İnsan Yetiştirme Sistemi
Devletin belli ideolojilere göre insan yetiştirmesi, yurtsever, girişimci, yaratıcı, eleştirel düşünebilen, özgür ve özgün düşünen insan yetiştirmek yerine milliyetçi temelli tek tip insan yetiştirmek, ülkede kutuplaşmayı beslemekte...
Mehmet Çağlar
[email protected]
Yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce "ben kimseye bir şey öğretemem; onları sadece düşündürürüm" diyen, insanın özgür ve özgün düşünmesine değer veren Sokrates’ten, günümüzde tek tip insan yetiştiren, ezberci ve tabiri caizse "beyin yıkayan" bir sisteme ve merkezi bir otoriteye gelinmiş olması, düşündürücü ve üzücüdür. Türkiye’de ve on yıllardır Türkiye ile paralel bir eğitim sistemi yürüten Kıbrıs’ın kuzeyinde, eğitimin yıllardır bireye kendini keşfetme imkânı tanımayan, özgürleştirici bir süreç olmaktan uzak, eskiden kalma yasa ve yönetmeliklerle işlev gördüğü de bilinen bir gerçeklik.
Örneğin, Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyinde var olan mevcut eğitim sisteminin dayandığı temel, Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Bilgisi ve Öğretimi Yönetmeliğinin genel ve özel amaçlarında hayat bulur: "1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu Madde 2 – Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini; (Değişik: 16/6/1983 – 2842/1 md.) Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlâki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek...” Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulu KKTC Devleti de, Atatürk milliyetçisidir. Bu bir iddia değil; Devlet’in resmi ideolojisi, KKTC Anayasa’sının 71. maddesine göre, Atatürk milliyetçiliğidir. Bunun anlamı ise Devlet’in Kemalist olduğudur.
TC ve KKTC'deki eğitim sisteminin genel anlayışı özetlenirse: “bilgiyi ezberle, sorulduğunda da aynen öğretildiği gibi cevapla…”, “Öğrenmeyi öğrenME…”, “böyle davrandığın sürece de sana "tam” puan verilsin!”
Peki bu sistem, düşünen, yorum yapan ve eleştiren bireyler istiyor mu? Müfredatıyla ve anlayışıyla “nefret” söyleminin beslendiği düşünülen bir sistem. Farklı olana karşı ötekileştirmeyle birlikte oluşan “nefretlerin”, “düşmanlıkların”, yersiz kaygı ve endişelerin kökeninde Türk Eğitim Sisteminin militarist bir yapıda işlev görmesinin etkisi olduğu görülmektedir. Tüm bireylerin birbirine benzemesini esas alan, özgürlükçü düşüncelerin üretilemediği okullarda, bireyin kendi başına bir değer olarak algılandığı, tanındığı ve saygı duyulduğu bir anlayış nasıl geliştirilecek ki? Bu sistem katı bir emir-itaat kültürü ürettiğinden dolayı, ciddi bir sorun olarak yıllardır vahametini korumaktadır. Oysaki, bir toplumda ne kadar çok farklılık ve farklı yetenek varsa, bu oldukça önemli ve değerli kabul edilmektedir. Farklılıkların yok sayıldığı, hak ve özgürlüklere dair taleplerin totaliter devletçi yaklaşımla reddedildiği bir eğitim-öğretim ortamı, sadece yeni nesli değil, bu ortam içinde çalışan öğretmeni, bilim insanını, memurları ve hizmetlileri de yozlaştırır. Neticede, eğitimin demokratikleştirilmesi meselesinin mutlaka tartışılması gerekmektedir. Merkeze insani vasıfları, farklılıkları, düşünceyi, demokrasiyi, evrensel insan haklarını almayan bir eğitim sisteminden, bireyin ve toplumun eğitilmesi, insancıllaşması ve özgürleşmesi beklenemez.
Bugün Türkiye’de de Kıbrıs’ın kuzeyinde de, gerek resmi gerekse özel okulların müfredatları tekel anlayışı ile merkezi bir biçimde devlet tarafından belirleniyor. Bilindiği üzere hem Türkiye’de hem de Kıbrıs’ın kuzeyinde eğitim sistemi bir bütün olarak ne okula dayalı yönetimler ne de yerel yönetimler tarafından değil, merkezi olarak yönetilmektedir. Oysa bugün simbiyotik olarak yetenekleri ortaya çıkaracak "organik" bir eğitim plânlamasının yapılması bir gerekliliktir. Empati, kendini tanıma, özsaygı, tutumlar vb sosyal ve duygusal öğrenmelerin, okul öncesinden başlayarak, lise bitene kadar programlara etkinliklerle adapte edilmesi de plânlanmalıdır. Öğretmen ve yöneticilerin de sosyal ve duygusal öğretim konusunda eğitim almaları plânlanmalıdır. Aile eğitimleri ile toplumsal eğitimler de bu boyutları ağırlıkla içerecek biçimde düzenlenip uygulanmalıdır.
Türkiye’de yüz binlerce olduğu gibi, Kıbrıs’ın kuzeyinde de binlerce üniversite mezunu var ancak işsizlik ve iş tatminsizliği nedeniyle kendilerine olamadıkları gibi ülkeye de yeteneklerini ve bilgilerini aktaramadıklarından faydaları dokunamıyor. Halbuki bazı öğrenciler üniversiteye gitmeyebilir. Bir kısmı meslek okullarına yönlendirilebilir. Bazıları yüksekokullara devam edebilir. Bir kısmı ise üniversiteye daha sonra da gidebilir.
Önemli olan temel eğitim döneminde öğrenciler arasındaki farklılıkları ortaya çıkarmaktır. Öğrencilerin gidecekleri okulların plânlamasının esnek plânlama biçiminde olması ve bir taraftan toplumun ihtiyaç duyduğu alanlarda, diğer taraftan da bireylerin ilgi ve yeteneklerini dikkate alarak insan yetiştirme sağlanmalıdır. Bir toplumda ne kadar çok farklı yetenek varsa, bu oldukça önemli ve değerlidir. Sanatsal anlamdaki yetenekler de ortaya çıkarılmalıdır. Estetik değerler yaşamın her alanında oldukça önemlidir. Zanaat ise olmazsa olmaz olan toplumsal doku meslekleridir. Oysa Türkiye’de de Kıbrıs’ın kuzeyinde de bazı alanlara ve mesleklere gereğinden fazla bir yığılma varken, mesleki eğitim ve mesleki teknik eğitime yeterince yatırım yapılmıyor. Yetenekler ortaya çıkmıyor ki, bu durum toplumun geleceği açısından doğru olmadığı gibi sağlıklı da değil. Birçok alanda yeteneği olan toplumlar sorunlarını daha rahat aşabilir. Yaratıcılık önemlidir. Eleştirel düşünce gelişme için olmazsa olmazdır.
Akıl da bir yetenektir. Sentezleme yeteneği de oldukça önemlidir. Çatışmaların çözümünde önemli bir yaklaşım olan win-win (kazan-kazan) için de sentezleme yeteneğine ihtiyaç vardır.
Günümüzde özellikle bilişim teknolojilerinin de artmasıyla birçok ülkede bir kısım aileler çocuklarını okula göndermeden kendi kontrollerinde evde eğitim almalarını sağlayarak, çocuklarının yeteneklerini geliştirecek şekilde, çeşitli modüler kurslarla destekleyerek sürdürme eğilimine girmektedirler. Örneğin ABD'de, İngiltere'de, Kanada'da, Fransa'da, Belçika'da, Danimarka'da, Finlandiya'da, Macaristan'da, İtalya'da, Rusya'da, Norveç'te, Polonya'da, Portekiz'de, İsviçre'de, Avustralya'da anne babalar çocuklarını okula kendi istekleriyle göndermeyebiliyorlar. Bir başka örnek, İngiltere’de ilkokul ve ortaokuldan sonra öğrenciler üniversiteye girmek için dersler bazında A-Level, O-Level ve IGCSE diye adlandırılan sınavlara girmekteler ve gitmek istedikleri üniversite ve bölümün istediği dereceleri aldıklarında da bir lise diploması almaları da gerekmemekte, üniversiteye başlayabilmektedirler.
Sir Anthony Charles Lynton Blair, 1994-2007 yılları arasında İşçi Partisi Başkanlığı ve başbakanlık yaptığı bir dönemde, seçilmeden önce "bundan böyle, İngiliz çocuklarını dünya ile rekabet edecek şekilde yetiştireceğiz" diyerek İngilizlere kaliteli bir eğitim vaat ettiği ve
iktidara geldiğinde ise yaptığı ilk işin, merkezi yönetimi eğitim alanından mümkün olduğunca uzaklaştırmak olduğu, okullara ve yerel yönetimlere yetki ve sorumluluklar verdiği, devletin ise denetim rollerini üstlendiği bilinmektedir. Artık sadece İngiltere’de değil, birçok demokratik ülkede devletler eğitime merkezi anlamda müdahalede bulunmak yerine, ademi merkeziyetçi bir biçimde davranıp yerel yönetimleri güçlendirerek, eğitim sisteminde yetkileri okullar ve yerel yönetimlerle paylaşmaktadırlar. Eğitim bakanlıkları okullara öğretmen atamalarına dahi pek karışmıyor, eğitimi sadece genel olarak denetliyor, okullara yatırım ve öğrencilere burslar için kaynak yaratmaya kafa yoruyorlar.
Bugün Türkiye’de yeni bir seçime giderken siyasal partilerin ve ittifakların seçim bildirgelerine bakıldığında, başta iktidar ve ana muhalefet partisi olmak üzere halâ büyük bir çoğunluğun eğitimin mutlak bir şekilde devlet kontrolünde yapılması gerektiğini savunduğu görülüyor. Elbette ki sosyal devlet anlayışında en önemli konulardan biri sağlık ve eğitime devletin çok daha fazla katkı vermesi ve yatırım yapmasıdır ve devlet bu bağlamda elini bu alanlardan çekmemelidir ancak içeriklere, yöntemlere, müfredata bakıldığında devletin daha çok denetleyici rolü üstlenmesi daha etkin olmaktadır.
Benzer bir biçimde özellikle muhalefet partilerinin "eğitimin özü evrensel değerlerle ulusal değerleri birleştirmektir" diye belirttikleri, ayrıca "yeni dersliklere yüz bine yakın yeni öğretmene ihtiyaç var", "internet hizmeti eksik, tamamlanmalı ve güçlendirilmelidir" demektedirler. Öğrenme-öğretme ortamlarının beceri odaklı öğrenmeye dayalı, eleştirel düşünmeyi ve sorgulamayı geliştirecek biçimde düzenleneceği belirtilmekte, Milli Eğitim Bakanlığının Talim ve Terbiye Kurulunu liyakati esas alan yapısıyla politika belirleyen, eğitim öğretime yön veren etkin bir kurum haline dönüştürecekleri üzerinde durulmaktadır.
İktidar ittifakının aksine, muhalefet ittifakları ortaöğretime geçişlerde sınav odaklı bir sistemden süreç odaklı bir sisteme geçileceği, öğrencinin öğrenim sürecindeki notlarını, performansını, ilgisini, yeteneğini ve becerilerini dikkate alarak fırsat eşitliği ve adaleti çerçevesinde bir yönlendirme yapılacağı, liseye geçişlerde de sınavları süreç içinde kaldıracakları, üniversite girişlerde de yılda bir defa yapılan sınavlar yerine çoklu sınavlara fırsat yaratılacağı ifade edilmektedir.
Hali hazırda 4+4+4 şeklinde olan sistemin 5+4+3 şeklinde değiştirileceği, ayrıca 1 yıl da okul öncesine verileceği görülmektedir.
Seçim bildirgelerindeki bu ve benzeri hedefler ve söylemler elbette ki çok manidardır. Ancak devletin belli ideolojilere göre insan yetiştirmesi, yurtsever, girişimci, yaratıcı, eleştirel düşünebilen, özgür ve özgün düşünen insan yetiştirmek yerine günü geldiğinde inanç temelli, günü geldiğinde milliyetçi temelli tek tip insan yetiştirmek, ülkede kutuplaşmayı beslemekte ve toplumsal gelişmenin önünü tıkamaktadır. İşte tam da bu bağlamda Türkiye’de de Kıbrıs’ın kuzeyinde de asıl önemli olan tek tip insan yetiştirmeyi hedefleyen bu tür yaklaşımlardan uzak durabilmektir.
Friedrich Wilhelm Nietzsche der ki: “Hayatını tekrar tekrar aynı hayatı yaşayacakmışsın gibi yaşa. İstemediğin bir durumla karşı karşıya kalmışsan ve buna boyun eğiyorsan, diğer hayatlarında da aynı şeye boyun eğeceğini düşünerek, sen en güzeli boyun eğme, bu böyle gitmez; bir şeyi çok mu istiyorsun, ama buna cesaret edemiyor musun? Diğer hayatlarında da bu şeyi çok isteyip hiçbir zaman cesaret etmediğin için ulaşamayacaksın, o yüzden sen en güzeli aş kendini, yap yapmak istediğini ki sonunda en mutlu şekilde yaşayabileceğin bir kısır döngü oluşturabilmiş ol.”
Öyleyse, değişim için cesaretli, yaratıcı, üretken, problemleri önceden öngörebilen ve ortadan kaldırma yolları geliştirip uygulayabilen, problemlerin farkında olan ve en nihayetinde problem çözebilen bireyler yetiştirecek bir eğitim sistemini hayata geçirmek dışında başlangıç için daha iyi bir yöntem görülmemektedir.