Rumlardan Eczacı Uvelton ile Avukat Kundorozo’yu üye almak zarureti de duyulmuştu.
1942’den sonra değişen idare kurulu Türk Birliği’ne yeniden düzen verdi. Üye sayısı 110’a çıktı. 1953’te yeni bina inşasına başlandı, ara sıra aksaklık zuhur etti ise de yeni gençlik müdahalesi ile iyi bir şekle girmek üzere iken Rum tecavüzü onu akamete uğratmıştır.
Bu meyanda bir de “Ülkü Yurdu” kuruldu.
“Mulla Kani’nin Kahvesi” namı altında işleyen bir kahvehane olan bu bina Cevdet Efendi (Cevdet Alparslan’ın dedesi,U.I.) satın alınarak zaman zaman geçindiği birçok istihalelerden sonra sahalarında istenilen başarıya ulaşabilmişse de mali durumunu bir türlü düzenliyememiştir. Bir de, Rum saldırıları ile kulli zarara uğramıştır.
Bizim kurduğumuz iki iddihar sandığına mukabil, Rumlar layıkı ve Melisa iddihar sandıklarını kurmuşlardı. Bizimkiler 1914’te dağıldı, onlarınki Kıbrıs Bankası ve Charter Bankası şekline dönerek biriken paraları ile Türk Emlaki almaya başladılar.
Rum ekonomisinde hayli hizmetleri geçmiştir. Çarşıdaki halk günden güne yerlerini Rumlara vermeye devam ediyordu. Kahvelerde toplanan halkı irşat eden çalışanlar eksik değildi. Bu meydanda Giritli Hüseyin Efendi’yi zikredebiliriz. Bu zat hoş sohbeti ile halkı kumardan sakınmak, birlik beraberliğe, teşebbüsü, şahsiye doğru ayartmaya çalıştı, ama arkası gelmedi.
Halk arasında geçince darlığı geçirenler olduğu için harp dolayısıyla para kazananlar da olmuştur. Bunlar meydanında hancılar, aşçılar, kasaplar ve köy zenginlerini gösterebiliriz. Halkın paralı sınıfının kendine göre kıyafeti de vardı. Bacağına altın büzmeli, yanları kabudan işlenmiş yelek, beline Tarablus’tan gelme sırmalı kuşak, boğazına uzun gümüş köstek, bir saata bağlanır, saat kuşağın arasına yerleşirdi.
Bunlar, ekseriya şanolarda göbek atıp danseden kafeşentanlarda eğlenirdi. Dans eden kızın alnına lira basanlar olduğu gibi coşup cebindeki bütün paraları şanoya savuran kabadayılar da vardı. Bu hale daha çok çiçeklerin suyunu emmek için Kasaba’ya her taraftan kumpanyalar geliyordu. Antranikler, Metelikler, Küçük Beyler vs. 1928’e kadar Kasaba halkını nanpareye muhtaç edinceye kadar faaliyetlerine devam ettiler…”
DEVAM EDECEK