İngiliz Üsleri
Kıbrıs adası üzerinde iki ayri bölgede bulunan egemen İngiliz üsleri, Kıbrıs’ın yakın tarihinde ve özellikle Soğuk Savaş döneminde, Kıbrıs sorununu etkileyen bir konu olmuştur. Örneğin, 1960’lı ve 70’li yıllarda Makarios’ın izlediği ‘bağlantısızlık’ siyaseti, Batı’da, Kıbrıs’ın Sovyet nüfuz alanına girmesine yol açabileceği için bir tehlike olarak algılanmıştır. Soğuk Savaş dönemi koşullarında böyle bir gelişmeyi engellemek için İngiliz üslerinin varlığının garanti altına alınması Batı açısından önem taşımaktaydı. ABD ve Sovyetler Birliği arasında sürdürülen küresel etkinlik rekabeti ve bu rekabet içinde Türkiye ve Yunanistan’ın takındığı tutumlar nedeniyle Kıbrıs’ta siyasal istikrara ulaşılması bağımsızlık sonrasında da mümkün olmamıştır.
Kıbrıs’ın fiili olarak bölünmesini öngören ve 1964 yılında açığa vurulan ABD kaynaklı planların temel amacı da İngiliz üsleri aracılığıyla Batı’nın çıkarlarının korunmasıydı. Ama 15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası’nın organize ettiği askeri darbeden sonra Makarios’un güven içinde adadan ayrılması için Ağrotur’daki ingiliz üssü kullanılmıştır. Makarios’un 19 Temmuz 1974’te BM Güvenlik Konseyi’nde Yunanistan’ı işgalci güç olarak tanımlayarak BM Güvenlik Konseyi’ni müdahaleye davet eden bir konuşmayı yapması da böylece mümkün olabilmişti.
Ağrotur’daki İngiliz üs bölgesi, ayni yıl, çatışmalardan kaçan KıbrıslıTürklerin biraraya gelip uçaklarla önce Türkiye’ye ve ardından da Kıbrıs’ın kuzeyine tahliye edilmesine aracılık etmişti. İngiliz üsleri, son olarak İsrail-Hamas ve İsrail-Hizbullah çatışmalarında yeniden gündeme gelmişti. Hatta Hizbullah’ın o dönemdeki lideri Nasrallah, İngiliz üslerinin kendilerine karşı kullanıldığı gerekçesiyle misilleme yapma tehdidinde bulunmuştu.
Bunun dışında İngiliz üsleri başka nedenlerle de popüler bir konu olmaya devam etmiştir. Soğuk savaş döneminde üslerin varlığı ya Kıbrıs’ın bağımsızlığını kısıtlayan bir unsur olarak ya da Batı ittifakının güvenliği açısından önem taşıyan bir konu olarak kabul edilmiştir. Kıbrıs’ın AB’ye üye olmaya karar verdiği dönemden başlamak üzere ise, yukarıda belirtilen iki geleneksel yaklaşım arasındaki keskin farklılık önemini yitirmiştir.
Üsler hangi koşullarda kabullenildi?
İngiliz üsleri aslında Kıbrıs’ın bağımsızlığının bir diyetidir. İki Kıbrıslı toplumun Enosis ve Taksim gibi birbiriyle uyumsuz iki amaç doğrultusunda mobilize edildiği 1950’li yıllarda, İngiliz üslerine karşı ortak bir insiyatif geliştirmesi mümkün olamamıştır.
Üslerin varlığının kabul edilmemesinin o günkü koşullardaki sonucu, muhtemelen bağımsızlık sürecinin uzaması ve toplumlararası çatışmaların yaygınlaşarak devam etmesi olurdu. Hatta, toplumlararası çatışmalarda önemli roller üstlenen Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya üye olması, hem İngiliz üslerinin sorgulanması önünde ciddi bir engel oluşturmakta hem de Kıbrıslıların hareket alanını daraltmaktaydı.
Türkiye’nin o günkü hükümeti, ve ondan sonra gelen hükümetleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu Enonis’i dışlayan bir çözüm olduğu için kabullenmekte zorlanmamıştı.
Hatta dönemin Türkiye hükümeti, Kıbrıs adası üzerinde İngilizlere ait iki egemen üssün bulunmasını hem Türkiye’nin hem de NATO’nun güneydoğu kanadının güvenliği açısında oldukça olumlu bir durum ve ‘kazanım’ olarak değerlendirmekteydi.
Enosis amacıyla girişilen silahlı mücadelenin Taksim’e ve geniş kapsamlı bir Türk-Yunan savaşına yol açması ihtimalini değerlendiren Yunanistan ise, bağımsızlığa eşlik edecek şekilde üslerin varlığını kabullenmiştir.
Üslerin statüsü nedir?
16 Ağustos 1960 tarihli Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu tesis eden Andlaşma’nın (Kuruluş Andlaşması) 1. maddesine göre ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağı, Büyük Britanya’ya ait olan iki egemen üs bölgesi hariç olmak üzere, Kıbrıs Adası’nın tümünü ve bu adanın kıyı açıklarında bulunan adacıkları kapsamaktadır.’
Yani, sanıldığının aksine, üsler, kuruluşunun ilk gününden başlamak üzere, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik alanının dışındadır.
Hatta, Büyük Britanya, Kuruluş Andlaşması’nda isimleri ve coğrafi konumları tanımlanan üsler dışındaki bazı bölgelerde ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hava sahasında da bazı haklara ve kolaylıklara sahip olmuştur. Kuruluş Andlaşması’na göre, Kıbrıs Cumhuriyeti ‘üslerin güvenliğinin ve etkin işleyişinin sağlanması için’ Birleşik Krallık’la işbirliği yapmayı kabul etmiştir.
Bilindiği gibi Kuruluş Andlaşması, Birleşik Krallık, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından imzalanıp yürürlüğe konmuştur. KıbrıslıTürk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki statüsü nedeniyle, bu andlaşma Cumhurbaşkanı Makarios’un yanında, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük tarafından da imzalanmıştır. Andlaşma’nın tüm Eklerinde de Kıbrıs Cumhuriyeti adına iki liderin imzası vardır.
Böylece Kıbrıs bağımsızlığını elde ederken ayni zamanda ada üzerinde süresiz olarak İngiliz üsleri bulunacağını ve bu alanlarda egemenlik hakkı talep etmeyeceğini kabul etmiştir.
Ama Birleşik Krallığın üslerde mutlak egemenliğe sahip olduğu da ileri sürülemez.
Üs bölgeleri, Birleşik Krallığa ait sömürge statüsünde alanlar değildir.
Birleşik Krallık bu alanlarda yeni yerleşim birimleri kuramayacağı gibi, bu alanlara askeri personel olmayan kişilerin ve kullanım amacının gerektirdiği kişilerin dışında kalanları yerleştiremez veya buralara sivil nüfus aktarımı yapamaz.
Gerektiği durumlarda Kıbrıs Cumhuriyeti yasalarının üs bölgelerinde yaşayanlar için geçerli olacağı da taraflarca kabul edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında İngiliz üsleri, belki de dünyada başka örneği bulunmayan bir statüye sahiptir.
Kuruluş Andlaşması’na göre, Birleşik Krallığın Kıbrıs’ta bulunan iki egemen üs bölgesini askeri amaçlar dışında bir amaçla kullanamayacağı, böyle bir durumun ortaya çıkması halinde Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarının izninin gerekeceği kolaylıkla ileri sürülebilir.
Ama Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarının, İngiliz üslerinin başka devletler tarafından da kullanılması konusunda herhangi bir söz hakkı bulunmamaktadır.
Birleşik Krallık üsleri başka bir devlete devredebilir mi?
Kuruluş Andlaşması’na göre Birleşik Krallığın, bu üslere ihiyaç duymadığı bir durumda, bunları ancak Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devredebileceği kabul edilmiştir.
Yani, Birleşik Krallık bu üs bölgelerini Kıbrıs Cumhuriyeti dışında başka bir devlete devredemez.
Dahası, Kuruluş Andlaşması’nda imzası bulunan Yunanistan ve Türkiye’nin, üslerin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devredilmesine itiraz etme hakları bulunmamaktadır.
BM Genel Sekreteri Guterres’in garantör devletlerin ve Kıbrıslı iki tarafın katılımıyla gayrı resmi bir toplantı düzenleyeceğini ve bu toplantıda Kıbrıs sorununun tüm yönlerinin konuşulacağını duyurması, buna karşılık Türkiye’nin Kıbrıs’ta müzakere sürecinin BM parametreleri temelinde başlatılmasına destek vermeyi sürekli ertelemesi, İngiliz üslerinin yakın gelecekte daha yoğun bir şekilde gündemde olacağını göstermektedir.
İngiliz üslerini tartışma gündemine taşıyan başka nedenlerden de bahsetmek mümkündür. Bunlar arasında ABD ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında gelişmekte olan ikili ilişkiler, Türkiye-Batı ilişkilerinde yaşanan istikrarsızlık ve Doğu Akdeniz bölgesinde Avrupa Birliği’ni de yakından ilgilendiren güvenlik ve istikrar konularını saymak mümkündür. Ama bunlardan daha da önemlisi, Soğuk Savaş’ın sonlanmasının hemen ardından, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye üyelik için başvurması ve nihayetinde bu üyeliğin 2004 yılında geri döndürülemez hukuki ve siyasal bir realite olarak gerçekleşmiş olmasıdır.
AB üyeliği, Kıbrıs’ı doğrudan doğruya Batı ittifakının içine çekmiş ve geçmişte izlenen bağlantısızlık veya tarafsızlık siyasetini artık olanaksız hale getirmiştir. Kaldı ki sürekli istikrarsızlık üreten dinamiklere sahip olan Ortadoğu’nun batı ucunda yer alan AB üyesi Kıbrıs’ın dış egemenlik ve savunma siyasetini üyesi bulunduğu AB’yi hesaba katmadan ele alması intihara kalkışması anlamına gelecektir. Kıbrıs’ın AB üyeliği, KıbrıslıTürk toplumu açısından taşıdığı ve halen devam eden anomaliye rağmen her iki toplum liderlikleri tarafından güçlü bir veri olarak ele alınmalıdır.
BM Genel Sekreteri Guterres’in düzenlemeyi planladığı ve tüm garantör devletlerle iki toplum liderlerinin katılacağı toplantı aslında Birleşik Kıbrıs’ın dış güvenliği ve AB’nin ortak savunmasına katkısı açısından da önem taşımaktadır. Bilindiği gibi Türkiye ve KıbrıslıTürk tarafı önceleri Türkiye’nin AB üyesi olmadığını ileri sürerek Kıbrıs’ın AB üyeliği sürecine olumsuz bir yaklaşım göstermişlerdi. Bunun olumsuz sonuçları meydandadır. Kıbrıs’ın AB’nin güvenliğine katkısı ve özel olarak Birleşik Kıbrıs’ın dış egemenliğiyle ilgili konular ister istemez Garantörlük ve İttifak Andlaşmaları’nın geleceğini hatırlatmaktadır. Bunu hatırlamamızın başka nedenleri de vardır. Örneğin, ABD ile Kıbrıs cumhuriyeti arasında gelişen ve askeri konuları kapsama eğilimi derinleşen ilişkiler önem taşımaktadır.