“İşçi değil, köle düzeni”
DEV-İŞ eski Genel Başkanı Mehmet Seyis’ten, hükümet ve Sanayi Odası’nın 3’üncü ülkelerden gelen işçilere yönelik yaptıkları açıklamalara tepki
Fayka Arseven KİŞİ
DEV-İŞ eski Genel Başkanı Mehmet Seyis, hükümetin ve işverenlerin 3’ncü ülkelerden işçi değil, köle istediklerini vurgulayarak, “insanlık suçu işliyorlar, yaptıkları insafsızlıktır” açıklamasında bulundu.
Geçtiğimiz günlerde Sanayi Odası Başkanı’nın 3’ncü ülkelerden gelen işçilerin maaşlarına yönelik yaptığı açıklama sonrası DEV-İŞ eski Başkanı Mehmet Seyis, “Sanayi Odası suç işliyor, bu insanlara asgari ücret dahi verilmiyor. Çalışma Bakanlığı hemen işlem başlatmalı” dedi.
Asgari ücret belirleme kriterlerine uyulmadığını da vurgulayan Seyis, “Yasada yapılması düşünülen değişiklik ile amaç asgari ücret kriterlerini belirlemek değil, amaç asgari ücreti daha da aşağıya çekmektir” ifadesinde bulundu.
Tüm kesimlere uyarıda bulunan Seyis, “Asgari ücret yasasına dokunmayın” uyarısını yaptı.
Bu hafta Kıbrıs Türk sendikacılık tarihinin önemli isimi, özel sektörde sendikalaşma için çaba gösteren, DEV-İŞ eski Genel Başkanı Mehmet Seyis ile çalışma yaşamında yaşananları konuştuk.
- YENiDÜZEN: Sanayi Odası yetkililerinin 3’ncü ülkelerden gelen iş gücüne yönelik maaş açıklamasını nasıl değerlendirdiniz? Sanayi Odası’nın açıklamasındaki asıl hedef nedir?
- Mehmet Seyis: Bu düşünce şekli ilk defa gündeme gelmedi. Benim sendikacılık yaşamımda da gündeme geldi. 2006 yılında Avrupa Parlamentosu’na Avrupa Komisyonu eski üyesi Fritz Bolkenstein, ‘Bolkestein direktifi’ diye bir yasa önerisi getirdi. Bu yasa önerisinde ‘Avrupa Birliği büyüdü, işçi göçü hızlandı. Dolayısıyla hangi ülkeden giderse iş gücü, geldiği ülkenin ücretini alsın ki gelmesinler’ deyip bir kurnazlık yapmaya kalktı.
Bu ırkçı yaklaşımdı. Sermayenin daha ucuz iş gücü elde etmesi, yabancı iş gücünü acımazsızca sömürmesiydi. Buna karşı hem Avrupa Parlamentosu’nda hem de AB üyesi ülkelerin sendika örgütleri tarafından da büyük tepki gösterildi. 2006 yılında bütün ülkelerde eş zamanlı protestolar gerçekleşti. Güney Kıbrıs da dahil. Güney Kıbrıs’taki yürüyüşte PEO ile birlikte biz de yürüdük. Yapılan eylemlerde pankartlarda Bolkestein projesini Frankenstein olarak nitelendirdiler. Parlamentonun bunu reddetmesi istendi ve Bolkestein projesinin ücretlerle ilgili bölümü reddedildi. AP bunu reddederken gerekçesi de çok açık oldu; bu ayrımcılıktır.
ILO’nun 111 no’lu sözleşmesi ayrımcılık üzerine bir sözleşmedir. Bunu da neredeyse dünyadaki 4’te 3 ülke onaylamıştır.
Bu madde AB’de reddedildi ama o gün bugündür özellikle Sanayi Odası, bunu zaman zaman gündeme taşıdı. Bundan dolayı tartıştığımız çok oldu. Çalışma Bakanlığı’nda çalışma yaşamıyla ilgili toplantılarda Sanayi Odası temsilcisi utangaç bir şekilde bunu seslendirirdi ve bize ‘ ses çıkarmayın onlar ucuz geleceği için gelmezler biz de yerliye iş veririz’ diyerek sanki çocuk kandırırmış gibi bir hale gelirlerdi. Biz de onlara şiddetli tepki koyardık, ‘siz ırkçısınız ama farkında değilsiniz’ derdik.
