İsias, Otel değil Mezar Olarak İnşa Edildi
Ağır ve tarif edilemeyecek boyutta bir yükle çıktı yola. Uzun bir süreç olacağa benziyordu. Düşündükçe elleri titriyor, boğazına bir yumru oturuyordu. Nefesi kesiliyordu adeta. Bu hissin dört gün boyunca peşini bırakmayacağını tahmin etmemişti. Gerçi 11 aydır bu duygudan kurtulabilmiş değildi. Her uyandığı sabah ve bir türlü uykuya dalamadığı gece, aynı his musallat oluyordu bedenine. Adıyaman’da olmak çok daha karmaşıklaştırıyordu durumu. En sevdiği canını Kıbrıs’ta toprağa vermişti ama esas mezar İsias’tı. Sonsuz özlemin kaynağı orasıydı. Yüzleşmek kolay olmayacaktı. Biliyordu.
Uçaktan indi, uzun ve yorucu bir seyahatin ardından varabildiler Adıyaman’a. Otobüs, kum yığınına dönen “otelin” önünden geçmek zorundaydı. Ana yolun üstünde, şehrin en işlek caddesine yapılmıştı. Aynı güzergâh üzerindeki valilik, polis misafirhanesi gibi nice devlet binası ve çokça ev ile iş yeri ayaktaydı. Hafif yıkılan, hasar gören binalar ise yaşam alanı bırakmıştı, zaman tanımıştı kaçmak isteyenlere. Bu da demek oluyordu ki, deprem değil bina öldürmüştü 6 Şubat 2023 günü 04:17’de.
Aniden durdu otobüs. Gözler sağ tarafa çevrildi. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladı. Gördü kum yığınını. Boynundaki eşarbı bir hışımla söküp attı. Malum Ocak ayındayız, yani hava sıcak değildi. Bu hareket soluk alamamasından kaynaklanıyordu. Bir damla yaş aktı gözünden, “nefes alamıyorum” diyebildi sadece. Sarılmak, “sizi çok iyi anlıyorum” demek istedim ama elim, kolum, dilim bağlandı. Sadece gözlerinin içine bakıp yüreğindeki ateşi görmeye çalıştım. Tüm dünyayı yakabilecek güçte bir ateş…
Hafif hafif otobüsün kapısı açıldı. Canlarını kaybeden aileler cinayet mahalline geri dönmüştü, hatta bir kısmı ilk defa gitmişti. O da indi molozların yanına. Tüm alanı bir çırpıda dolandı. Sanki bir şey arıyor gibiydi. Her bir taşın yanına, kum yığınının altına bakmaya çalıştı. “Belki bir eşyasını bulurum diye bakıyorum ama hiçbir şey yok” diyebildi. Aslında biliyordu bulamayacağını, ama içindeki acı izin vermedi, kabullenemedi yokluğu…
İlk yüzleşme, her ne kadar ekran aracılığıyla olsa da 3 Ocak’ta gerçekleşti. Sanık ifadelerinde; utanç, özür ve mahcubiyet aradı aileler. Hiçbirinden eser yoktu. Adeta soğukkanlı katiller gibiydi her biri. Acı karşısında saygısızdılar. Sorumluluk hissetmiyor olsalar da insaniyet namına yutkunarak konuşmaları gerekmez miydi? Tam tersine pişkindiler. Çevirdikleri her türlü alavere dalavere ortaya çıkmıştı. Ne binanın yapımında kullanılan malzemede hayır vardı ne de inşaata dair izinleri yasalara uygundu. Tabi ki idareyi ve birbirilerini suçlamaya başladılar. Bina sahipleri topu mimara, mühendise ve belediyeye atmaya çalıştı. Oysa hepsi kurgulanan senaryonun sahtekâr oyuncularıydılar. Birbirlerinden farkları yoktu.
Ara sıra bağrışma yaşansa da (ki yalanlar karşısında sabretmek çok zordu), Mahkeme’ye olan saygıları sebebiyle olgunluğu korudu aileler. Sessiz sessiz ağladılar salonda, eminim içlerinde fırtına kopuyor, avazları çıktığı kadar bağırmak istiyorlardı. Tek dertleri adaletti. Bunu çarptıracak hiçbir davranış içine girmemeye özen gösterdiler, sabrettiler. Geleceklerini çalan zihniyetten hesap sormanın, bunu gerektirdiğinin bilincindeydiler. Yılmadan, vazgeçmeden canlarını anlattılar Mahkeme’ye. Kimi sanık avukatları gözyaşlarını tutamadı. İnsanın taştan olması gerekiyordu o acının karşısında kayıtsız kalmak için.
Hepimiz biliyoruz ki, önümüzde hukuki ve teknik bir süreç yaşanacak. Hiç kolay olmayacak, hem de hiç. Binanın kalitesizliği ortaya çıktıkça zihni saran kuşku dolu soruları, keşkeleri düşünmek bile istemiyorum. Ama onlarla zaman kaybedemeyiz. Hep birlikte, toplum olarak, hukukçu ekibi olarak mücadelemizi farklı kollardan genişleterek büyütmeli, en küçük bir ayrıntıyı atlamadan çalışmalıyız. Yol tam anlamıyla aydınlık olmasa da, elimizdeki meşaleler engelleri aşmamız için yeterli. Yeter ki susmayalım ve haykıralım; #isiasortakdavamız #isiasemsaldavaolacak diye.
Evet, İsias Davası emsal olmalı ve bunca yıldır doğru dürüst uygulanmayan mevzuata göre hak edilen cezalar adresini bulmalı. Böylece artık herkes, yaşam hakkını keyfi şekilde ihlâl eden davranışlara, icraata mahal veremeyeceğini öğrenmeli. Çünkü hukuk kuralları ve bilimin yaydığı ışık, geleceği aydınlatmazsa, karanlıktan kurtulmamız mümkün olmayacak.