İsmail Kemal’in Ardından..
O veda buluşmasında yanından ayrılırken son söz olarak “mucizeler hayata dâhildir, unutma” diyerek moral vermeye çalıştığım dost İsmail Kemal için ne yazık ki o mucize gerçekleşmedi; aylardır sürdürdüğü yaşam mücadelesinde yenik düştü, ardında saygı duyulacak hikâyesi çarpıcı bir hayat bırakarak bu dünyadan göçtü.
Bunun bir veda buluşması olduğunu, sonrasının olmayacağını aslında dördümüz de biliyorduk. Ortak bir geçmişi paylaşmış insanlar olarak, ilerleyen menhus hastalığın yorgunluğu ve bitkinliği içinde İsmail (Kemal), karşısında Yusuf, Turgut ve ben bir aradayız. Sözü, böyle zamanların ağır yükü ölüme ve hüzne ayarlanmış kıskacından kurtarıyor ve neredeyse yarım asır öncesine, yaşamın gürül gürül aktığı, içinde kendimizin de yer aldığı 70’li yılların Türkiyesi’ne ve de İstanbul’a uzatarak, o günleri konuşuyoruz. Salona vuran Mart güneşi içimizi ısıtıyor; sohbetimizin, bu türden muhabbetlerde genelde olduğu üzere, o geçmişi ve o geçmiş içinde yer alan kendimizi kutsamaktan ibaret değil, aksine sorgulamaktan ve eleştirmekten geçiriyor ve dahası bu talebin İsmail’ den geliyor olması ise, itiraf etmeliyim ki o ana çok daha geniş ve derin bir anlam kazandırıyor. O gün, orada, geçmişin sayfalarını yeniden çevirirken, Türkiye’de öğrencilik yıllarından başlayarak hayatının sonuna kadar geçen dönemde oluşagelen ideolojik/politik/entelektüel varoluş serüveninin, mahiyeti itibarıyla izlediği çalkantılı seyre bağlı olarak onu farklı kıldığının yeniden ayırdına varıyor, bu farklılıkların boy verdiği yaşamını üç evreye ayırmak gerektiğini bir kez daha düşünüyorum.
Şimdilerde 60’lı yaşlarında, siyasal-toplumsal hareketliliğin yoğun yaşandığı 70’li yılların Türkiye’sinde öğrenci olan Kıbrıslı gençlerden biriydi İsmail Kemal. Dönem itibarıyla o kuşağın dâhil olduğu dinamik süreç, Sol’un ideolojik/politik olarak 60’lı yıllardan itibaren başlayan, 12 Mart 1971 darbesiyle kesintiye uğrayan, darbenin güç yitiminin sonrasında günden güne daha da gelişerek hız ve genişlik kazanan bir mahiyet arz ediyordu. Aynı dönemde genel sol öğrenci hareketi içinde bir önceki kuşağın mirasını sahiplenen Kıbrıslı öğrenciler de yer alıyor, öncelikle üç büyük şehirde (İstanbul-Ankara-İzmir) örgütleniyorlardı. İşte İsmail Kemal 1973-79 yılları arasını kapsayan dönemde önce İstanbul’da, sonrasında diğer büyük şehirleri bünyesinde toplayacak öğrenci federasyonunda ( KÖGEF’te) sorumluluklar üstlenecek ve o hareketin ideolojik/politik sınırlarının çizilmesinde belirleyici figürlerden birisi olacaktı. Şöyle ki, solun ideolojik/politik bölünmelerden mustarip olduğu o dönemde Kıbrıslı öğrenci hareketi de bundan nasibini alırken, bu ayrışmada yoğunluklu olarak TKP/Sovyetler çizgisinde bir duruş sergilenmesinde, bu ideolojik/politik tavrın alınmasında öne çıkan bir isim de o olacaktı. Dönem solunun tümüne şamil bu minval üzere gelişmelerin sonuçları itibarıyla vardıkları nokta ise, giderek keskinleşen bölünmelerde her unsurun (fraksiyonun) kendini sol adına tek doğru ideolojik/politik çizgi olarak görmek zafiyetiyle malul olmasıydı. Buradan bakınca o dönem solculuğunun belirgin özelliği, bir ‘bilinç’ (eleştiriye tabi bir bilgi/düşünce) solculuğundan çok bir ‘inanç’ (koşulsuz tabi olma hali) solculuğu olması, ait olunan kesimin ideolojik müktesebatının mensupları tarafından adeta Tanrı kelâmı bir din olarak algılanması, bu nedenle de kendini hatadan azade mutlak doğru olarak kabul etmesiydi. Bu maluliyet hâli, belirli ideolojik/siyasal bir kampa dâhil olan Kıbrıslı solcu öğrenciler için de geçerliydi. Tutkulu, inançlı bir solcu ve üstelik lider konumunda birisi olarak İsmail Kemal de bu zafiyetten azade olmadığı gibi, konumu itibarıyla (hareketin önderlerinden olması itibarıyla) bunu daha da derinden yaşıyor, bu da onun şahsında oldukça katı, sekter bir tipoloji oluşturuyordu.
79 yılında İstanbul’dan ayrılıp Bulgaristan’a gidişi onun ideolojik/politik/entelektüel varoluş serüveninde ikinci evreyi teşkil edecektir. Henüz 12 Eylül yaşanmamıştır, haliyle bu gidiş zorunlu bir ayrılık, sürgün değil, onun bilinçli seçimidir. Türkiye’de solun dağınıklığı ve iç çatışmaları devam ederken sıkı TKP’li bir komünist olan İsmail Kemal yüksek ideallerinin hayat bulduğu ülkesine doğru, eksiksiz bir komünist olmak ve bunun gereklerini yerine getirmek heyecanıyla yola çıkmaktadır. (Onu Sirkeci Garı’ndan uğurlayan birkaç dostundan birisi olarak bu heyecanın doğrudan tanığı olduğumu söylemeliyim) Bulgaristan macerası on yıl sürecek, inanç, tutku ve heyecanla başlayan bu süreç, zaman içinde, dışardan idealize ve hatta mistifiye edilen sistemin, realize edilmiş haliyle yaşadığı sorunlar ve çıkmazlar içerden gözlemledikçe törpülenmeye ve bir iç hesaplaşmaya dönüşmeye başlayacak, sosyalist sistemin (reel sosyalizmin) çatırdamaya başladığı ve nihayet çöktüğü 1989 yılında ise onun için artık farklı bir mahiyet kazanacaktır. Öyle ki, Bulgaristan sonrası İngiltere’ye gidecek olan İsmail Kemal’in bu tarihten itibaren solla olan ‘mutlak aidiyet’ ilişkisi, bilinçli, eleştiren ve sorgulayan bir ilişkiye dönüşecektir. Londra’da geçireceği üç yılı ise, Bulgaristan Komünist Partisi Sosyal Bilimler Akademisi’nde tamamladığı eğitimine akademik olarak katkı ve genişlik sağlayacak eğitim süreciyle birlikte, Toplum Postası yazarlığı, Kıbrıslıları kuşatan politik-demokratik hareketle yaşadığı zihinsel dönüşüme bağlı olarak farklı zaviyelerden kurduğu ilişkiler-bu kez de gelenekçiler ve yenilikçiler olarak ifade edilebilecek kesimler arasında yaşanan gerilimlerin getirdiği sorunlarla mücehhez ilişkiler- kapsamında tamamlayacak ve 1992 yılında Kıbrıs’a (Güney Kıbrıs’a) temelli dönüş yapacaktır.
İsmail Kemal’in ideolojik/politik/entelektüel yaşamında üçüncü evreye tekabül edecek bu yeni dönem ilk başta politik ağırlıklı bir mahiyet taşıyor olsa da bu durum kısa sürecek ve bundan sonra solla (Kıbrıslı Rum ve Türk solu birlikte olmak üzere) arasında politik/ ideolojik mesafenin giderek açıldığı ve de koptuğu bir anlayış/tavır içine girerek, akademik hayata intisap etmek suretiyle, artık orada var olmakla yetinecektir. 2004 sürecinin adada yarattığı yeni siyasal iklimde Kuzeyle başlayan ilişkisini de daha çok bu yeni kimliği üzerinden kuracak, Kıbrıs Gazetesi’nde yazdığı köşe yazılarında, katıldığı televizyon programlarında sergilediği yaklaşımlar bu yeni kimliğinin (illa bir isim vermek gerekirse ‘demokrat-liberal kimlik’ denebilir) yansımalarını taşırken, onun bu tutumu kimi eski yoldaşlarında hayal kırıklığı yaratacaktır.
İsmail Kemal’in üç ayrı evre halinde anlattığım politik/ideolojik/entelektüel varoluş serüveninde, başlangıç ile son arasında niteliksel bir farklılaşma olduğu (farklılaşmanın niteliğinin ne olduğu bir yana bunun yaşanması son derece doğaldır) ve bunun da radikal militan sol duruştan, genel bir ifadeyle, demokrat-liberal bir çizgiye doğru seyir izlediği aşikârdır. Ancak şu da vardır ki, bu büyük macerada o her dönemde daha adil ve yaşanası bir dünyayı talep etmiş, bu yolda uğraş vermekten, düşünmekten, okumaktan, yazmaktan geri durmamıştır. Hastalığının ağırlaştığı son dönemlerinde eski dostlarını/yoldaşlarını, bilhassa aralarında kırgınlık ve küskünlük olanlarını ısrarla görmek istemesi, (bu dünyadan giderken arkamda kırgın ve küskün dostlar bırakmak istemiyorum demişti; bir kısmı gerçekleşen, ancak araya korona salgınının girmesi, sınır kapılarının geçişe kapanması nedeniyle eksik kalan bu buluşmalarda, görüşebildiği kadarıyla eski dostları/yoldaşlarıyla bir araya gelerek hasret giderdiğini ve bundan büyük bir mutluluk duyduğunu biliyorum) insani bir davranış olduğu kadar, geçmişten bugüne politik/ideolojik-entelektüel varoluşsal serüveninden arda kalan kırgınlıkların giderilmesine yönelik örnek alınası bir yaklaşım olması bakımından da kayda değerdir.
O veda buluşmasında yanından ayrılırken son söz olarak “mucizeler hayata dâhildir, unutma” diyerek moral vermeye çalıştığım dost İsmail Kemal için ne yazık ki o mucize gerçekleşmedi; aylardır sürdürdüğü yaşam mücadelesinde yenik düştü, ardında saygı duyulacak hikâyesi çarpıcı bir hayat bırakarak bu dünyadan göçtü.
Eski dostları/yoldaşları ise son yolculuğunda onu yalnız bırakmadılar, omuzlarında taşıyarak sonsuzluğa uğurladılar.