1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. İşkence Altında Gönüllü İfade
İşkence Altında Gönüllü İfade

İşkence Altında Gönüllü İfade

İşkence Altında Gönüllü İfade

A+A-

 

Özge UĞRAŞIN
[email protected]


Ceza Yasası altında suç olarak tanımlanan bir eylemin gerçekleştiği iddiası üzerine, şüpheliler polis tarafından sorguya tabi tutulur ve yazılı ifadeleri alınır. Olayla ilgili ifade veren kişilerden biri veya birkaçı olayın sanığı/sanıkları olabileceği gibi sadece görgü tanığı veya olayla alakası olmayan kişiler de olabilirler. Bu yazının maksatları bakımından incelenecek olan ifade türü, “itiraf” içeren “gönüllü ifade” olacaktır. Bu gönüllü ifade, olayın sanığı tarafından yazılabileceği gibi, oluşmamış olan bir suçun sanığı veya oluşmuş bir suçta suçla alakası olmayan bir kişi tarafından işkence sonucu yazılmış da olabilir. 

Polis tutuklulukları sırasında işkence veya insanlık dışı muameleye uğradığını iddia eden birçok sanık olmuştur. Ancak, bu iddiaların mahkemeye sunulması her zaman kolay olmamaktadır. Bu nedenle, zaman içerisinde birçok ülkede işkenceye varacak kötü muamelenin yapılamayacağı tutukluluk ortamları yaratılmıştır. Hem polis karakolları ses ve görüntü kaydı altına alınmıştır hem de gönüllü ifade temini sırasında avukat bulundurma zorunluluğu getirilmiştir.

Okumakta olduğunuz yazıda, esas olarak, gönüllü ifade temini sırasında uygulanan işkenceden bahsedileceği için, ilk önce gönüllü ifadenin ne olduğuna, nasıl elde edildiğine ve hangi durumlarda mahkemede kullanabilir/kullanılamaz olduğuna bakmamız gerekmektedir. İşlendiği iddia edilen suçla ilgili olarak görevlendirilen soruşturma memurları bu suçla alakalı olabileceklerine inandıkları herkesle görüşüp ifadelerini temin ederler. Fasıl 155 m. 5(3)’e göre, soruşturma memuru tarafından temin edilen ifade, gönüllü olarak verildiğinin kanıtlanması halinde ifadeyi veren kişi aleyhine bir cezai işlemde şahadet olarak kullanılabilir. Peki, söz konusu ifade alınırken takip edilmesi gereken kurallar yok mudur? Elbette vardır ve bu kurallar Fasıl 155’ten görülebileceği gibi “İlgili zamanda İngiltere’de Queen’s Bench Division Yargıçlarınca onaylanan ve Yargıç Kuralları diye bilinen polis memurlarının ifade alırken uygulanan yürürlükteki kurallar, İngiltere’de uygulandığı şekilde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde ifade alınırken uygulanır.” Bu noktada akıllara şu sorular gelmektedir: Mahkemeler gönüllü bir ifadeye ne derece güvenmelidirler? Bir kişi işlemediği bir suç ile ilgili itirafta bulunabilir mi? Bir kişi neden yargılanmayı beklemeden bir suçu itiraf eder? Mahkemelerin gerçek amacı, suçu ilk itiraf eden kişiyi mi, yoksa suçun gerçek failini mi cezalandırmaktır?

Bir gönüllü ifadenin gerçek bir itiraf mı, yoksa gerek baskı ve işkence altında elde edilmiş gerekse başka koşullar altında verilmiş bir gönüllü ifade mi olduğunun bulgusunu saptamak adaletin sağlanması için çok önemlidir. Bu hususlar, gerek bizim Yüksek Mahkememiz gerekse İngiltere Mahkemesi içtihatlarında birçok kez incelenmiştir. Öncelikle Ceza Hukukumuzun temel ilkelerine şekil vermiş olan İngiliz Ceza Hukuku ve içtihatlarına değinmeyi uygun buluyorum. İngiltere’de “Birmingham Six, Judith Ward, Guildford Four ve Bridgewater Three” olarak gündeme gelmiş davalar, itirafın adalette nasıl yanılmalara yol açabileceği konusunda önemli kamuoyu oluşturmuş ve itirafın her zaman güvenilir olamayacağı şüphesini gündeme getirmiştir.

