İşgal mi dediniz?!
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde iktidara gelen her hükümetin de kendine göre, Türkiye’ye ‘iyi’ görünme yöntemleri…
Daha bunun aksinin yaşandığı bir iktidar dönemine denk gelemedik ama partisine ya da parti yönetimlerine bağlı olarak, dozun artıp azaldığını deneyimledik hep.
Şu aralar yine, doz aşımındayız.
Yakında sırada, ‘Altın Vuruş’ var korkarım.
***
Başbakan Ersin Tatar, Türkiye’ye ‘işgalci’ denmesinin önüne geçilmesi amacıyla, gerekli yasal düzenlemeyi yapması için başsavcılığa talimat vermiş.
Kendisinin yalancısıyız!
Bu ‘bilgiyi’ paylaştığı yer de ayrıca manidar, Sayın Başbakan’ın.
Hizmet içi eğitim için Kıbrıs’ta bulunan bir TC Dışişleri memur adayları heyetini kabulünde, dün söylüyor bunları.
Anayasaya göre yasa yapıcı kimdir, bizim hukuk sistemimizde bir başbakan, yasa yapsın diye başsavcılığa direktif verebilir mi, işin bu yönünü tartışmayı tabii ki hukukçulara bırakmakla beraber, biz işin siyasi yönüne odaklanalım.
Nereden icap etti bu şimdi?
1974’ten sayarsak, 45 yıllık meseledir ‘işgalcilik’ suçlaması.
Sayın Şener Elcil de ilk defa dile getirmiyor bu düşüncesini.
Tamam, çoğunluk siyaset anlayışı hiçbir zaman sevmedi bu söylemi.
Söyleyenler hep ‘tu kaka’ oldular, hep marjinalleştirildiler.
Gün geldi tehdit edildiler, gün geldi mahkemelik oldular…
Gün geldi yuhalandılar ve hatta gün geldi taşlandılar!
Sağdan ‘ayar’ aldılar…
Soldan ‘ayar’ aldılar…
Ama Tatar’a kadar, kimse bu kelimenin kullanımını özel suç kapsamına almayı akıl edemedi bugüne kadar!
Tekrar soralım o zaman; nereden icap etti bu şimdi?
Yönetme biçimini ifade özgürlüğü kıyımıyla sıvamaya çalışan AKP örneği, belli ki birilerine cazip geliyor bizde de.
Benzer yöntemler devşirmek suretiyle, ‘iktidar’ alanları kuvvetlendirilmeye çalışılıyor.
Ama bu cazibe, işin biraz da ‘dantel örtüsü’!
Esas mesele, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi!
Seçim propaganda sürecinin belirleyici birkaç gündemi olacak ve bunlardan bir tanesi de şüphe yok ki Türkiye ile ilişkiler.
Bir yandan çözüm modeli ekseninde Kıbrıs konusu üzerinden adaylar arasında bir yarış projelendiriledursun, diğer yandan da Akıncı vesilesiyle Türkiye ile ilişkiler konusunda açılan tartışma platformu üzerinden, toplum içerisinde bir ‘Türkiye’ciler ve Türkiye düşmanları’ ayrıştırması kurgulanıyor.
Tatar’ın ‘işgal’ söylemi üzerinden yaptığını ifade ettiği girişim de aslında, yukarıdaki bağlamda sahneye konulmak istenen bir ‘kışkırtma’ operasyonudur.
Türkiye’deki iktidara şirin görünmeye çalışmakla beraber maksat, ‘işgal’ diyenleri susturmaya çalışmanın da ötesinde, cepheleri birbirine karşı daha da bileme ve rakip Akıncı’yı da ‘marjinaller(!)’ girdabına sarmalamaya uğraşmaktır.
Tatar, belli ki bu ‘oyunun’ her şekilde ne kadar tehlikeli sonuçlara yol açabileceğinin ya farkında değildir ya da ‘ekibin’ gözü artık, seçim kazanmak uğruna hem demokrasinin hem de toplumsal huzurun altına dinamit atmaktan çekinmeyecek kadar dönmüştür.