“İngilizler, hapishanelerden sürekli kaçmayı başaran Polikarpos Yorgacis’e ‘Hudini’ lakabını taktıydı…”
Belgin DEMİREL
(Belgin Demirel arkadaşımız, sevgili babacığı emekli gardiyan Ahmet Demirel’in hatıralarını kaleme almaya devam ediyor. Babasının anlattıklarını kaleme alan Belgin Demirel’in yazısını paylaşıyoruz... “Bir Gardiyan’ın Hatıraları” başlıklı beşinci bölüm oluyor bu... S.U.)
“Yorgacis hakkında hatırladıklarım şöyle: Hükümsüzlere gelmişti. Ben de hükümsüzlerde gece nöbetçisi idim. Arkadaşlar dediler ki, “Yorgacis, filan odadadır.” O zamana kadar da ya iki ya da üç defa kaçmıştı çeşitli yelerden. Vardiyan arkadaşların vurgu yapmasının sebebi, tehlikeli biri oluşundandı. çünkü devamlı surette kaçıyordu tutulduğu yerden. Ben de dedim ki, “Gideyim bakayım, kimdir be bu?” İlk evvel Girne Kalesi’nden, çarşafları bağlayarak, kaçmışlardı. Sonra Koççinodrimitya’ya götürmüşlerdi. Oradan da kaçtı. Bir da Kaymaklı Polisi’nden kaçtı. Bu kaçışlarından sonra tekrar tutuklandı. Ben de gideyim, bakayım dedim. Balehorio köyü muhtarının oğlu imiş.
“YASA DEĞİŞMEZSE, İDAMLA YARGILANIP ASILACAKLARDI...”
Zindanda gece ışıklar saat dokuzda söndürülürdü. Rumcam azdı o dönemde. Geliştirmek için, gece ışıklar sönmeden önce, biraz da vakit geçirmek için, ara sıra gidip, hücrede yalnız olan Yorgacis ile konuşmaya başladım. 44 kişi idi bu bölümde yatanlar. Eğer yasa değişmezse idamla yargılanıp, asılacaklardı. çünkü Yorgacis hariç, (o tekrar tekrar kaçıp yakalanmıştı) hepsi de patlayıcı madde bulundurmaktan dolayı suçlanıyorlardı.
“İNGİLİZLER ONA HUDİNİ LAKABINI TAKTIYDI...”
Ben bilmiyordum tabii o günlerde Yorgacis’in EOKA’nın içinde etkili olduğunu. (Yorgacis, EOKA’nın ilk elemanlarındandı. örgüte 1954 yılında girmiş, ‘Kikeron’ kod adı ile örgütün istihbarat kısmında çalışmış ve örgüt içinde hızlı bir yükseliş göstermişti. İngilizler Yorgacis’i, en sıkı bağlardan dahi kurtulma yeteneğiyle tarihe geçen ünlü sihirbaza benzetip, ona ‘Hudini’ lakabını takmışladı.) Pallikaritis’in asılacağı geceden bir gece önce bütün hükümsüzler, hazırlık yaptılar. çünkü asılma geceleri, bütün mahkumlar, siyasi veya adi suçlular olsun, hep birlikte bağırırlar ve gürültü çıkararak protesto ederlerdi.
“NASIL YAKALANMIŞTI...”