Şu an neden gündeme geldi, bu konu diye çok fazla düşünmedim. Çünkü hep kafalarında olandı, şimdi daha da pişkinleştiler. Çünkü Sanayi Odası başkanı açıklama yaptı, tepki oluşunca döndü yönetim kurulu ‘bizim görüşümüzdür, gayet normal, demokratik kurallar çerçevesinde özgürce görüşümüzü dile getirdik’ dedi.
Bir kere demokrasilerde ayrımcılık suçtur. Bu demokratik değil, özgürce hiç değildi. Çünkü özgürlüklerde kölelik yoktur. Bunlar köle istedi. Tamamen suç içeren düşüncedir. Bu düşünce şekli demokratik ülkelerin tümünde dışlanmış bir düşünce şeklidir aynı ırkçılık gibi… Çok açık bir şekilde ILO’nun 111 no’lu sözleşmesinde ve ülkelerin anayasalarında da çalışanlar arasında ücret ayırımı yapılmamasını öngörür.
Bizim Sanayi Odası’na nerden estiyse, ‘Avrupa da bugün bunu uyguluyor’ dedi. Eğer uygulayan varsa Avrupa’da, aynen kendileri gibi suç işler.
Bizim anayasamız da çok açık bir şekilde çalışanlara, eşit koşullarda, çalışma ortamı yaratılacağını ortaya koyar. Aynı şekilde İş Yasası yabancı, yerli herkesi kapsar. Bunlar da yasalarımızın tümünde belirtilir ki ayrımcılık yapılmayacak.
Zaten bizim yasalarımız bu ülkenin çalışma koşullarından en düşük ücretin ne olacağını biz beğenmesek bile asgari ücret ile çok açık şekilde ortaya koyar. Sanayi Odası’nın yaptığı bu girişim ayıptır, insanlık ayıbıdır ve insafsızlıktır. Kendilerinden başka kimseyi sevmemedir.
Şunu söyledi yine Sanayi Odası Başkanı, ‘bu paraları veririz bu insanlar bu paraları yurt dışına götürür.’ Bu adamlara 10 yılda verdiğin paradan fazlasını sen her yıl ailenle çıktığın tatilde harcıyorsun. Bu insanlar parayı ne yapıyor? Bu insanlar geliyor, kendi evlatlarına ekmek parası göndermek için geliyor, muhtaç olduğu için geliyor. Sizin bu yaptığınız insanların çaresizliğini istismar etmektir…
Umarım bunu dillendirenlere tepki bu defaki gibi sert olur her zaman.
“Bizim yasalarımız bu ülkenin çalışma koşullarından en düşük ücretin ne olacağını, biz beğenmesek dahi asgari ücret ile çok açık şekilde ortaya koyar. Sanayi Odası’nın yaptığı girişim insanlığa karşı suçtur, insanlık ayıbıdır ve insafsızlıktır..”
- YENiDÜZEN: Sanayi Odası maaş konusunu dillendirdi ama gerçekte bu insanlar insani koşullarda çalıştırılmıyor da… Bakanlık da buna tepki koymuyor…
- Mehmet Seyis: Evet, tam aksine Çalışma Bakanlığı da dedi ki ‘bir bakarız, değerlendiririz’. Bu da ayrı bir ayıp. Ya düşünce şekliyle alakalı, ya da bakanın çalışma yaşamını hiç bilmediğini gösterir. Umarım bunu bir kez daha ne birisi teklif eder ne de birisi düşünürüz der. Bunları söyleyenlerin ağzına tıkamalı sözleri. Bu doğrudan ırkçı bir yaklaşımdır. Çalışma Bakanı hemen ardından Sanayi Odası başkanı hakkında işlem başlatmalıydı. Çünkü bir itirafta daha bulundu; suç işlediğini söyledi. ‘Biz 500 dolar veririz’ dedi. Bu ülkenin asgari ücreti 2020 TL brüttür. 500 dolar kesinlikle asgari ücretin karşılığı değildir. Yetmedi bir de “bırakın daha az da verelim” diyor. Ben o insanlara yatırım yapmadıkların da düşünürüm, ya da ücretleri daha düşük öderler de yatırımlarını asgari ücret üzerinden yaparlar. İşveren bu insanların barınma koşullarını sağlamak zorundadır. Kendi yurttaşlarına verdiği ücreti de vermek zorundadır. Yabancı işçilik meselesine ihtiyaç duyulan işçilik olarak yaklaşılmalıdır.
Zaten sorunun temeli hükümetlerin gerekli denetimleri yapmaması ve gerekli çalışma izinlerini düzenlememesidir.
