“İnsan neleri susmuyor ki...”
Sokakta çocukların çocuk yaşlarıyla kaldığı bir coğrafyanın insanı o...
Ve şiir yazıyor.
“Alnı secdede şiirin. Para ezana dikmiş kulaklarını.”
Böyle bir dönemde...
Bir çift dudağın dokunuşuyla isyanlar ediyor, kışkırtıyor.
***
İyi şiiri özlemişim.
‘Zona’ 61 yaralı sayfa!
Her bir şiiri yeniden ve yeniden okuyorum... Ve her okuyuşta yeni bir yolculuğa çıkıyor, sözcükleri yeniden anlamlandırıyorum.
***
Hakkı Zariç’in “Zona”sı bir “sızı” kitabı. Dağın insana küstüğü bir kavganın kitabı... Umudun çatlağından açlığın sızdığı ülkenin, geceleri kemikleri ağrıyan kentlerin kitabı... Sırtında taşıdığı bıçak izlerinin kitabı...
***
“Yorgun uykuların sızılı kollarında uyanıyor çocuklar” ve Hakkı Zariç “evlerine işsiz dönenlerin sustuğu mevsimlere” adıyor dizelerini. Ezilmiş halklara adıyor...
Onların sızısını hissetmekle kalmıyor, bizim de yüreğimize kazıyor.
“Toz”umuzu alıyor şair, suskunluğumuzun, sinikliğimizin...
O tozu ateşe veriyor.
Ve dizelerinde “ses” ya da “hece”nin biçimiyle oynamaktan fazlasını yapıyor, “toplumsal bir duyarlılık” üstleniyor, şiirle adeta “direniş” örgütlüyor.
***
Bir de Kıbrıs sürprizi var kitabında...
“İçinden kan sızan evlerde kim sevişti / Zamanın yanıldığı yerde asıl söylenecek neydi” sorusunu asıyor boyunlarımıza...
“Yavru” vatan da yanıtlasın diye, onca çelişkiyi...
***
“İnsan neleri susmuyor ki...”
***
Bir düşününüz bunu...
‘Sustuklarınızı...’
Yüzünüzü duvara dönüp aynanın çatlağındaki sızıya sorunuz..
Ve kendinize...
“İnsan neleri susmuyor, nelere susmuyor ki...”
Nasıl ‘aldanıyoruz’ böyle?
Bu kadar mı kolay aldanıyoruz yani?
“Alınmış, kalınmıştır” mantığı...
Sorgusuz, sualsiz!
Hiç mi bitmeyecek “kapişari” düzeni!
Yani tam da “aptal” yerine koyuyorlar insanları.
Ve bu kepazeliğe tenezzül edenler kadar kırk yıldır bu ucuz politikaları taze sıkılmış portakal suyu rahatlığında içenleri de sorgulamak gerekiyor.
***
“Kırsal Kesim Arsası” dağıtıyor bakan...
Dağıttığı belgede ARSA yok!
Üzerinde isminiz yazılı boş plastik şişede “su” dağıtmak gibi.
Üzerinde “isminiz” yazıyor ya, suyunuzu da Allah gönderecek!
Ağzınızı açıp bekleyeceksiniz (!)
Ne pafta var ne parsel.
“Olsun yine de alalım...”
Böyle alıştık... Böyle alıştırdılar...
Ve öfkeleniyoruz.
Tamam da kimseler aldığı belgeyi niye karşındakinin yüzüne fırlatmıyor, niye yaygara koparmıyor?
Yapmayınız, aldanmayınız ne olur...
Marsta yeni bir yaşam keşfedilirken, bizimkiler, insanı maymuna geri dönüştürme derdinde halen...
Leylek...
- “Yazma be" dedi bir dostum, "Doğrular korkutur!.. Yüzüne vurma insanların. Doğruları yazmak, söylemek karın mı doyurur? ”
- Doyurmaz.
- “İnsanlara duymak istediklerini yaz. Herkesin ruhunu okşa. Herkesin yüzüne gül... ”
***
- “Bak dostum” dedi, “Herkes doğruları bilir ama kendi doğrusuna bakar!.. Değişimi söyler herkes de kimse kendini değiştirmek istemez. Bu düzen böyledir. Sempati topla, tepki toplama, yazıktır…”
- Üç maymun, diyorsun…
- Öyle…
***
- “Ürkütme vakvakları”, dedi, “Bilmez misin o tekerlemeyi…”
- Bilirim de...
- Leylek leylek likirdek
Hani bana çekirdek
Çekirdeğin içi yok
Kimselerin suçu yok.
***
Yok, bunu ilk kez duydum...
Tekerlemeyi de bilemedik, iyi mi…
Acıdı halime, gülerek gitti!..
Turnusol
Şöyle bir “rol model” oluştu, yarı(m) yurdumda: “Faydacı, fırsatçı, çıkarcı...”
Bu arkadaşlar, karşısındaki herkesi de “aptal” sanıyor adeta.
Oysa burası kıç kadar ülke.
“Çok var böyleleri” diyeceksiniz.
Öyle.
İnsanın doğasında var, faydacılık.
Ama bir yere kadar!
Siyasi partilerle ilişkilerde, böylesi tipler çok daha parlak.
“Aşk” ve “nefret”i peş peşe yaşıyorlar.
Ne zaman ki bir makam alınıyor; kendilerine, eşlerine, çocuklarına.
Bir büyük “menfaat” paylaşılıyor...
Nasıl büyük bir aşk, “bu ne sevgi ah!”
Suyun akışı bitince...
Ne aşk kalıyor ne meşk!
Bu kez korkunç bir “öfke” başlıyor.
Ve “nefret” geliyor ardından...
“Turnusol kağıdı” belirteçtir, bilirsiniz.
Ve seçim dönemleri, bu kağıda benzer.
İnsanların yüzüne bulaşır.
Bir bakışta “kim kimdir” anlaşılır.
Dedim ya küçücük ülke!
Bilmez misin, “dün”ün de farkında herkes “bugün”ü nde!
Kimi kandırırsınız sahi?
Kendinizden gayrı...
Notlarım
- Hani içine “yabancı madde karıştırılmış” anlamında “tağşiş” kelimesi kullanıldı ya, zeytin yağları için... Gündeme uyumlu esprileri severim. Cenk Özdağ’dan okudum:
“Etraf 'tağşişli' aday adayı kaynar. Bunların tahlilini yapabilecek bir laboratuvar var mı?”
- Adres Kıbrıs dergimizde geçen hafta B. Fevzioğlu’nun araştırması nefisti.
1970’lerde Kıbrıs’ta yasaklanan kitaplar!
Yasakçılar da Denktaş’tan Örek’e, Küçük’ten Kotak’a, Konuk’tan Nalbantoğlu’na tarihi isimler.
Yasaklı kitaplara misal mi; “Arkadaşım Che Guevera’’
- ‘Yasaklı Kitaplar’ listesinin 99’uncu sırasında yer alan ‘‘Gerillâ Nedir?’’ başlıklı kitabın altına şu not düşülmüş: “Bu kitap Başkanın kasasında saklanarak muhafaza ve istifade edilecektir.”
O kasa halen duruyor mu acaba?
- Yonca Şenyiğit’ten seçtiğim bir laf:
“Hani böyle çok güzel ambalajı olan, parlak kağıtlarla süslenmiş hediye kutuları vardır ya, içi boş olan. İşte siyasette böyle insanlar da vardır. Bilin istedim.”
- Sosyal Medya hesabı olmadan bir milletvekilinin seçilme şansı yüzde kaçtır?
- Duvarlara slogan yazılan günlerden, facebook profil çerçevelerine!
Hey gidi yaman dünya.