1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Innuktigut... Kablunatigut...*
Innuktigut... Kablunatigut...*

Innuktigut... Kablunatigut...*

Bir rastlantının peşine takılıp her zamanki yazın coğrafyamdan uzaklaşacağım bu yazımda. Bereketli bir kış hayali ve özlemiyle belki de, taaa Kuzey Kutbu’na, sıfırın altında eksilere, karın onlarca adının olduğu Eskimolar diyarına uzanacağım...

A+A-

 

 

Bir rastlantının peşine takılıp her zamanki yazın coğrafyamdan uzaklaşacağım bu yazımda. Bereketli bir kış hayali ve özlemiyle belki de, taaa Kuzey Kutbu’na, sıfırın altında eksilere, karın onlarca adının olduğu Eskimolar diyarına uzanacağım...

 

Eskiden sahafların müdavimiysem de, antika kitap avcısı değilim. Kitapları alırken basım yıllarına bakmam bile, koleksiyoncu değilim, yine de bazı eski kitaplar, ilk baskılar var elimde –herkeste olabileceği gibi... Araya bu paragrafı yazdım ama konum eski kitaplar değil, sözünü edeceğim daha yakın zamana ait bir kitap. Rastlantının başladığı yer de tam burası!     

 

‘Nasıl’ ve ‘nerede’sini geçelim, günün birinde kurumun biri ‘yer açmak’ nedeniyle siz deyin yüzlerce ben deyim binlerce kitabı atmıştı yine sokağa... ‘Kitap atılır mı atılmaz mı?’ sorusunu sormaya hiç gerek yok! Atılmaz tabii ki.. ama gel de bunu bahsi geçen kurumda yuvalanan zihniyetlere anlat....

Neyse, o kurumu ve oraya yuvalanan zihniyetleri şimdilik bir yana bırakalım ve bir adını da Eski Yunanca’da “ayı” anlamına gelen arktos sözcüğünden alan Kuzey Kutbu’na, ilk olarak 1909’da buzlar üzerinde köpekleriyle yolculuk eden ABD’li Robert Edwin Peary’nin peşinden yolculuğumuza devam edelim!

        

Orta boylarda bir tepe halini alan ve yıllarca durdukları tozlu ama güvenlikli raflardan sonra kendilerini bir anda uluorta bir yerlerde saçılmış bulan kitaplarla empati kurup iyiden iyiye bok gibi hissediyorum kendimi. Düşünsenize, yıllarca birbirlerine gerek alfabetik gerekse kronolojik olarak komşuluk etmiş kitaplar bir anda kimin eli kimin götünde bir düzende kutulara doldurulup atıldılar.

        

Neler neler yok ki aralarında... Birçok dilde romanlar, öyküler, şiirler, denemeler, çocuk kitapları, sözlükler, ansiklopediler, hatta eski plaklar bile...

 

Ve işte bir anda bu kitap tepeciğinin yanında buluyorum kendimi. Fal bakarcasına kitap yığınının bir yerinden elimi daldırıp çekiyorum bir kitap. Elime gelen kitaba göre kendimce gizli bir anlam çıkartacağım. Kırmızı kapaklı, üzerinde kürkler giymiş bir Eskimo adamı çizimi olan küçük bir kitap. Kapağını açıp bakıyorum, 1954 yılında basılmış, ‘Research Center of Amerindian Anthropology– University of Ottowa’ yayını. 27 yıl Eskimolarla yaşamış olan, tüm Kuzey Kutbu dairesini dolaşmış, Eskimolar’ın dillerini incelemiş Arthur Thibert adında bir misyoner tarafından hazırlanan Eskimoca’dan İngilizce’ye, İngilizce’den Eskimoca’ya sözlüğü...

  

 

Güneşin altı ay hiç doğmadığı, bu süre içerisinde sürekli karanlıkta kalan Kuzey Kutbu’nu düşünürken öbür altı ayda ise, güneşin hiç batmadığı ve yazın, gece yarısı bile kitap okunabilirliği takılıyor aklıma. Bir yandan Kutup Bölgesi’nde güneşin doğuş ve batışının yavaşlığını, uzun süreye yayılan alacakaranlığını hayal ederken, bir yandan da Eskimo kültürünü biraz daha tanımak için karıştırıyorum sayfalarını.

 

Başka sözlüklerde görmeye alışkın olmadığım tek sözcük karşılığı olmayan sözcüklere rastlıyorum:

Ablorangorpok: yürümekten yorulmuş olan.

Adgerk: kül altında pişirilmiş.

Adgorpok: rüzgara karşı yolculuk etmek.

Kekrarmago: donarak ölmüş.

Makperpok: kitabın kapağını açmak.

Nunlikpok: denizden karaya vurmuş olan.

 

‘Yumurta’ sözcüğü gözüme çarpıyor..

Yumurta’ya ‘mannik’ diyorlar Eskimoca’da... Ama yumurta eğer bulunmuşsa iş değişir, o zaman ‘pikjuk’ sözcüğü kullanılır. Yumurtlayana ‘manniliorpok’, yumurtlama ayına (ki bu sözlükte Haziran ayı olarak veriliyor) ‘mannit’, balık yumurtasına ‘suwak’, yuva dışına, aceleye yumurtlanan yumurtaya ‘angornikut’.