Pallikaritis, başka bir arkadaşı ile Trodos’ta bren taşırlarken yakanlanmışlardı. Taşırlarken, yarı yola kadar biri, yolun diğer yarısında da diğeri eşeğe binermiş. Nöbetleşe taşırlarmış. Bunları ben Pallikaritis’in ağzından dinlendim. Giderlerken, Pallikaritis’in eşekten inme vakti geldi inecek, öbür arkadaşı, “Sen devam et de ben yorulmadım daha,” demiş. “Benim içime kuşku girdi o an ve istedim başka yoldan gidelim. Arkadaşım Rafti, ‘Yok bu yoldan devam edelim’ diye ısrar etti.” 10-15 dakika geçmeden de “Biraz sıkıştım, çiş yapayım,” diyerek, çalıların arkasına geçmiş ve o anda İngiliz Güvenik Kuvvetleri askerleri baskın yaparak, Pallikaritis’i tutuklamış. Rafti’yi de tutuklamışlar, ama o ayrı bir bölüme götürülmüş. Dört Türk vardiyanın ayrı beklediği bu hükümlüler şaibeli, ancak haklarında yeterli delil olmayan kişilerdi. Sanıyorum, bunların müzevirlikleri de vardı ki özel muamele görürlerdi. Bütün cezaevindeki bütün odalar, akşam altıdan sabah altıya kadar kilitli olurdu. Bunlar ise istediği vakit yatır, istediği vakit ışıkları söndürülür ve istedikleri yemekleri yerlerdi. Bunlar özel bir muamele görürlerdi. Rafti de bu bölümde idi. Oysa Pallikaritis asılamaya gitti.
“BU GECE ASILMA YOK DEDİM...”
Asılmasından bir gece önce hazırlandılar, bağırıp, çağıracaklar ve protesto edecekler. Onlar o gece asılacağını zannediyorlardı. Ben Yorgacis’le konuşurken, “Asılma yok bu gece,” dedim. “Neçin?” dedi. “Asılma olacağında yataklarınız alınacak, su bardaklarınız da alınacak. Suyunuzu da isterseniz biz vereceğiz size.” O zamanlarda mahkumlar tahta kerevetlerde kalırlardı ve böyle gecelerde bu yatakları protesto etmek için kırabilir ve kullanabilirlerdi. Ayrıca su bardakları da topraktan yapılma eski gozobullalardı. Onları da kırarak tehlike yaratabilirlerdi. Yalnız maşrapaları kalırdı yanlarında. Benim konuşmamdan sonra Yorgacis, “Arkadaşlar, şimdi aldığım malumata göre bu akşam asılma olmaycak, rahat olalım,” diye seslenip, haber verdi. Ve ondan sonra tıs olmadı.
“MAHKUMLAR BAĞIRIP ÇAĞIRIRLARDI, KAPILARA VURURLARDI...”
Ertesi gece nöbete gittiğimde, belli asılacak. Cezaevi iki kattı. üst kattakileri de aşağıya indirip, her bir odaya 7-8 kişi koydular. Asılma yanaşınca bütün hapisler bağırmaya başladılar. “Kahrolsun müdür!”, “Kahrolsun İngilizler!”, “Kahrolsun Menderes!” (Menderes, o dönemde Türkiye’nin başbakanı idi ve Kıbrıs’la igili görüşmelere dahil olmaya başlamıştı. EOKA üyesi mahkumlara göre buna hiç hakkı yoktu...)
Bağırıyorlar ve kapılara vuruyorlardı. Bir de baktım, kapıların duvar içindeki fakkoları sökülmeye başladı. Korkmaya başladım, çünkü hiç kimse ile iletişim kuramıyorum. Olduğum yerde telefon yok. Bu cezaevi yönetiminin hatasıydı. Bu insanların hepsi idamla yargılanacaktı. Bütün zindanlarda tehlike zili ve telefon olduğu halde böyle insanların bulunduğu zindanda ne telefon vardı, ne de tehlike zili. Nöbeçi çavuş gelince (Enver çavuş, beni çok severdi) “Beni buradan çıkarın. İsterseniz üniformamı da alın! Görevi de istemem” dedim.
“Deli misin be?” dedi. Koridorda vardiyan bir anlamda kilitlidir. çavuş gitti, üç İngiliz subay geldi. Bir tanesi yanıma geldi. “Sen Türk değil misin?” diye sordu. “Evet” dedim. “Ben sizin tarihinizi okudum, Türkler korkmaz,” dedi. “Ben de korkmam, ama bak fakkolar söküldü. Kapılar kırıldı.”
“SUBAY ZOR KURTULDUYDU...”
Subay bunun üzerine o bağıranların hücresine yürüdü ve topuzu hücreye sokarak, onları korkutmaya çalıştı. Bu defa mahkumlar topuza sarıldı ve onu içeriye çekmeye çalıştılar. Topuz subayın elinde sarılı olduğu için topuzu alamadılar, subay kurtulup, yanıma geldi.
