İNADINA!
Geleceksin bir gün, mutlaka...
Belki ben göremeyeceğim seni...
Dünya hali, belli mi olur?
Bak, her gün ölüyoruz bir şekilde...
Kalpten, kanserden, kazalardan...
Kim ölür, kim kalır sağ belli değil o yüzden...
Ama sen geleceksin, biliyorum adım gibi...
Ve senin adını da biliyorum, barış...
* * *
Adını kolayca söyleyebiliyoruz artık. Eskiden böyle miydi sanıyorsun?
Sen bilmezsin ama neler çektik seni istemeyenlerin elinden...
Adını anmak demek kelleyi koltuğa almak demekti bir zamanlar...
Yasaktı "barış" istemek.
Şaka mı sandın?
Yok, şaka değil. Senin adın 'yasaklı'ydı, onu ağzına alanlar 'sakıncalı'ydı, hatta 'hain'diler.
Ve bir avuç 'hain' korkmadı, yılmadı, bıkmadı, hep seni çağırdı, barış...
* * *
Seni istemeyenler, bizden uzak tutmak için neler yaptı bir bilsen!
Böldüler bizi, parçaladılar.
'Şucu'lar ile 'bucu'lar diye ayırdılar.
Bazen inanç...
Bazen köken...
Bazen ten rengi...
Bazen ıvır, bazen zıvır...
Tek bizde değil, dünyada namın var senin, barış...
* * *
"Neden böyle" diye soruyorsun.
Böyle, çünkü silah satmak lazım, büyük karlar için...
Çocuklarımızı askere yollamamız lazım, mermi yaksınlar diye...
Dirlik, düzen olursa eğer bir yerde, ne gerek kalır ya silaha, ya askere?
İnsanlar bölünmeli ki para yağsın kodamanların cebine...
Ve bölerek bizi, onları, diğerlerini, yerleşmeleri lazım o bölgeye, çıkarları var çünkü korunacak...
O yüzden uzak durmalısın sen buralardan, şuralardan, nerelerden, barış...
* * *
Amma ve lakin geleceksin bize de, onlara da, her yere de...
İnadına çağıran var çünkü seni...
Sokaklar, meydanlar senin sesinle yankılanacak sık sık...
O gün gelene dek...
İnsanlık onuru işkenceyi de yenecek bu dünyada gün gele, demokrasi düşmanlarını da, savaş tamtamı çalanların topunu da...
Ve sen çıkageleceksin.
Yoluna konfeti gibi yemyeşil dallar, rengarenk güller dökeceğiz, hep bir elden...
Ve sımsıkı sarılacağız sana, bir daha bırakmamacasına...
Hoş geleceksin, safa getireceksin.
İnadına değil mi?
İnadına, barış...
(Arşivimden)