İnsan hayatı üzerinden bürokratik eziyet
"Sağlık Kurulu", lösemi hastası kadın hakkında bir rapor hazırladı.
Dört doktorun imzasıyla hastanın “malulen emekliliği uygun görülmüştür” kararı verildi.
Bu rapor İhtiyat Sandığı Yönetim Kurulu’na gitti.
Maliyeci var, sendikacı var, planlamacı var, siyasi atamayla gelen başkan var kurulda…
Hekim yok!
İhtiyat Sandığı Yönetim Kurulu raporu yürürlüğe koymadı.
İtiraz etti!
Bir kurul, bir başka kurulun raporuna itibar etmiyor ya da tanımıyor.
Günün sonunda insanlar mağdur oluyor.
Bakandan müsteşara, yönetim kurulu başkanından müdüre "yalvar yakar" olmak zorunda kalıyor insanlar...
Belki de ülkenin "yönetim takımı" bunu seviyor.
İnsanların kendilerini aramasını, işinin olması için adeta merhamet dilenmesini, "merak etmeyiniz, halledeceğiz" demelerini…
Her an küfrettiğimiz düzen bu!
Bir "sistem" üzerinden yürümüyor işler...
İllaki ki iki dudak arasına sıkışıyor, kalıyor...
Ne yapacaksınız?
Bir yandan canınızla boğuşurken, hastalık psikolojisi içerisinde geleceğinizi düşünürken, derdinize çare ararken, bir de kapı kapı gezeceksiniz…
Yalvaracaksınız.
***
Sağlık Kurulu raporunun "Bulgular" bölümünde, "Lösemi geçirip tedavi olmuştur, takipleri devam etmektedir." yazıyor.
"Karar" bölümüne ise "Hastanın malulen emekliliği uygun görülmüştür."
İhtiyat Sandığı Yönetim Kurulu bunu "İtiraz Kurulu"na taşıyor ve "Daha açıklayıcı bilgi" talep ediyor.
Sağlık Bakanlığı'na mektup gönderiyor yeniden...
Oradan yanıt bekliyor.
İnsanlara tam anlamıyla bürokratik zulüm yapılıyor.
Dört doktor imzasını atmış, başhekim onaylamış, ne istiyorsunuz halen?
Detay mı?
Biraz da hasta mahremiyetine saygı gösteriniz.
Ya da “Sağlık Kurulu”nu kapatınız, güvenmiyorsanız eğer…
“Hastayı mağdur etmemek için çözüm üreteceğiz”
İhtiyat Sandığı Müdürü Ertunç Doğu’yu aradım…
“Söz konusu hastanın durumuyla ilgili olumsuz bir karar çıkmadı. Sağlık Kurulu’ndan rapor geldi, ancak, bunun işleme girmesi için Yönetim Kurulu kararı gerekiyor.”
Niye?
“Raporda tedavisi olmuştur, diye bir bilgi var. Daha sonra emekliliği uygun görülmüştür diyor. Yönetim kurulu burada bir çelişki gördü. Tüzüğe göre İtiraz Kurulu’na gitme hakkı var. Sağlık Bakanlığı’ndan geri dönüş bekliyoruz. Biz de Sağlık Bakanlığı ile konuştuk, ortada bir mağduriyet var, neden henüz yanıt vermiyorlar, bilmiyoruz, bekliyoruz.”
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Deren Oygar’ı arıyorum.
O da tepkili…
“İhtiyat Sandığı Yönetim Kurulu’nun kendi hekim yerine koymasına biz de tepkiliyiz, yanıt vermeyecektik ancak hastanın mağduriyetini önlemek için gereken yazışmayı yapacağız, meseleyi çözümleyeceğiz” diyor.
Söz konusu yurttaşın babası da kanser hastası, eşinden ayrı ve hem evladına hem babasına bakıyor, geçtiğimiz ay maaşını alamadı.
İki aydır bu soruna çözüm üretilmedi.