“Haklısın, ama senin istediğin olamaz, çünkü sen görevdesin ve görevinin başında kalmalısın. Ancak sana bir yardımcı getireceğiz,” dedi. Gelecek olan vardiyan, koridarda benim yanımda bulunmayacak, kapının dışında bekleyecek ve şayet tehlike oluşursa, dışardaki telefondan yardım çağıracaktı.
“SİZ İSTEYİN BEN SU VERECEĞİM...”
Yardımcı diye gelen bir Rum’du. Rum benden çekiniyordu. çünkü o dönemde Rum vardiyanların EOKA’cı mahkumlarla konuşması, iletişime geçmesi yasaktı. Eğer ben bu konuda bir rapor verirsem onu görevden alabilirlerdi.
İngiliz subay ayrılırken bana, “Bundan sonra onlara su da verme!” diye talimat vemişt. Bunu duyan Yorgacis, “Arkadaşlar şunun şurasında az bir zaman kaldı, su isteyip, vardiyan arkadaşa zorluk çıkarmayın,” diye seslendi. “Siz isteyin, ben vereceğim,” dedim. Böyle dedim, çünkü subay çekip gitmişti ve mahkumarla tehlike içindeki bendim. Yardıma gelen Rum vardiyan, benden on yaş büyük olduğu halde benden çekinerek, “Su istiyorlar, vereyim mi?” diye sordu. Rum, su versin diye gittiğinde, mahkumlar hücrenin deliğinden “Tuuu yüzüne! Sen yaşlı başlı adam, bu çocuktan izin alın bize su vermek için,” dediler ve tükürdüler yüzüne Rum’un. çünkü o vardiyanın, su verip veremeyeceğini bana sorduğunu duymuşlardı.
“YORGACİS HASTANEYE GÖTÜRÜLÜNCE KAÇTIYDI...”
Daha sonra Yorgacis’i hastaneye götürme kararı alındı. O dönemde cezaevi doktoru yeterli teşhisi koyamazsa, mahkum hastaneye sevk edilirdi. Yorgacis de bu aşamadan geçip, bir Rum vardiyana kelepçeli olarak hastaneye gönderildi. Röntgenler çekilip, işlemler bittikten sonra hastane girişinde çatışma çıktı. Yorgacis’i hastaneye götüren eskorttaki silahlı İngiliz’i vurdular, ama o da kendine ateş edenleri vurdu yere düşerken. Bu çatışma esnasında Yorgacis, vardiyanın koluna bağlı kelepçeden sıyrılarak kaçmış. Bence o vardiyan, kelepçeyi açmıştı. çünkü söz konusu vardiyan, Cumhuriyet’le birlikte kurulan hükümet tarafından terfi ettirilip, rütbe almıştı. Yorgacis’i götüren arabanın şoförü bir Türk’tü. Olayla ilgili soruşturma yapıldığında, bu Türk şoför, silahlı eskort İngiliz’e ateş açanın elini gördüğünü, bu elin sahibinin de bir Rum vardiyan olduğunu söyledi. Nitekim söz konusu Rum vardiyan, görevden alınıp, Koççinodrimitya’daki tutukevine gönderildi. İfadesinden dolayı da o Türk şöföre rütbe verilerek, onbaşı yapıldı. Rum’un görevi verildi kendisine, eğitimci de oldu.
Yorgacis tabii kaçtı, ama yine tutuldu. Mahkeme oldu ve mahkum oldu. Hangi suçtan mahkumiyet yedi, kaç yıl mahkumiyet aldı hatırlamıyorum. Teferruatı unuttum.
“MAHKUMİYETİ UZUN OLANLAR, TERZİLİK ATÖLYESİNE KONURDU...”
