“İnsanlar ancak sanatla ölümsüzleşir”
Kuşkusuz herkes ressam olamaz, ancak herkes resimle ilgilenebilir sanatın insanı yenileme, iyileştirme, dönüştürme gücünden yaralanabilir. Gaye Azizoğlu uzun yıllar devam ettiği resim kursları sonucunda, amatör bir ressam olarak ilk kişisel sergisini açtı
Kuşkusuz herkes ressam olamaz, ancak herkes resimle ilgilenebilir sanatın insanı yenileme, iyileştirme, dönüştürme gücünden yaralanabilir. Gaye Azizoğlu uzun yıllar devam ettiği resim kursları sonucunda, amatör bir ressam olarak ilk kişisel sergisini geçtiğimiz haftalarda Rüstem Kitabevi’nde açtı. Yıllara yayılan hayalini gerçek kıldı. “Unutulmamak” ismiyle açılan sergi, Mısır’daki Fayyum Portreleri’nden ilham aldı. Sergi, bu portrelerin hikayesini anlatırken, benim için herkesin hayallerinin peşinden gitmesine ilham vermek adına öneme sahip….
Öncelikle Gaye Azizoğlu ile resim yapmaya nasıl başladığını konuşuyoruz.
“Resim yapma arzum hep vardı ancak hiç fırsatım olmadı. Hiçbir şey için geç olmadığını düşünerek, altı yıl önce özel bir kursa yazılarak resim yapmaya başladım. Daha sonra Luna Tülay Okan ile yollarımız kesişti. O günden bugüne birlikte çalışıyoruz. Zaman içinde yaptığımız çalışmalar sonucunda bu portrelere gelen yola doğru ilerledik.”
“Mısırlılar ölümden sonra ruhun yaşadığına inanır”
“Unutulmamak” ismiyle açılan sergi, yıllar geçse de yeniden hatırlanmak, yeniden görülmek, işitilmek, anılmak temasıyla öne çıktı.
“Mısır’a ilgim hep vardı. Tarihte adada da Mısır’ın etkisi görülmüştür. Tülay hocam ile birlikte ilk başta yağlı pastel ile portre çalışmaya başladık. Aslında aklımda portre çalışmak hiç yoktu. Hele de yağlı pastel boyayla... Böylece iri gözlü bir kadın portresi yaptım. Bu portre bize Mısır’ın El Fayyum bölgesindeki yer altı mezarlıklarından çıkarılan portreleri hatırlattı. Böylece bunun üzerine çalışmaya başladım. Günümüzdeki portreleri aratmayacak şekilde tasvir edilen bu portreler, modelinin bireysel niteliklerini olabildiğince ayrıntılı biçimde göstermeyi hedeflerdi. Biliyorsunuz, Mısırlılar ölümden sonra ruhun yaşadığına, ruhun bedenini aradığına inandıkları için mumya yapımına önem verdiler. Mumyaladıkları önemli insanların yüzlerine ise onları tanımlayabilmesi için çeşitli maskeler yaptılar. Mısır’daki bu gelenek ile Yunan ve Roma kültür inançlarının harmanlanması karakteristik bir portre dili oluşmasına olanak yarattı. Bu portrelere El Fayyum portreleri dendi, tarihe de bu isimle geçti. Milattan önce bir ve üç yılları arasında yapılan bu portreler Mısır’ın El Fayyum bölgesindeki yer altı mezarlıklarından çıkarıldı. 19 yüzyıldan itibaren ise sanatta portre resamlığında önemli yere sahip oldu.”
Farklı ülkelerde hali hazırda sergilenen bu Fayyum tablolarının hikayesini biraz daha deşmek istiyorum. Dinledikçe ilgimi çekiyor... Günümüze değin gelen yaklaşık 1000 mumya portresi bulunduğu biliniyor. Hem kutsal hem de bir o kadar modern olan bu portrelerin günümüze dek geliş olması da hayli etkileyici tabii...
“Mısır’a beşinci yüzyılda yapılan Yunan ve Roma istilası bu bahsi geçen Fayyum bölgesini çok zenginleştirdi. Yerel halkla da kaynaşma olunca Hristiyanlığın duvarlardaki fresk bilgisi ile Mısırlıların mumya bilgisi karışıyor. Böylece de ahşap üzerine resimler yapıp mumyaların karışmasını engellemeye çalışıyorlar. Yeniden dirildiklerinde aynı bedende olma kaygıları vardı.daha sonra Amerikalı bir sosyolog 1600’lü yıllarda Fayyum bölgesine gittiğinde bu ölüm odalarını fark ediyor. İlgisini çekiyor, bazılarını İtalya’ya götürmeye çalışıyor. Zaman içinde bunlar fark ediliyor ve bu freskler çalınmaya başlıyor. En çok Amerika’ya ve Fransa’ya gitmiş bu tablolar. Müzelerde hala sergileniyor. Tabii bugüne kadar bu portreleri denemeye çalışan da pek çok ressam oldu.”
Özellikle bakışlarıyla öne çıkan bu portreler insanı delip geçen bakışlarıyla izleyenlerine çok şey anlatıyor. Azizoğlu’da öyle sanıyorum ki kendi çalışmalarıyla bunu yakalamaya çalıştı.
“Ahşap üzerine yağlı pastel ile çalışmaya başladık. Portre çalıştıkça insanların duygusunu ve yaşadıklarını yansıtabildiğimi fark ettim. Başlarken tabii Fayyum portrelerini hesaplayarak bu işe başlamadık. Bu yöndeki meylimi Tülay hoca devam ettiğim kurslar sırasında fark etti. Böylece bugünlere geldik.”
“Unutulmamak” aslında hayli derin ve anlamlı bir ifade... Sergi ismi olarak da çok dikkat çekici... İçinde bir ironiyi barındırıyor, çünkü burada ölümle gelen unutulmama çabası var.
“Mısırlılar ruhun sonsuzluğuna inandıyorlardı. Aslında buradaki esas kaygı unutulmamaktı. Bende de aynı duygu gelişti. Yakın geçmişte annemi kaybetmiştim. Unutulmak, ölümden sonrası, insanın hatırlanması derken bu yoğun duygularla bu tabloları yaptım. Aslında insanlar ancak sanatla ölümsüzleşiyor. Biz de bir iz bırakmaya çalıştık.”
“Farklı portreleri kendi dilimde Fayyum’a dönüştürmeye çalıştım”
Bir esinlenme sonucu ortaya çıkan bu Fayyum portreleri günümüzden de izler barındırıyor.
“Portre çalışmalarımın yönelimi aslında bizi bu Fayyum portrelerine yönlendirdi. Tabii kolay olmadı. Pastelin dili zordu. Günümüz teknikleri ile Fayyum tablolarını harmanladık. En belirgin beş Fayyum portrelerini yaptım. Sonrasında farklı portreleri kendi dilimde Fayyum’a dönüştürmeye çalıştım. İlk başta orjinalini aldım zamanla bunları dönüştürmeye çalıştım. Esinlenme ile kendi dilimi oluşturdum. Annemi babamı çalıştık. Bu on dört resmi iki yılda yaptım.”
FOTOĞRAFLAR: BURÇİN AYBARS