1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “İsimsiz Mezarlar” ve “Gulyabani…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“İsimsiz Mezarlar” ve “Gulyabani…”

A+A-

Selanik Belgesel Film Festivali’nde “Hafıza/Tarih” başlığı altında gösterilecek iki film, dikkat çekiyor…

Bianet’ten Murat Türker’in haberine göre, bu yıl 1-10 Mart 2019 tarihleri arasında düzenlenen Selanik Belgesel Film Festivali’nde “Hafıza/Tarih” başlığı altında gösterilecek iki önemli film var: “İsimsiz Mezarlar” ve “Gulyabani”…
Festivalde 178 uzun, 43 kısa metrajlı yapım yer alıyor… 21nci Selanik Belgesel Film Festivali esnasında “Agora Doc Market”te de 430 film gösterilecek… Murat Türker, şöyle yazıyor:
“Hafıza/Tarih başlığı altındaki filmler arasında Selanik festivallerinin gözdelerinden Gürcan Keltek'in Gulyabani'si var.
Son yıllarda Türkiye'nin adını festivallerde aldığı ödüllerle sık sık duyuran Keltek deneysel tarzdaki eserleriyle ufuklarını günbegün genişletiyor.
Kamboçya'da Kızık Kmerler'in icraatına üçüncü kez eğilen Rithy Panh da Graves Without a Name (“İsimsiz Mezarlar”) ile Selanik'te misafir edilecek.
Rithny Pahn’ın “Kayıp Resim” başlıklı bundan önceki filminde 13 yaşındaki bir çocuk Kamboçya soykırımı ardından ailesinin büyük bölümünü yitirmiş ve onların mezarlarını aramaya girişmişti.
Kamboçya doğumlu ama hayatını Fransa’da sürdüren film yönetmeni Rithy Panh, Kamboyça İç Savaşı sırasında Kızıl Kmerler’in yürüttüğü soykırım kampanyasını araştırmaya adamış tüm hayatını…
Kendi ailesinin de bu soykırımda öldürülüp “kayıp” edildiği Rithny Panh, “İsimsiz Mezarlar” başlıklı projesinde, kendi akrabalarının nereye gömülmüş olduğunu aramayı sürdürüyor…
Film intikam değil, yaraların iyileştirilmesi çağrısına imza atıyor eleştirmenlere göre…
Murat Türker’in sözünü ettiği Gürcan Keltek’in “Gulyabani” başlıklı filmiyle ilgili olarak filmin yönetmeni BANTMAG’dan Yiğit Atılgan’a  konuşmuş. Bantmag, özetle şöyle yazıyor:

“Önce video klip, ardından sinema çalışmalarıyla tanıdığımız yönetmen Gürcan Keltek, yeni filmi Gulyabani’nin dünya prömiyerini Ağustos ayında, geçen sene Meteorlar filmiyle iki ödülle birden döndüğü Locarno Film Festivali’nde yaptı. Gulyabani, film ve belgesel işlerinde benzersiz bir anlatım yakalayan yönetmenin, İzmir’de 1970’li ve 1980’li yıllarda tanınmış bir müneccim olan Fethiye Sessiz’in hikâyesini, karakterin “içinden” anlattığı, yarı kurmaca bir belgesel. Gürcan Keltek’in yöntemleri, fikirleri ve duygularına yönelik anlatacaklarına kulak vermek de fazlaca kafa açıcı ve ilham verici. Sözü kendisine bırakıyoruz:

“Gulyabani, İzmir’de benim kuşaktan belli bir kesimin gayet iyi bildiği bir müneccim olan Fethiye Sessiz’in hikâyesi. Fethiye ölülerle konuşabiliyor, geleceği ve geçmişi aynı anda görebiliyor ama bildiğimiz anlamda klasik bir müneccim karakteri değil. Mektuplar ve günlük notlarından inşa ederek yazdığım yarı kurmaca bir belgesel. Fethiye artık çıkamayacağı bir hastane yatağındayken film giderek yok olmaya başlayan hafızasında dolanıyor. Geçmişinde deneyimlediği anlar ve geleceğe ilişkin durugörüleri iç içe, onun yaşadığı zaman artık çizgisel düz akan bir şey değil. Gulyabani çocukluğumdan çok iyi tanıdığım bu karakterden yola çıkarak yaptığım, bir yandan da bu zor karakteri anlamaya çalıştığım bir film. Fethiye filmin “konuşan kafa”sı. Ama bu kez biz bu kafayı sadece duymuyoruz, içindeyiz.