Cezaevinde mahkum olan kişilerin mahkumiyet süresi uzunsa, onları terzilik atölyesine koyarlar, meslek öğretirlerdi. Yorgacis’i de oraya koydular. Her makinenin bir ustası vardı, her ustanın yanında da çıraklar olurdu. çıraklar kendileri seçerdi ustasını, gider otururlardı ustanın yanına. Vardiyan buna karışmazdı. Onun görevi orada asayişi sağlamaktı. Tüm gardiyanlar, oraya, yani terzilk bölümüne gitmek istemez ve korkardık. çünkü çok kişi idi buradaki mahkumlar. Diğer atölyelerde, yani kunduracılık, demircilik vesairede bu kadar kalabalık yoktu.
Terzilikte 10 makine varsa 5-6 mahkum olurudu en az herbirini yanında. Böylece atölye 60-70 kişiye ulaşırdı.Hiç de kolay değildi asayişi sağlamak. Normal olarak bir mahkum, yöneticilerin geleceği kapıyı gözetler ve ötekileri duruma göre uyarırdı. Bu uyarıya rağmen çoğu zaman susmazlar, bağırıp taşkınlık yaparlardı. Yorgacis bir gün, “Arkadaşalar, bakın, bu vardiyan arkadaş bizimdir. Ne söylerse olacak, sıkıntı yaratmayacaksınız!” dedi. Nitekim bir nöbetimde İngiliz subay geldiğinde hepsi suspus otururdular. Yorgacis’in yönetici kimliği vardı. İngiliz subay, duruma şaştı. Gitti, az sonra başka yönden dönüp, yenden geldi. Bir bana baktı, bir de göğüs numarama baktı ve gitti.
Ne tür sıkıntı yaratırlardı? örneğin sürekli tuvalete gitme istekleri vardı. Fakat tek tek gitmeleri gerekirdi tuvalete. Daha önce giden geri gelmeyince, bir diğeri gidemezdi. Bu konuda sorun yaratmaya çalışırlardı.
“YORGACİS’İ ÇÖPLERİN İÇİNDE KAÇIRDILAR...”
Yorgacis’i yeniden kaçırmayı planladılar. O dönemde, İngiltere’den ipsiz sapsız, hiçbir mesleki tecrübesi olmayan 50-60 yaş civarında olan kişiler gelir, vardiyan yazılırdı. Sinema afişi asarak, gün geçiren kişilerin bile vardiyan yazıldığını hatırlıyorum. İşte böyle bir İngiliz vardiyanın nöbeti esnasında plan yürürlüğe girdi. Cezaevinin çöpleri, yani yemek artıkları ve atölyeden çıkan talaşlar, gözlemci bir vardiyanın bulunduğu alanda kamyona doldurulurdu. Bu kamyon, giriş ve çıkışı kilitli olan ara bölmeye gelir, oradaki gözlemci, çöpü şişleyerek, kontrol ederdi. Bu kontrolden sonra ara bölmenin dışa açılan kapısının kildi açılır ve kamyon böylece cezaevinin dışına çıkardı.
İşte Yorgacis, bu yöntemle cezaevinden çıkarılacaktı. çöplerin kamyonlara yüklendiği alanda Gönyelili vardiyan arkadaş çolak’ın Hasan nöbetteydi. Yorgacis’i kaçırmaya yardım edecek olan İngiliz vardiyan, Hasan’a, “Enver çavuş seni istiyor, gidesin,” deyince, durumdan kuşkulanmayan Hasan, nöbet yerini terk ederek, Çavuş’a gitmiş. “Beni istemişsiniz,” demiş. Enver çavuş, “Kim söyledi?” diye sorunca, “Filan İngiliz söyledi.” demiş. Enver çavuş, durumu hemen kavrayıp, “Git çabuk geri da bir b...k yeycekler!” demiş Hasan’a. Hasan nöbet yerine döndüğünde çöp kamyonu çoktan gitmişti.