Bir ifadenin zorlama, işkence, tehdit gibi sanığın özgür iradesinin mevcut olmadığı bir durumda alındığının tespiti sonrası söz konusu ifade mahkeme tarafından kullanılamaz. Ayrıca, bir ifadenin gönüllü olup olmadığıyla ilgili ispat külfeti iddia makamındadır. Örneğin, R v Paris (1993)(i) davasında sanıklardan bir tanesinin polisler tarafından aşağılanması ve polislerin bu sanığa bağırarak ne söyleyeceğini belirtmesi, mahkeme tarafından zorlama olarak kabul edilmiştir ve sonuçta bu koşullarda elde edilen gönüllü ifade mahkemeye ibraz edilememiştir. 

Gönüllü ifadeyle ilgili dramatik olarak nitelendirilebilecek bir içtihat İngiltere kamuoyunda yer bulan Guildford Four (1992)(ii) davasıdır. Söz konusu davada, dört sanık, 1974 yılında meydana gelen bir bombalı saldırı olayıyla ilgili olarak tutuklandılar ve tutuklulukları esnasında dört sanık da gönüllü ifade vererek suçu kabul ettiler. Bu gönüllü ifadeler aleyhlerine getirilen davanın esasını teşkil etti. Sanıklar duruşma safhasında ifadelerinin baskı ve işkence altında alındığı iddiasını ileri sürdüler fakat başarılı olamadılar. Sanıklardan biri, hayat hikâyesini anlattığı kitabında, gönüllü ifade verme sebebini 1970’li yıllarda yürürlüğe giren terörizmle mücadele amaçlı katı yasalar sonucu polise verilen uzun tutukluluk sürelerine bağladı ve devamında (o dönemde) polisin mahkemeden bir haftaya kadar tutukluluk izni alabileceğini ve gönüllü ifadeyi imzalamaması halinde polis tarafından serbest bırakılmayacağını dile getirdi. Burada önemli bir noktaya değinip davanın anlatımına devam etmek istiyorum. Ülkemizde tahkikatları yürüten polisler, sekizer gün sürelerle tutukluluğun uzatılması için mahkemeye tekrar tekrar başvurabilmektedirler. Bu durumda, sekiz gün süreyle polis tarafından tutuklu tutulacağını bilmek bir baskı ve tehdit unsuru olarak kabul edilmeli mi? Polis nezaretinde tutukluyken işkenceye uğrayan bir kişinin yaşadıklarıyla ilgili şahadet verecek kaç kişi bulunabilir? İşkenceye uğradığını iddia eden bir sanıktan mahkemenin doktor raporu talep etmesi doğru mudur? Kafamızda şekillenen bu soruları bir yana bırakıp Guildford Four davasına geri dönelim. Gönüllü ifadeler esas alınarak mahkeme tarafından mahkûm edilen dört sanık, mahkûmiyetten 15 yıl sonra ortaya çıkan yeni bir delil sonucu beraat ederler. 1989 yılında davayla ilgili araştırma yapan bir dedektif, polis soruşturması esnasında yazılmış notlar bulur ve bu notlar üzerinde aşırı derecede düzeltmeler yapıldığını tespit eder. Notlar üzerinde silme ve eklemeler yoluyla yeniden düzenlemeler yapıldığı ortaya çıkar. Bulunan notlar duruşma esnasında mahkemeye sunulan ifadelerle uyuşuyordu. Bu, polisin sunmak istediği davaya uyum sağlaması amacıyla notları değiştirdiği iddiasını ortaya çıkardı. Bu yeni delil ile yapılan istinaf talebi kabul edildi. İstinaf Mahkemesi, her hâl ve şartta polisin bu notları saklayarak yalan söylediği ve polisler tarafından sunulan tüm delillerin güvenilirliğini kaybettiği bulgusuna vararak dört sanığın mahkûmiyet kararlarını bozdu.   

Yukarıda değinilen dava benzeri davalar sonrasında değişen İngiliz Ceza Hukuku’nda gönüllü ifadenin yerine kısaca bakacak olursak; bir kişinin suçu kabul etmesi ilk nazarda mahkûmiyet için yeterli olmamalıdır ve iddia makamı her hâl ve şartta davasını ispat etmelidir. Özellikle polis nezaretindeyken alınan gönüllü ifadelere mahkemeler her zaman şüpheyle yaklaşmalıdır. Masum bir kişinin mahkûm edilmesindense birden çok suçlunun serbest kalması prensibine değer verilmelidir.

Ceza/İstinaf 9/72(iii) sayılı davaya baktığımız zaman; burada Kıbrıs Yüksek Mahkemesi, yargıç kaidelerine uyulmadan alınan bir ifadeyi geçerli kabul edip etmeme hususunda mahkemelerin adli takdirinin bulunduğunu, fakat bu takdirin mahkemece “sanığa herhangi bir haksızlık ve adaletsizlik yapılmadığı kanaatine vararak kullanması” gerektiğini belirtti. İstinaf Mahkemesi, Hüseyin Kızıl v. R. 19 C.L.R. davasına atıfta bulunarak, belirli bir süre polis nezaretinde kaldıktan sonra elde edilen gönüllü ifadeleri kabul edip bu ifadelere verilecek değeri belirlerken, mahkemelerin çok tedbirli olması gerektiği vurgusu yapılmıştır.(iv)

R. v. Mentesh 14 C.L.R. davasında ise, Kıbrıs Yüksek Mahkemesi, Bidayet Mahkemelerini polis tarafından elde edilen ve bağımsız şahadetle desteklenmemiş olan delilleri değerlendirirken özellikle ağır suçlar söz konusu olduğunda çok ihtiyatlı davranmaları konusunda uyarmıştır.(v)
    
Ağır Ceza Mahkemesi huzurundaki KKTC Başsavcılığı v Deniz Kemal Ramadan 7014/12 sayılı davada da savunma avukatı tarafından gönüllü ifadenin zorla alındığı iddiası yapılmıştır. Burada sanık avukatı, sanığın polis nezaretindeyken şiddete uğradığını ve uğradığı şiddet sonucu gönüllü ifadeyi imzaladığını iddia etmiştir. Davada 18.5.2011 tarihli bir doktor raporu ile 20.5.2011 tarihli ikinci bir rapor sunulmuştur. Bu iki rapor arasındaki fark, geçen iki günlük süre zarfında sanığın darp edilmiş olduğu iddialarını destekler mahiyettedir. Nitekim Ağır Ceza Mahkemesi de ikinci raporda yer alan fazlalıkların göz ardı edilemeyeceğini ve iddia makamı tanıklarının sanığın şiddet görmediği yönündeki şahadetine itibar edilemeyeceğini bildirmiştir. Netice itibarıyla Mahkeme, “Sanıktan alınan ifadenin Gönüllü bir ifade olduğunun, İddia Makamı tarafından makul şüpheden ari olarak kanıtlanmadığı neticesine varırız” yönünde karar vermiştir.

Güncel bir örnek vermek gerekirse, 19 Şubat 2016 tarihinde meydana gelen bir kundaklama olayıyla ilgili olarak mahkeme emri ile poliste tutuklu bulunan zanlılar avukatları aracılığı ile işkenceye uğradıklarını iddia etmişlerdir. Bu iddialar neticesinde mahkeme, zanlıların doktor kontrolünden geçirilmelerine emir vermiştir. Konuyla ilgili yapılan duruşma sırasında, şahadet veren doktorun sundukları neticesinde zanlıların vücutlarındaki bazı travma ve izlerin kendi kendilerine yapılamayacağı sonucuna varılmıştır. Netice itibari ile mahkeme, polis tarafından şiddet uygulandığı kanaatine vardıktan sonra, yapılan bu fiziksel işkencenin kim veya kimler tarafından, ne şekilde yapıldığına dair Lefkoşa Polis Müdürlüğü tarafından soruşturma başlatılmasını emretmiştir. Ayrıca zanlıların üç günde bir tam donanımlı bir hastanede doktor kontrolünden geçirilmeleri için de direktif vermiştir.

Sonuç olarak, tüm bu örnekler polis tutuklulukları sırasında işkencenin gerçekte var olduğunu göstermektedir. Unutulmamalıdır ki, Ceza Hukukunun temel prensiplerinden biri “self incrimination” yasağıdır ve baskı altında gönüllü ifade, aslında self incrimination yasağının ihlalidir. İddia makamının bu tür yöntemlere başvurmadan suçu kanıtlama mükellefiyeti vardır. Bu yüzden, bütün gönüllü ifadelerin ihtiyatla ve gönüllülüğü hususunda çok sıkı testlere tabi tutulduktan sonra kullanılması gerekmektedir. Halen yapılmakta olan işkenceyi, ancak gönüllü ifadelere bu şekilde yaklaşarak ve polis karakollarının ses ve görüntü kaydı altına alınmasını şart koşarak önleyebiliriz.

 

-------------------------------------------

(i) R v Paris (1993) 97 Gr App R99
(ii) Guildford four case 1992 95 Cr AppR 9
(iii) Ceza İstinaf No: 9/72
(iv) Hüseyin Kızıl v R 19 C.L.R
(v) R. v. Mentesh 14 C.L.R

Bu haber toplam 4916 defa okunmuştur
Gaile 372. Sayısı

Gaile 372. Sayısı