… Fethiye karakterinde beni çeken, etrafında olup bitenleri sürekli izliyor, gözlüyor olması. Adeta zoraki bir tanıklık söz konusu. Onun gözünde bu dünyadan göçenler bir yere kaybolmuyor, oldukları yerde kalmaya devam ediyorlar. Askerî darbe gibi insanlığın tamamen komaya girdiği dönemlerde, hafızamız ve inanç sistemimizi belirleyen her şey kolektif olarak büyük bir bozulmaya uğruyor, sonrasında da susuyoruz. Fethiye’nin zihni susmuyor, her şeyi hatırlıyor, anlatıyor. Hatırlamanın nasıl bir şey olduğu, Gulyabani’nin arka planını oluşturan bu kontrast, bütün bu birbiriyle alakasız görünen ama tam da aynı anda gelişen olaylar zinciri filmi yapma isteğimle bağlantılı aslında. Batıl inançlara, doğaüstüne bir inancım yok ama insanların onlarla kurduğu tuhaf ruhani bağ bir sinemacı olarak çok ilgimi çekiyor… Gulyabani yaralı bir ruhla yaşadığımız kısa bir yolculuk….”

sevgul-1-002.jpg


“Bir Yeşil Hat Hikayesi”, KTÖS’te gösterilecek…

Kıbrıslı ünlü film yönetmeni Panikos Hrisantu’nun “Bir Yeşil Hat Hikayesi”, KTÖS’te gösterilecek…
26 Mart 2019 Salı akşamı saat 19.00’da Lefkoşa’da KTÖS lokalinde gösterilecek olan “Bir Yeşil Hat Hikayesi”, adamızın yakın geçmişine etkileyici bir bakış içeriyor…
Film, 27 Mart 2019 Çarşamba akşamı saat 19.00’da Mağusa’da KTÖS lokalinde de gösterilecek.
YKP tarafından gösterilecek olan filmin tanıtımında şöyle deniliyordu:
“Bu Lefkoşa’nın “Yeşil Hat”tında geçen bir hikayedir; variller ve dikenli tellerden çatma bir duvarın bir kasabayı; bir ülkeyi ikiye böldüğü bir hikaye.  Kıbrıslırum bir asker olan Kypros, karşı tarafın askeri olan Murat’ın aslında kendi evinde yaşadığını öğrenir. Aynı kendisi gibi, o da bir göçmendir. Savaş ikisini de yerlerinden ayrılmaya zorlamıştır; Kypros kuzeyden güneye, Murat ise güneyden kuzeye göç etmiştir. İzin gününde köyüne dönen Murat, dönüşte Kypros’a evinden bir armağan getirir, bir aile fotoğrafı, ve her ikisini de “diğer tarafa” götürecek gizli bir geziye çıkmalarını teklif eder. Geride bıraktığı sevgilisini, Kıbrıslıtürk bir kızı görmek isteyen Kypros, sonuçlarını düşünmeden bu teklifi kabul eder…”
2017 yılı Temmuz ayında, gazeteci Ali Baturay, KIBRIS gazetesindeki köşesinde özetle şöyle yazmıştı bu filmi izledikten sonra:
“… “Kıbrıs sorununa odaklanan yönetmen” yakıştırmasını sevmeyen ve kabul etmeyen Panikos Hrisantu, Kıbrıslıların kişisel ve insani konularını işlediğini söylüyor.
Evet öyle yapıyor, filmleri gerçekten de “insan” odaklı. Ancak bu insani hikayeler, kişisel öyküler Kıbrıs sorunundan bağımsız olamıyor, sorunu gözler önüne seriyor ve Kıbrıs’ta barışa, çözüme de hizmet ediyor.
Kıbrıslı Türk sinemaseverler tarafından “Duvarımız” ve “Akamas” filmleri ile tanınan Hrisantu, yeni filmi “Bir Yeşil Hat Hikayesi”nde de savaşın anlamsızlığını ve savaş ateşinin her iki toplumu da yaktığını kişisel birkaç öykü üzerinden anlatıyor.
Yönetmen, Kıbrıslıtürklerle, Kıbrıslırumların savaştan kaynaklanan acılarının benzer olduğunun kavranmasını istiyor, bunu algılayabilmenin, karşı tarafı anlayabilmenin, empati yapabilmenin Kıbrıs’ı yeniden birleştirebileceğine ya da bu sayede her iki halkın dostça yaşayabileceğine inanıyor.
Yanılmıyorsam 1977 yılında geçen film, Lefkoşa'da Yeşil Hat’tın iki tarafındaki nöbet noktalarında yer alan iki askerin, Kıbrıslırum Kypros'un ve Kıbrıslıtürk Murat'ın dostluk hikayesini anlatıyor.
Hrisantu,  dinlediği yaşanmış kişisel öykülerden hareketle kurmaca bir film yarattı. Filmde anlatılanları birçok kişi ya bizzat yaşamış ya da yaşayanlardan duymuştur. Filmde hiçbir şey bana yabancı gelmedi.
“Bir Yeşil Hat Hikayesi”ni sevdiğim, beğendim halde, “Filmin en büyük zaafı fazla iyi niyetli olmasıdır” dersem, filmi izleyip de beğenenler bana kızar mı diye düşünüyorum. Yönetmenin kendi içindeki o iyi niyet, hoşgörü, barış sevdalılığı, gerçek olaylara dayanmasına rağmen filmin inandırıcılığına zarar veriyor.
Savaşın kötülüğünü anlatan filmde neredeyse hiç kötü insan yok. Hatta kötü diyebileceğimiz birkaç karakter bile fazla kötü yansıtılmamış perdeye… Kötü olan, filmde görünmeyen ama iki toplumu karşı karşıya getiren başkaları... Tamam bu doğru bir şey, gerçekte de böyledir ama insanlara “iyilik masalı” ile anlatmak her zaman iyi sonuç vermeyebilir, zorlukları ve zorlukların yarattığı acıları da yani acı gerçeği yüzüne vurabilmeli de… Belki ben yanlış düşünüyorum. Birçok kişi beni aşırı iyimser, optimist bulur, ben bile filmi fazla iyimser bulduysam ortada “küçük de olsa” bir sıkıntı var demektir.
Biliyorum, farkındayım, bu durum, yani “aşırı hoşgörülü” bakış açısı, “iyilik masalı” özellikle yönetmenin bir tercihidir, saygı da duyuyorum ama “Keşke gerçek hayatta da bu hoşgörü ortamı olsa” diye düşünmeden de edemiyorum. Kim bilir söylediklerimin aksi bir yaklaşım, filmin büyüsünü bozardı, belki böylesi daha iyidir. Sonuçta bu bir belgesel değil, kurmacadır ve kurmaca yapımlarda yönetmenin seçimi önemlidir.
Birlikte çok güzel komşuluk ilişkileri kurmuş kardeş gibi yaşayan insanların, başkalarının kışkırtmasıyla arkadaşını nasıl olup da öldürebildiği filmde sorgulanıyor. Bunu gerçekleştiren ya da buna seyirci kalanların büyük pişmanlık, hatta bu nedenle azap yaşadığına dikkat çekiliyor.
İntikamın bir fayda getirmediğine tam tersine gelecek nesilleri de içine çeken bir girdap olduğuna değinen film, yüzleşmenin, affetmek için iyi bir araç olduğunu anlatıyor.
Film, insanların bazen rüzgara kapılarak yani mevcut şartlardan kaçamayarak, bazen de baskı ve tehditle kötü şeyler yapabileceğine işaret ediyor. Bu kötü şeylerin de insanın vicdanında yarattığı ağırlığa işaret ediyor…
İnsan filmi izlerken hüzünleniyor ve savaşa, düşmanlığa lanet okuyor. “Neden bu savaş, neden insanlar öldü, acılardan başka ne geçti elimize?” diyor insan…