Yumurtanın kabuğu ‘saunark’, beyazı ‘kauk’, sarısı ‘itserk’...

 

Sonra ‘köpek’ sözcüğü; ‘kringmerk’. Köpek oynak bir köpekse ‘unayok’, kuyruğu havadaysa ‘pameiyut’ denir. Lider huyluysa ‘issorartuyok’.

 

Sözlükte karşılaştığım en uzun sözcük: ‘passiyauyungnaerutiksariorpok’... ‘mazaret aramak’ anlamına geliyor. (Mazaret ararken sadece bu sözcüğü söylemek bile zaman kazandırır insana yahu!!)

 

Eskimolar oğlularına ‘ernerk’, kızlarına ‘panik’ demeyi uygun bulmuşlar (şu kız çocuklarına kullandıkları ‘panik’ lafı komik olduğu kadar düşündürücü...)

 

Türkçe’de bol, İngilizce’de kıt olan ‘abla’, ‘abi’, ‘hala’, ‘amca’, ‘dayı’, ‘teyze’, ‘enişte’, ‘yenge’, ‘anneanne’, ‘babaanne’, ‘gelin’, ‘damat’, ‘kayınvalide’, ‘kayınpeder’, ‘kayınbirader’, ‘baldız’, ‘elti’, ‘görümce’, ‘yeğen’, ‘kuzen’ gibi ailedeki herkese kan bağı, yaş ve/veya aileye giriş şekillerine (evlilik, evlat edinme vs.) bakılarak ayrı bir isim verme olayı Eskimolar’da da varmış...

Hatta daha da abartmışlar diyebilirim rahatlıkla. Türkçe’de kullandığımız ‘kayınbirader’e (yani bir erkeğin evli olduğu kadının erkek kardeşi) ‘sakkiark’, aynı erkeğin kızkardeşinin evli olduğu erkeğe (yani enişte’ye) ‘ningauk’ demişler. Buna bir de ilave yapmış Eskimolar, erkek ablasının kocasına ‘nukaunrok’, kızkardeşinin kocasına ‘angayunrok’ olarak hitap eder... Dıdımın dıdısının dıdısı... J

Sırf bu obsesif ayrıntılandırma yüzünden aile kavramının bu kültürde de önemli bir yeri olduğu kanaatine varıyorum...

 

Bizimki gibi harflerden oluşan bir alfabe değil Eskimoca. Onun yerine 44 tane heceleri var. Bir kelimenin anlamını tek başına anlamak pek mümkün değil. Kelimelerin anlamları yer aldıkları bağlama göre değişebilir. Bu durumda bir ses kümesi çok anlamlı olarak kullanılabilir... 

 

Ve Eskimolarla ilgili biraz bilgi. ‘Eskimo’, sayısız toplumun (Allivik, Copper, Netsilik, Polar, Iglulik, Aleut, Chukchi, Koryak, Cugach, Kobuk) obalar biçiminde örgütlenerek Kanada'dan Alaska'ya, Grönland'dan Kuzey Asya'ya, Kuzey Kutbu’nun dört bir yanına yayılmış fiziksel görünüşleri, dilleri, mitolojileri, sanatları, üretim araçları ve üretim ilişkileri bakımından büyük benzerlik gösteren toplumların genel adı. Kimi Eskimo toplumların dilinde ‘Eskimo’ terimi melek anlamına yakın düşüyor.

 

Kuzey Kutbu’nda ağaç, yakılamayacak kadar değerli olduğundan Eskimolar balina ve fok gibi hayvanların yağını yakacak olarak kullanırlarmış. Uzun kış gecelerinde eskiden yağ kandilleri, sonraları gezginlerin getirdiği gaz lambalarını kullanmışlar.

 

Alaska, Kanada ve Grönland’daki Eskimolar bölgenin batı kesimlerinde yaşıyorlar. Geleneksel olarak yaşamlarını avcılık ve balıkçılıkla sürdüren Eskimolar, suda kayak adı verilen kanolar, kar ya da buz üzerinde ise köpeklere çektirilen kızaklar kullanırlardı. Evlerinin katı kar bloklarından yapar ya da deriden, korunaklı çadırlarda yaşarlardı. Bugün çoğu ahşap evlerde oturmaktadır. Kardan yapılma kulübeler, Kanada Eskimoları tarafından yalnızca geçici barınaklar olarak kullanılır. Geleneksel Eskimo yaşamı günümüzde büyük ölçüde yok olmuştur.

          

Hiç Eskimo tanımadım. Dilin konuşulduğunu duyduğumu da hatırlamıyorum, televizyonda, sinemada falan. Buna rağmen, kağıt üzerinde gördüğüm ve telafuz etmeye çalıştığım kadarıyla, Eskimoca, iç ısıtan sıcak bir dil...

 

Evet, bir rastlantı sonucu, varlığından haberim olsa da, üzerinde hiç durup düşünmediğim bir dil ve bu dilin imge dünyası açıldı önümde...

 

 

*Eskimoca’da “Biz Eskimolar... Siz beyaz adam...”

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2120 defa okunmuştur