Bir; denetleyip, kaçak çalıştırırsa buna göre tedbir almalı hükümet, iki; bu ülkede iş gücü ihtiyacını tespit edip hangi alanlarda ihtiyaç varsa sadece o alanlara izin vermesi gerekir. Bunların hiçbiri düzenlenmediği sürece aslında hükümettin yaptığı patronlara göz yummaktır. Yapılan odur. Geçenlerde benzer bir olayı Mağusa’da Kamerunlu Veronika isimli kızda yaşadık aslında. Veronika öğrenci filan da değilmiş, demek ki kaçak işçi ticareti yapan birileri var. Bu kızı getirip, bedava çalıştırdılar ve olay patladı. Şimdi kız içerde, patron rahat ‘ben çalıştırmadım’ der. Avukatı da anlamadım, başka avukatların dahil olmasını kabul etmiyor bu davaya… Halbuki DEV-İŞ ve onula birlikte insan hakları dernekleri de avukat koymak istedi, avukat kesinlikle kimseyi yaklaştırmıyor. Okul harcını ödesinler diyor avukat… Bu kız öğrenci değil, okul harcı yok. Keşke bu kızın okula gitmesi sağlansa ama yasalarımız çerçevesinde bu olanak yok görülüyor.
Çalışma Bakanlığı da bu konuda görevini yerine getirmedi. Gerekli araştırmaları yapmadığı bu kız ülkede nasıl çalıştırıldı? Bakanlıktan “Tıs” yok.
“Nijeryalı öğrenci diye ülkeye gelen ama sağda, solda çalıştırılan, köle gibi işletilen öğrenciler var. Üzgünüm gerçekten bununla ilgili ciddi duyumlar da alırım. Üniversitelerde bile inşaatların çoğu bu çocuklara yaptırılıyor.”
“Nijeryalı öğrenciler köle gibi çalıştırılıyor”
- YENiDÜZEN: 3’ncü ülkelerden işçi getiren ve piyasaya bunları pazarlayan aracı şirketler yasal mı?
- Mehmet Seyis: Yasal değildir. Yasal bir boyutu da olsaydı zaten tamamen devletin kontrolünde olması gerekirdi. Devletin dışında olamaz. Kızı düşündüğümüzde devletin dünya işleri ile hiç alakası olmadığı görülür. ‘Öğrenci geldim’ dedi mi onu da bilmiyorum. Ama bu kız bir şekilde bu ülkeye geldi, birileri getirdi, bir hayli de Nijeryalı öğrenci diye ülkeye gelen ama sağda, solda çalıştırılan, köle gibi işletilen öğrenciler var. Üzgünüm gerçekten bununla ilgili ciddi duyumlar da alırım. Üniversitelerde bile inşaatların çoğu bu çocuklara yaptırılıyor. Hükümetin yol projeleri bile kaçak insanlar eliyle yapılıyor. Buna artık dur demezlerse zaten hükümet olmalarının hiçbir anlamı kalmamıştır. Çıksınlar desinler ki biz yönetmiyoruz burayı.
Çalışma yaşamı kompledir. Tepesinde de bir devlet mekanizması vardır, alttaki çarklar ona bağlı döner, burada üst mekanizma bozuk. Çalışma yaşamı bu tür söylemlerle bulunduğu bataktan daha da batağa gider.
“Sektörel bazda toplu iş sözleşmesi şart”
- YENiDÜZEN: Ülkede neden iş gücü planlanmıyor, zor mu bu?
- Mehmet Seyis: Çok kolaydır aslında. Hatta küçük ülke olmamız nedeniyle yapılması gereken bazı işler vardır. Birçok ülkede sektörel bazda toplu iş sözleşmeleri imzalanır. Burada da yapılması gereken herkesin sendikalı olmasının önünü açacak sektörel bazda toplu iş sözleşme düzenine geçmektir. Keşke sendikasız çalıştırmak yasaklansa… Bunu yapmayacaklarını biliyorum ama en azından sektörel bazda toplu iş sözleşmesine geçilsin. Bunun anlamı şudur; gönüllü bir hayli çalışma yaşamında müfettiş olacak. Bir yandan senin memurların müfettişlik yaparken çalışma yaşamına, diğer yandan da aslında sendikacıların bütünü doğal müfettiş olacak.
Hükümetin, bundan kaçmasının nedeni de ancak patronlarla işbirliği içinde olduğunu gösterir. Aksi halde eşitlikçi olsaydın, denetim altına almak isteseydin, sendikalardan bu konuda faydalanabilirdin. Bunun dışında siyaset planlamayla da alakalıdır. Bu ülke küçük ülkedir. Hangi alanlarda açık var, çok rahat tespit edilebilir. Ne kadar yabancı işçiye ihtiyaç var, tespit edilebilir.
Aslında yabancı iş gücü de bu ülkede bulunmayan vasıflarda olan kişiler olmalıdır, böyle olsaydı kimse o işçinin aldığı ücretten yakınmazdı. Çünkü o, bulunmayan vasıflarda olan birisidir. Bizde bu köle ticaretine dönüştürüldüğü için, düz işçi getirilir hiçbir vasfı olmayanları getirip, sömürürler. Bugün 15 yaşındaki çocuklar bile motosikletlerin üzerinde paketçilik yapar.
- YENiDÜZEN: Özelde sendikalaşma hep söyleniyor ama hiçbir hükümet de bunu gündemine almadı. İnsanların sendikalara bakışı, güveni nasıl?
- Mehmet Seyis: İşçi federasyonu dediğimiz 3 federasyon var. Hür-İş kamuda, Türk-Sen’de kurumlarda, birkaç özel yerde örgütlenme başarısı gösteren ise DEV-İŞ. Örgütlenmeyi sağlamak da kolay değildir. Çalışma yaşamı çarkın dişleri gibidir. Ülkeyi başı boş bıraktıysan, patron istediği gibi işçi getirsin, istediği alanda kullansın, o işçinin kendi iradesi ile sendikalanması mümkün değildir. Çünkü o işçinin bir yıl sonra çalıştırılıp, çalıştırılmayacağı patronun talebine bağlı olacak. İşçi patronu istemediği sürece niye sendikaya girsin? Dolayısıyla bu sendikalanmayla ilgili konuda doğrudur, birçok insan sendikalara da suç buluyor ama bu sendikalarla alakalı değil.
UBP-DP’den bu konularda bir şey beklemem ama ‘emekten yanayım’ diyen partilerin hükümet dönemlerinde bu işler çözülmeli. Yani şu yapılabilir; sektörel bazda toplu iş sözleşmeleri imzalayacağız.
Güney Kıbrıs’ta bu uygulanıyor. Güneyde ne zaman ki işçi ve işveren karşı karşıya geldi, olaylar tırmandı o zaman yapıldı. Biz bunlar yaşanmadan yapmalıyız.
- YENiDÜZEN: Baktığınızda eski bir sendikacı olarak, şu an sendikaların yaptığı eylemleri toplum ne kadar sahipleniyor?
- Mehmet Seyis: Her şeyden önce toplumun inancı kırıldı. Sendikalar yönetim değildir, silah zoruyla yönetim de değişemez. Sendikalar kendileri, ülkenin yönetim biçimini de belirleyemez. Sendikalar üyelerinin daha demokratik şartlarda çalışması için mücadele verir. Üyesi olmayanlar için söz söyler ama elinde olanlar için yapabileceği bir şey yoktur, muhatap bile kabul edilmezler. İşte Veronika dediğimiz kızın davasına işçi sendikası dahil edilmedi. Kendi istemediği sürece de giremez. O yüzden insanlar ilk önce kendileri isteyecek ama bu da zor. Yabancı işçilik olgusunun önüne geçmek gerekir. Eğer işyerlerinde çok yabancı olmasa eminim örgütlenme daha kolay olacak. İnsanların sendikalanma talepleri daha rahat olacak.
“Çalışma Bakanı hemen Sanayi Odası Başkanı hakkında işlem başlatmalıydı. Çünkü başkan bir itirafta daha bulundu; suç işlediğini söyledi. ‘Biz 500 dolar veririz ama daha az da verebilmeliyiz’ dedi. Bu ülkenin asgari ücreti 2020 TL’dir. 500 dolar da kesinlikle asgari ücretin karşılığı değildir.”
