Işığa doğru yürümek
Bu sabah içimde bir başlangıç duygusuyla uyandım. Bunun elle tutulur bir nedeni de yok üstelik. Sadece bir bitiş çizgisine varma hali belki de... Daha fazla gidilemeyeceğinin farkına varma... Beni üzen her şeyin bitkin düşüp uykuya dalışı ve dışarıda başk
Bu sabah içimde bir başlangıç duygusuyla uyandım. Bunun elle tutulur bir nedeni de yok üstelik. Sadece bir bitiş çizgisine varma hali belki de... Daha fazla gidilemeyeceğinin farkına varma... Beni üzen her şeyin bitkin düşüp uykuya dalışı ve dışarıda başka bir hayat için seçenekler olduğu hissi içimdeki bu ferah rüzgarı estiren.
Bu nereye kadar gider emin değilim. İki gündür evde, korunaklı bir yerdeyim. Dışarıya çıkınca bir görüntü, bir bakış, bir yerden ulaşan küçük bir bilgi yine bu dengeyi altüst edebilir belki de... Uzaklarda gördüğüm bir ışığa doğru yürüyorum sadece... Bunca süredir beni kahreden pek çok şey başka bir zamana ait sanki.
Sabah yazıma başlamadan önce, bazı not defterlerimi karıştırıp durdum ve oraya buraya çiziktirilmiş kimi cümleler, şiir denemeleri başka bir hayata, başka bir döneme dair gibi geldi bana... Pek çoğunu yazdığım çaresizlik anlarını, içimi delip geçen kederleri, bir yazıyı tetikleyen kahredici bazı bilgileri anımsadım. Hepsi, eski bir hikayenin, kapanmış bir zamanın sayfaları gibiydiler. Rüya bitmişti ve uyanmıştım... Ya da gerçektiler ve rüya olmuştular zamanla. Kısacası geçmişe dair ne varsa en çok da geçmişte artık... Yeni bir güne yeniden doğdum ve yeniden başlıyorum. Belki de bu bir uyanma hali... Bazı algıların ne kadar yanlış olduğunun ayırdına varma... Sevip de kırıldıklarının aslında senin kurguladığın birileri olduğunun, gerçekte çok sefil bir yerde durduklarının keşfi... Kendi içindeki güzelliğin renkleriyle boyadığın bazı insanlar ve durumlar olduğunu, gerçeğin bütün bu romantize edilmiş formların çok dışında bulunduğunu anlama... Ve aslında yitirdiğinin aslında sanal bir şey olduğunu keşfetmenin tuhaf ferahlığı... Duyduğun onca suçluluğun, kendine ettiğin lanetlerin anlamsızlığı... Başkalarına atfettiğin güzelliklerin aslında kendi içinde olduğunu, kendi kelimelerin ve kavramlarınla onların bedeninde roman kahramanlarını yarattığını fark edişin... Bir de hepsinin ötesinde bütün bu hikayenin neden başına geldiğinin geçmişine uzanan bağlarının keşfi...
Dışarıda başka bir dünya var. Şimdi çıkıp gitme zamanı seni küçücük yapan ve bir böcek gibi ezen bu hikayeden... “Başka hikayelere layıksın” diyor içindeki ses… “Bu hikayedeki sefil yaratık değilsin sen. Yeni bir başrol lazım sana. Film bitti.”
Bugün birden kapanan perde için hiçbir özel neden yok üstelik. Sadece oyun bitti. Işıklar yandı ve kulisteyim artık. Birazdan gerçekte kendim olan kadının kılığına gireceğim ve sokağa yürüyeceğim. Başka hiçbir hikayem ve buna dair bir umudum da yok. Sadece eski hikayeden çıkıyorum. Hikayesiz bir kahraman, acıklı, sefil bir trajedide boğulan bir kahramandan iyidir. Bir kitabın ilk sayfasına başlıyorum şimdi. Bundan sonra başıma neler gelir, hangi korkunç yanlışlara düşerim bilemiyorum. Ama biten bir zamandan çıkıp yürümenin keyfini taşıyorum şu an. Cümlelerin, görüntülerin ağırlığından kurtulmanın ferahlığı içinde yürüyorum sokakta ve tiyatrodan uzaklaşıyorum.
Bütün bu olup bitenler, kendimi suçladığım durumlar, bütün “keşke”ler ne kadar uzak şimdi... Yok olmadılar kuşkusuz. Hep orada kalacaklar. Ama içlerinde bulunmayacağım ben... Tamamladım ve çıktım. Anımsayacağım çaresiz... Ama anımsayacağım sadece. Dışarıdan durup bakacağım olup bitene... Yitirdiklerimden çok yeniden bulabileceklerime doğru yol alacağım. Aşağılanmalardan kaçıp yücelmelere doğru yürüyeceğim. Ve orada, durduğu yerde ne kadar acıtsa da bu hikaye, çok iyi anlıyorum onu. Neden girdiğimi, orada neden boğulduğumu biliyorum. Bunları her düşündüğümde gözyaşlarıma engel olamayacağım belki; şu an olduğu gibi... Ama dışarıdan bakan birinin gözyaşları olacak bunlar...
Şu an bir neşeli kutlama yapmak, çocukluktaki gibi kendi kendime dans etmek istiyorum sadece... Şahane biri değilim elbette. Bazı hatalarım ve zaaflarım var. Ama bu hikayedeki sefil kişi hiç değilim... Hem bu kadar kötü bir dünyaya iyi bile dayandım. Ne işkencelerden geçtim, ne fırtınalar atlattım. Şimdi ayazdaki kalbimi sımsıkı sarıyorum. Bütün yanlışlarımla kabul ediyorum ve bağışlıyorum kendimi. En iyi ben biliyorum hangi yollardan ne biçim zorluklarla geldiğimi... Her şeye rağmen “Aferin” bana...
Birilerine “Hoşçakal” demek için önce yüzlerine bakmak gerekir. Onlar, ne kadar acı çektiğini bildikleri halde çoktan sırtlarını dönüp uzaklaşmadılar mı? Kimseye “Hoşçakal “ demiyorum bu yüzden. Kendime “Hoş geldin” diyorum yalnızca... “Hoş geldin, o uzak ve zor yerlerden. Kanatlarını tak. Sevilmeye değer onca güzel insan. Yapacak dünya kadar iş var daha...”