İnsanını tüketmek
Öyle bir çark oluştu ki bu ülkede, sürekli kaynak tüketiyor.
Sadece ‘maddi’ kaynaklar değil yenilip bitirilen…
‘İnsan’ kaynağı da çarkın dişlileri arasında ezilip yok ediliyor.
Devlet kadrolarındaki ‘kıyım’ konuşulur her zaman…
Üst düzey yönetici kadrolardaki adil olmayan, parti rozetine göre değişebilen ya da kişisel yakınlık-uzaklık ilişkisine göre şekillenebilen ‘adamcı’ modeli bir şekilde sürüp gidiyor.
Liyakat, başarı, tecrübe, özveri gibi objektif kriterler yerine başka sübjektif değerler belirleyici olabiliyor.
Ancak ‘insan kaynağı kıyımı’nın sadece bir yönüdür bürokrat-müşavir meselesi…
**
Yaşamın her alanına yayılmış vaziyettedir insanları bir kenara itme, değer vermeme, hak etmeyene fazlasını verme gibi hastalıklar…
Oysa bu toplumun nice değeri var, alanında gerçekten yetişmiş, uzmanlaşmış, önü açılsa yürümeye hevesli…
Sanattan akademiye, tıptan psikolojiye kadar her türlü sahada bilgili, aydın, çağdaş fikirlerle donanmış, görgülü, iyi ahlak sahibi, mütevazi insanlarımız var.
Onlar çoğunlukla orta yerde de değil üstelik…
Kendi hallerinde, fazla iddialı olmadan yaşayan, sessiz sedasız işine gücüne gidip gelen, kaliteli insanlar onlar…
Etrafta çok var, baksak göreceğiz.
**
Toplum olarak hedefsiziz.
Nereye gitmek, ne yapmak istediğimizi bilmiyoruz.
Belki herkesin kafasında bir ‘amaç’ vardır ama ‘ortak akıl’la üretilmiş ortak hedeflerimiz yok maalesef…
Yarına dair umutlar, beklentiler ve bugünle ilgili stratejiler iyice bireye indirgenmiş.
Herkes kendi derdinde, bir bilinmeze doğru yol alırken, bir tür kaosu da yaşıyor aslında…
Yaşamın her alanının metalaştırıldığı, eğitimin de buna hem alet, hem piyasa oluşturduğu bir düzen yarattık biz…
Şimdi bu düzende çocuklarımızın geleceğini göremiyor, bu belirsizliğin ve de oluşan çarkın onları da bizim gibi yeyip yutmasından ürküyoruz.
Tıpkı bize, çoğumuza yaptıkları gibi…
**
Bu sistem insanı, insan kaynağını tüketiyor.
Çünkü ‘insan odaklı’ bir düzen kuramadık.
Toplumların evrimsel sürecinin en başlarında, muhtemelen ‘göçebe toplum’ evresinde takılıp kaldık galiba…
Nasıl ki bireyler çocuklukta, ergenlikte takılıp kalır ya, onun gibi bir durum olmalı bu da…
‘Mal’ ve ‘mülk’ ve ‘para’ ve ‘pul’ ve ‘lüks’ ve ‘makam’ ve ‘rütbe’ ve ‘nema’ ve ‘kar’ ve ‘şan’ ve ‘şöhret’ peşine düşmüşüz!
Bir yerde bir ‘eksiklik’ olmalı ki, bunlarla tatmin etmeğe yönelmiş içgüdülerimiz bizi…
Ve ‘insan’ı unutmuşuz bunların peşinde koşarken…
Tüketmişiz onu…