Kamyon, son kontrol noktası olan ara bölgeye geldiğinde, bölgedeki nöbetçi şişleyerek kontrol edeceğinde, İngiliz vardiyan da yardım etmek ister gerekçesi ile bir şiş de kendisi alarak, kamyonu şişlemeye başlamış. Tabii Yorgacis’i nereye koyduğunu, üstünü talaş ve yemek artıkları ile nasıl örttüğünü bildiğinden, şişlemesini de ona göre yapmış. Böylece Yorgacis, bir kez daha kaçmıştı. Bu, Yorgacis’in cumhuriyet kurulmazdan önceki son kaçışı oldu.
“HÜKÜMET KURULUNCA YORGACİS BAKAN OLDU...”
Hükümet kuruldu, Yorgacis çalışma Bakanı oldu. Kısa bir müddet sonra İçişleri Bakanı oldu. Zeki bir kişi olduğu konusunda kanaatim var. İçişleri Bakanı iken Dışişleri ve Savunma Bakanı da oldu.
İçişleri Bakanı iken cezaevini ziyarete de geldi. Müdürle gezerlerken, beni görünce, “Ahmet Efendi, nasılsın?” dedi bana. Ben de selam verdim kendisine. Rum Müdür beni Gönyelili olduğum için sevmezdi.
“YORGACİS’İN GÖNYELİ’Yİ ZİYARETİ...”
Daha sonra yolumuz, Yorgacis ile yine buluştu. İçişleri Bakanı iken Gönyeli’yi ziyaret etti. Ziyaret, Kuzu’nun Kahvesi’nde gerçekleşecekti. Bir baktım, bakanın oturacağı masaya kırış kırış bir örtü serilmiş. “Bu ne? çok ayıp böyle bir örtü koymak masaya,” deyince ordakiler, “Ona bu bile çok,” dediler. “Bakın,” dedim. “Bu bizim o makama saygımızı gösterecek.” Bunun üzerine, “Yorgacis Demirci’nin ahbabıdır,” diye şaka yaptı arkadaşlar.
Yorgacis geldiğinde, “Bakan olalı ilk kez bir köyü ziyaret ediyorum, o da sizin köyünüz,” dedi. Ziyaretin sebebi, köyün ihtiyaçlarını konuşmaktı. Muhtarımız Amet Mehmetağa idi o günlerde. Muhtar, ihtiyaçları, sudan başlayarak sıralamaya başlayınca, “Yok, bir tane bir tane söyle lütfen. Birini bitirip, sonra ötekine başlayalım.” dedi Yorgacis. En mühimi barajdı o günlerde. O konuda çok hazırlıklı gelmişti Bakan. “Barajın temelinin atılması düşünülen yer bir Rum’a aittir. İstimlak edemeyiz, çünkü istimlak Türk’ten Türk’e veya Rum’dan Rum’a olabilir,” dedi. “Ancak baraj temelini Türk yerine koyalım. Böyle yaparsak, ileride Rum malı suyun altında kalacak, ama hakkını aramak isterse devleti dava etsin.”
“KIRNI’NIN SUYUNU GÖNYELİ’YE VERELİM...”
Yorgacis, baraj suyu ile ilgili bir proje de sunmuştu o gün. Bu projeye göre, baraj suyu, Gönyeli’nin güneyine borularla aktarılacaktı. Bu alandaki Tük malları istimlak edilerek, sulu tarım yapılması için belirli ölçülerde parsellere bölünecekti. İlk parsel alma hakkı, malı istimlak edilen kişiye tanınacaktı. Parsel sahipleri, yeterli çalışmayı yapamıyorsa, parsel ondan alınıp, bir başka istekliye devredilecekti. Bu güzel proje, ne yazık ki yürürlüğe giremeden Kıbrıs Cumhuriyeti bozuldu.
Muhtar Ahmet Mehmetağa, ikinci sorun olarak, içme suyunu söyledi. “Bu daha kolay,” dedi Yorgacis. Kırnı suyunda bir miktar hakkımız varmış. “Hepsini alalım, Gönyeli’ye verelim,” dedi ve böylece Kırnı suyu, o günlerde Gönyeli’ye bağlandı.
Yorgacis gittikten sonra ordaki arkadaşlar, “İyi ki be Demirci, seni dinleyip de masaya ütülü örtü koymuştuk,” diye gülüşmüşlerdi…”