İnsan Kuklası
Biri uzun diğeri daha kısa iki tahta parçasına ihtiyaç var. Çivi olmazsa bile ip kullanarak uzun olan tahtayı yere sabitlemek, diğer kısa parçayı ise enine şekilde birbirine bağlamak gerek. Zor değil, şimdi kolları oluşturuyoruz. İşte bitti. Artık giyinmek vakti. Kat kravat giydirenleri de hatta papyon takanları da gördük, korkutacak şey kuşlar olunca kıyafete önem vermeyerek öylesine eski kıyafetler giydirenleri de. Bağı, bahçeyi, bostanı koruyacak bir bekçimiz var artık. Ulvi bir görevi var. Emek vererek yetiştirdiğimiz ürünlerimizi yabancı düşmanlara karşı koruyacak. Durduğu yerde, hiç hareket etmeden, kımıldamadan, ses vermeden, duymadan, öylesine koruyacak. Kuşlar görüp bu ne diyecekler, korkup kaçacaklar, bostanı bekleyen bostan korkuluğu görevini layıkı ile yapmanın kıvancı içinde neşeyle olduğu yerde yine duracak. Aylar geçecek, yıllar geçecek o orada durmaya devam edecek. Bekçilik görevini layıkı ile yaptığı uzun süre sonunda nihayetinde çürüyüp gidecek. Tarlanın yeni sahibi olan akıllı adam yerine başka korkuluklar hazırlayacak. Yeni kuşlar gelecek, yeni bostan korkuluklarını görüp, yeni göçlere doğru kanat çırpıp gidecekler. Bu iş böyle. Kuşların korkması, nev-i şahsına münhasır insan kuklası olan korkulukların suçu mu? Sonuçta iki tahta.
Havanın ağırlığına bakılırsa son piyesteyiz artık. Adamın biri şarkı dinlediği için tutuklanıyor. Akademisyenin biri bir bildiriye imza koydu diye gözaltına alınıyor. Bunlar daha başlangıç. Devamını da göreceğiz. FETÖ dedikleri yapılanmayı ülkemize taşıyanlar şimdi kalkmış hesabı bizden soruyor. Yıllardır bu gibi yapılanmalarla Kıbrıs’ın kuzeyini dönüştürmeye çalışanlar, bundan rant sağlayanlar, gırtlaklarından geçen her lokmayı bu derin işlerin faturasına borçlu olanların utanmadan sesi çıkıyor.
Şarkı dinleyen adam suç olmayan bir fiilden dolayı içeri alınırken, dışardakiler onu yalnız bırakıyor. Afrika Gazetesi’ne karşı Türkiye’de açılan davalara sessiz kalanlar sıranın bir gün kendilerine de geleceğini düşünemiyor. Akıl tutulması. İfade özgürlüğüne önem veriliyor nokta. Kendi kendimize sahip çıkamıyoruz. Her zaman bir çekinme, uzak durma, sinme hali.
Sn. Hasan Ulaş Altıok’nun geçtiğimiz hafta paylaştığı yazı bizim aynamızdır: “Evet, yalnız kalmaktan korktum.” Bugün herhangi bir KKTC vatandaşı Türkiye’de gözaltına alınsa buradaki yönetim ne yapabilir? Kimden nasıl hesap sorabilir? Uzun süre tutuklu kalsa unutulup gidileceğinden korkmaz mı insan? Düşündüğünü açıkladığı için, bir bildiriye imza koyduğu için kaybolup gitmekten...
Söylenmesi gerekenleri yüksek sesle söylemenin zamanı çoktan geldi de geçiyor. Halen kurulu düzen dediğimiz yapının yılmaz bekçiliğini yapanların bostan korkuluğundan farkları yok. Görüşme masalarında bağımsızlıktan, egemenlikten, eşitlikten bahsedenler kendi ülkelerinin para politikasını neden belirleyemediğini, Merkez Bankası’nı, Sivil Savunma Teşkilatını, Polisi, İtfaiyeyi bile neden yönetemediğini açıklayamıyor. Hangi devlet ?
Bu ülkede bir telefonla gazete taşlayanlara, polisin seyirci kalması talimatına, Cumhuriyet Meclisi’nin içinde seçilmiş milletvekilleri varken onların tepesine çıkıp bayrak sallayanları koruyup kollayanlara içimizden destek olan kuklalar var. Sorun burada. Kuklalar çoğaldıkça etraf sessizleşiyor. Susanlar çoğaldıkça kaybolup gidiyoruz. Her kurumda, her mevkide bulunan insanlar bu düzenin gerçeklerini korkmadan dile getirse nice karanlığın sonu gelecek. Oysa ki biz günü geçiştirerek yıllarımızı harcıyoruz.
Dayanışarak, daha fazla yüksek sesle birlik olarak, kendi kendimizi yalnızlaştırmadan ve cesaretle yürümek gerek. Yaratılmak istenen yeni korkulara boyun eğmeden, tarlayı bekleyen bostan korkuluklarını yıkarak ilerlemek gerek.
Kaybedecek ne kaldı?