afis-002.jpg
Sınırdaki nöbet noktaları kadar tehlikeli bir ortamda bile dostluğa kapı açılabiliyor. Birbirini vurmak için eğitilmiş, programlanmış insanların, makine olmadığı ve duyguları, aklı ile buna karşı çıkabileceğini görüyoruz. Normal hayatta da sınır noktalarında iki tarafın askerlerinin dostluk kurdukları, yasak ve ciddi ceza gerektirdiği halde sohbet ettikleri, alışveriş yaptıkları bir gerçektir. Ben sınırda askerlik yapmadım ama yapan başka kişilerden, filmdekine benzer durumların olduğunu duymuştum.
Yönetmen olabildiğince doğallığı yaratmaya çalıştı, davranışlardan küfürleşmeye kadar, tam bir Kıbrıslı film. Chrysanthos’un Kıbrıslı filmi, her iki topluma eşit davranmayı beceriyor, taraf tutmuyor hem de hiç...
Tabii filmde bir de aşk hikayesi var, ya da aslında filmin kendisi bir aşk hikayesidir… Kıbrıslıtürk kız ile Kıbrıslırum gencin aşkı ve aşkın, din, dil, ırk tanımadığı gerçeği…
Yönetmen iki genç insanın sevişmelerini birkaç sahnede oldukça erotik veriyor, hatta film böyle erotik bitiyor. Bana göre bu sahneler sırf erotik olsun diye kullanılmadı, bu sahneler toplumların ayrılığına adeta bir isyandır... Aynı aşkta olduğu gibi, yani aşkın hiçbir engeli tanımadığı gibi her iki toplum da aşkın verdiği güce benzer bir güce sahip olarak barışı sağlayacaktır. Filmi izleyen başkaları ne mesaj çıkardı bilmiyorum ama benim çıkardığım bir mesaj da budur.
Güney Kıbrıs’taki fanatiklerle de yılmadan mücadele eden, takdir ettiğim, cesur bir sanat insanı olan Panikos Hrisantu’nun şimdiden sıradaki filmini beklemeye başladım bile...”

Bu yazı toplam 3086 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar