İnsanlık için umut
İnsanlık için dönüm noktası olabilecek önemli bir gelişme yaşandı.
Ne iç siyasetin hileli, iğrenç ve kokuşmuş yarışları ne de yeniden yeşeren samimiyetsiz liderlerin müzakere mesajları konuşulmaya değerdi.
Dünyanın ilk akciğer kanseri aşısı, 7 ülkedeki hastalar üzerinde denenmeye başladı. Bu aşı yeryüzünde milyonlarca insan için hayata tutunmak anlamına gelebilir.
Uzmanlar "çığır açıcı" bir potansiyelden söz ediyorlar.
Düşünsenize, akciğer kanseri, her yıl yaklaşık 1,8 milyon ölüme neden oluyor.
İngiltere, ABD, Almanya, Macaristan, Polonya, İspanya ve Türkiye’de 34 araştırma merkezinde başladı denemeler…
Covid-19 aşılarına benzer şekilde mRNA yöntemi kullanılıyor. Yine küresel salgın günlerinden tanıdığımız bir isim var işin başında… Aşı, Prof. Dr. Uğur Şahin'in sorumluluğunu üstlendiği Almanya merkezli biyoteknoloji şirketi BioNTech firması tarafından üretildi ve BNT116 ismi verildi.
Kimileri - özellikle de aşı karşıtları - bunun da para kazanmak amaçlı ticari bir girişim olduğunu düşünebilir.
Öyle görmüyorum ve umutluyum.
İnsan ömrü tarihsel olarak böylesi bilimsel çalışmalarla gelişti, ilerledi, uzadı.
Nitekim, aşıyı ilk yaptıran da yapay zeka alanında uzmanlaşan bir bilim insanı, 67 yaşındaki Janusz Racz oldu.
Mayıs ayında akciğer kanseri teşhisi konulan Racz, “Ben de bir bilim insanıyım ve bilimin ve özellikle de tıbbın ilerlemesinin insanların bu tür araştırmalara katılmayı kabul etmelerinde yattığını anlıyorum” dedi.
Kıbrıslı dost Rena Choplarou’nun sözlerine imzamı atıyorum.
“Bırakınız bir sevdiğinizi kanserden kaybetmeyi, hayatınızda bir kez bile kanser merkezini ziyaret etmiş olsanız, tıp camiasının akciğer kanseri için dünyanın ilk mRNA aşısını hastalarda test etmeye başladığı haberi karşısında ürperirsiniz.
Uzmanlar çığır açıcı olasılıklardan bahsediyor ve binlerce kişinin hayatını kurtarabileceğine dair umutlarını dile getiriyor. En kısa zamanda birçok kişiye ulaşması ümidiyle. Okullarımızın isimleri, tüm hayatlarını tedavisi mümkün olmayan ölümcül hastalıkları yenmeye adayan bu bilim adamlarının isimleri olmalıdır…”
***
Adada maalesef okullarımızın, salonlarımızın, kurumlarımızın isimlerinde bilim insanlarına ve sanatçılara kolay kolay sıra gelmez.
Ya milliyetçi yaklaşımlarla belirlenir isimler, ya da feodal ilişkilerle, duygusal yakınlıklarla…
Örneğin, Kıbrıs’ta sıtmayı yok eden Mehmet Aziz’in ismine sıra gelmez herhangi bir büyük hastanenin tabelası asılırken…
***
İnsanlık için yeni bir umut doğdu; bilimdedir gelecek, tüfekte değil, duada değil, nutukta değil…
“Müzakereye davet ettiler”
Birleşmiş Milletlerin eylül ayında kendisini müzakereye davet ettiğini Bartın’da açıklıyor, Tatar!
Kendi “devlet ajansı”na dahi söylemiyor.
Valilik, Kaymakamlık, Muhtarlık ziyaretleri sırasında konuşuyor bunları…
( Böylesi ziyaretleri Kıbrıs’a duyurmuyor artık, bu olumlu, mahcubiyet de önemli bir duygu çünkü…)
“Müzakereler” için kendinden beklenen yanıtı veriyor: “Erdoğan ve Fidan’a soracağım.”
Gazeteci dostumuz Serhat İncirli, “masa yeniden kuruluyor” dediği zaman bundan da haberdar değildi zaten…
Kıbrıslı Türkleri “lidersizliğe” mahkum etti.
“Seçilmedi, seçtirildi” yorumlarına da öfkeleniyor.
Tam bir “kukla” siyaseti…
Diyor ki, “İstişare yapacağız. Bizim siyasette asla geri dönüşümüz yoktur. Çünkü dedik ki; egemen eşitliğimiz, eşit ruhsatımız, yani devletimizin teyit edilmesiyle ancak bir müzakere masasına oturacağız. Eğer bu teyit edilirse, gerek uçuş gerekse direkt temas ve her türlü acımasız ambargo üzerimizden kalkmasıyla müzakere masasına oturmamız mümkün olacaktır.”
“Siyaset” dediği bilinmezin hangi uluslararası zemine göre yürütüldüğünü ve nasıl mümkün olacağını halen kimse anlamıyor.
- “KKTC’yi tanıyınız mı diyorsunuz?”
Bunu istemediklerini söylemişti.
- “Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrılmak mı istiyorsunuz?”
Buna da yanıt yok!
O zaman Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği üyeliğinden kaynaklanan hakları ne olacak, “Garanti ve İttifak Anlaşması” nasıl yürürlükte kalacak?
Bilmiyoruz!
Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi kararlarını tanımadığını mı söylüyor?
Bunu da diyemiyor ama kabul etmez gibi yapıyor.
“İki ayrı devlet” diyor ama “konfederasyon” da diyemiyor.
O iki ayrı devletin hangi devletler olduğunu sorarsanız, yine yanıt gelmiyor.
Ortaya karışık.
Şimdilik “valilikleri” geziyor.
36'ncı yılda yine ışıl ışıl
Işık Kitap Fuarı'nın 36'ıncısı düzenleniyor bu yıl...
Önemli bir gelenek, başarı, sevinç bu.
Ortada kolektif bir emek var ayrıca...
Perşembe akşamı Kızılbaş Kilisesi'nde başlıyor fuar.
Onur Ödülleri bu yıl İzel Seylani ve Yorgos Moleskis'e verilmiş.
Bu ödüllerin "iki toplumlu" olmasını ısrarla dile getirenlerden biriydim.
Kıbrıs ülkesini bizlere "bölünmüş" olarak ezberletmek isteyen onca insana, aygıta, araca, kuruma, projeye, işbirlikçiye karşı direngen olmalıyız..
İnatla sınırsızlığını gündemde tutmalıyız ülkemizin...
İzel Seylani de Yorgos Moleksis de bu duyguyla sanat yapıyorlar.
"Onur Ödülü"nü fazlasıyla hak ediyorlar.
Unutmadan, "Edebiyat Sanat Hizmet Ödülü" de Neşe Yaşın'a layık görülmüş bu yıl...
Neşe Yaşın, iyi bir şair değil yalnızca...
Bu ülkenin en güzel insanlarından biri, en temiz yüreklerinden...
Yine ışıl ışıl bir fuar...
Teşekkürler Işık Kitabevi.