Kendi anılarımda yabancı işçilerle yaptığım iki-üç toplantı çok önemliydi. Biri Venedik Sarayı’nın avlusunda oldu gece, kimse yokken, örgütlenme ve sendikalanma ile ilgili gençlerle konuştuk. Ertesi gece temsilcileri geldi ve dedi ki ‘abi aramızdan bizi gidip patrona şikayet edenler oldu. Hepimiz atılabiliriz, inkar edeceğiz ha’. Aynı şekilde Bedis ormanında bir toplantı yaptım. Orada da dedik ki ‘bugünden itibaren sözleşme talebini patrona vereceğiz, açığa vurulacak’. Bir de bunlar gibi gece kilise avlusu toplantımız var. İnsanlar sonuçta işsiz kalmaktan korktu ve ‘seneye bizim iznimizi tazelemezse’ dedi. Dolayısıyla özelde sendikalaşma o kadar kolay değil. İnsanların sendikalara güvenin kırılmasıyla ilgili söyleyebileceğim bu da genelin bir parçasıdır. Bu insanların kendilerine olan güvenlerinin de kırılmasıyla alakalıdır. Sendikacı olduğum dönem bunu daha zor söylerdim şimdi daha rahat söyleyebilirim. İnsanlar ‘bir şey olmaz zaten’ noktasında… Bunu yaratan da gelmiş, geçmiş siyasetçilerdir.
- YENiDÜZEN: Vatandaşlık tartışmalarını nasıl izliyorsunuz?
- Mehmet Seyis: İçişleri Bakanı ‘abartılıyor 9 bin 294 kişi vatandaş yaptık’ diyor. Yani bu ülkenin kendi orijin vatandaş sayısının onda birini 2 yılda yurttaş yaptılar. Ondan önceki 2 yılları periyotlara bölersek bu ülkenin insanı değişime uğradı. Demografik yapısı değişti tamamen.
“Gelinen noktada daha da kötü noktaya gidiyoruz. Çünkü yaşananların olağanlaştırma süreci başladı.”
- YENiDÜZEN: Hükümet yetkilileri vatandaşlıkları rahatça veriyor, muhalefet ‘yasal değil’ diyor. Olay mahkemede… Hükümetin bu kadar rahat olması normal mi?
- Mehmet Seyis: Normal değil. Son sendika başkanlık konuşmam da vurgulamıştım; gelinen noktada daha da kötü noktaya gidiyoruz. Çünkü yaşananların olağanlaştırma süreci başladı. Türkiye’de AK Parti hükümeti bir yanda ‘evet benim sizi idare eden’i daha açık söylemeye başladı. Buradaki yönetimler de AK Parti hükümetine yaranarak, daha çok oy alma peşine düştüler.
“Yasada sorun yok, kriterlerine uyulmamasında sorun var. O yüzden asgari ücret yasasına dokunmasınlar. Yasayı uygulatsınlar.”
“Amaç asgari ücreti daha da aşağı çekmek”
- YENiDÜZEN: Hep söyleniyor ‘asgari ücretin belirlenme kriterleri değişecek’ kriter mi mesele?
- Mehmet Seyis: İnşallah değiştirmezler. Asgari ücreti belirleme kriterlerini değiştirmek istemelerinin tek nedeni; asgari ücreti aşağı çekmektir. Çünkü mevcut kriterler zaten tam uygulansa şimdikinden çok daha iyi bir asgari ücret çıkar. Şimdi 2020 TL olan asgari ücret 3 bin TL’nin üzerinde çıkar. Eğer tam uygulansa o çıkan rakam net olur. Ne diyorlar ‘memleketin ekonomik koşulları etti bizi de daha aşağı belirledik, keşke daha çok yapabilseydik.’ E peki neden yasa değişiyorsun? Daha az belirlemek için yasa değiştirmeye çalışıyorlar.
Yapmak istedikleri sektörel bazda toplu iş sözleşmesi değil, yapmak istedikleri sektörel bazda asgari ücret belirlemektir. Bu çok önemli bir ayırımdır. Yani ev hizmetlerinde çalışanlar boğaz tokluğuna çalış ‘al 200 dolar, ye, o evde kal’. ‘En zor sektör, inşaat sektörüdür bu ücreti belirledik.’ Onun için ben sendikacılık yaşamım boyunca hep karşı çıktım. Bir bakarım komitede yetkili sendikalar yatırlar bunun üzerine, “lazım asgari ücretler yasası değişsin’ niçin değişsin? Asgari ücret daha da düşsün diye? Belirlenen düşük ücretler yasal hale gelsin de siz de rahat oturasınız orada diye?
- YENiDÜZEN: Şu anki yasada herhangi bir sorun var mı?
- Mehmet Seyis: Hayır yok. Kriterlerine uyulmamasında sorun var. Var biri inanır oturacak bizim hükümetimiz asgari ücretin daha iyi olacağı kriterler çıkaracak? O yüzden asgari ücret yasasına dokunmasınlar. Yasayı uygulatsınlar yeter.