Bürokrasinin insan hayatı üzerinde oluşturduğu ağır yükün kaldırılması gerekiyor.
Yasalar ve kurallar insan hayatını kolaylaştırmak için olmalı…
Zorlaştırmak değil!
Bürokrasinin kendisi bir amaç haline geliyor, git gide…
Her daire, kurum, yönetim kendine bir “iktidar alanı” kuruyor ve bunun üzerinden güç gösterisi yapıyor.
Çalışma hayatında da bu var…
Üretimde de…
En azından sağlıkta olmasın!
Hiç bu kadar pis olmamıştı
Yirmi yıldan fazladır Sanayi Bölgesi içinde çalışıyorum.
Hiç bu kadar başıboş, düzensiz, pis, yönetimden uzak olmamıştı.
İğreniyor insan içinde gezinirken…
Tam bir keyfilik var, tam bir sorumsuzluk…
Sahibi yok Sanayi’nin!
Sanayi Bölgeleri’nden sorumlu dairelere – bu haliyle - gerek yok bence…
En azından “bütçe” bir yükten kurtulur…
Çevre yolu var ya…
“Yonca Kavşağı” için de temeli atıldı hani…
Sanayi’ye de bağlanacak bir yol var.
Toprak bir yol var; kuzeye doğru ilerliyor, dağdaki bayrağı, yerdeki pisliği görüyorsunuz.
Çıkmaz sokak…
“KKTC”nin fotoğrafı…
Sizi çöpler karşılıyor.
Her yer çöplük olduğu zaman çok da dikkat çekmiyor aslında…
“Hükümet” gibi kir tutmuyor!
***
Avrupa’ya gidiniz de sanayi bölgelerini geziniz, “Başbakanlık”tan temizdir.
Çok uzağa değil adanın güneyine gidiniz.
Hiç bu kadar pis, rezil, atıl kalmamıştı Sanayi bölgeleri…
Türkiye’den gelen bakanı gezdiriniz ne olur…
Görsün yarattıkları düzeni ve hangi zihniyeti desteklediğini anlasın daha iyi…
Sanayi’ye baksın yüzünü görsün yürüttükleri siyasetin…
Ayna gibi…
Biraz mola!
Şimdi dinlenme ve evlada sarılma zamanı…
Biraz mola!
İnsanın can parçası yurt dışında yaşadığı zaman hep biraz eksik kalıyor.
Daha acısı şu…
İngiltere’de iyi bir eğitim aldı çocuğumuz…
Şimdi çalışıyor ve hayatının ne kadar medeni olduğunu görüyorum.
Buralardaki sefaleti de biliyorum.
Hem emeğinin karşılığını alabiliyor orada hem de önemli deneyimler kazanıyor.
Belki sosyal değil, belki hasret çekiyor, çekiyoruz karşılıklı ama insan gibi yaşıyor.
Bir yanımız “kal oralarda” diyor, bir yanımız “gel…”
Çocuklarımız yurtlarını çok seviyorlar.
Başka Kıbrıs yok elbette…
Belki de bu rezil düzeni onlar yıkacak, Kıbrıs’ın aydınlık geleceğini inşa edecekler…
Ana baba yüreği dayanmıyor elbette…
Yine de duygusal değil rasyonel baktığınız zaman burada bir enkaz var.
Ah ne zor!
Tatile geliyor evlat, bize de tatil yolu görünüyor böylece…
Genel yayın yönetmenliğinden ayrıldığım günden beri, her gün birkaç farklı başlıkta tam sayfa yazılar yazmaya, araştırmaya ve sorgulamaya çalışıyorum.
Medyada – hele özel medyada – sorumluluk almak, her gün sırtınızda bir ton yükle dolaşmakla eşdeğerdir.
Bu açıdan son iki senedir epeyce rahatım.
Yine de her gün yazmak – etik bir kaygıyla, öğrenerek, soruşturarak – kolay değil…
Biraz mola!
10 eylülde yeniden buluşmak üzere…
Umarım daha keyifli satırlarla…