İspanya Seçimlerinin Ardından: Podemos?
İspanya Seçimlerinin Ardından: Podemos?
Yonca Özdemir
[email protected]
İspanya’da 20 Aralık 2015 günü yapılan genel seçimler sonucu iktidardaki muhafazakâr Halk Partisi (Partido Popular-PP) %29 ve ülkenin öteki büyük partisi olan İspanya Sosyalist İşçi Partisi (Partido Socialista Obrero Español-PSOE) ise %22 oy aldı. Radikal sol olarak nitelendirilen ve ülke çapında % 21 oranında oy alan Podemos ise seçimin gerçek galibi olarak görülüyor. Küresel kriz 2008’de İspanya emlak sektöründe ciddi bir çöküşe ve bunun sonucu yüzbinlerce insanın evini kaybetmesine yol açtı. Bunun ardından da borç krizine giren İspanya 2011’den 2013’e dek ağır bir ekonomik buhran içindeydi. Podemos 2013’te işsizlik oranının %27’ye kadar fırlamasına yol açan bu krizin bir sonucu olarak İspanya siyaset sahnesine çıktı. Peki, Podemos Avrupa’da gerçekten neoliberalizme karşı bir uyanışın, yani sola kayışın bir temsilcisi mi? Yoksa geçici bir siyasi heyecan, ya da sahte bir umut mu?
***
Podemos’un seçimlerdeki başarısını şaşırtıcı kılan en büyük faktör, partinin çok yeni oluşu. Podemos (Türkçe’de “Yapabiliriz”) partisinin kökleri 15 Mayıs 2011’de başlayan Indignados hareketine dayanıyor. Kriz derinleştiği sırada siyasi ve ekonomik gidişata olan kızgınlıklarıyla sokağa çıkıp gösteriler yapmaya başlayan kitlelerin oluşturduğu bu hareketin en aktif isimleri Ocak 2014’te Podemos’u kurdular. Bu isimlerin çoğu üniversite hocaları, radikal ekonomistlerden ve sendikacılardan oluşuyor. Podemos özellikle kentsel emekçi kesimlerden destek görmeye başladı ve özellikle de gençleri heyecanlandırıyor. Gençler arasında işsizliğin %50’lere çıktığı bir ortamda buna şaşırmamak lazım. Sık sık şehir merkezlerinde kitle toplantıları yapan Podemos’un Madridli bir akademisyen olan lideri Pablo İglesias Latin Amerika solundan, özellikle de Hugo Chávez ve Rafael Correa’dan, çok etkilendiğini saklamıyor. Talk şovlarda kemer sıkma politikalarını savunan siyasetçilerle başarılı bir şekilde yüzleşen ve sosyal medyada da çok aktif olan İglesias’ın popülaritesi Podemos’un başarısındaki en büyük etkenlerden biri.
Podemos’a verilen oylar son senelerde sıkça ortaya çıkan yolsuzluklara ama aynı zamanda düşük ücret ve sosyal güvencesizliğine de karşı bir başkaldırıyı temsil ediyor. Bununla beraber Podemos siyasi mesajı ve programı net olmayan bir parti olmakla da suçlanıyor. Sosyalist sol çevrelere göre Podemos ne yeterince radikal, ne de yeterince sol. Sol-sağ eksenindeki siyasetin ötesinde olduğunu zaten açıkça beyan etmiş olan Podemos, toplumdaki bölünmenin artık sosyalistler ve muhafazakârlar arasında değil, İspanya’yı 1978’den beri yöneten “siyasi kast,” yani çürümüş siyasi düzenin temsilcileri ve halk arasında olduğunu iddia ediyor. Yani siyasi temsilcilerin yenilenmesiyle krizin aşılabileceğini iddia ediyor. Bu söylemin sol bir söylemden çok popülist bir söylem olduğunu itiraf etmemiz lazım. Bahsettikleri “kast” siyasilerin, medyanın ve bankaların çürümüş ilişkilerini temsil etmekle birlikte çok daha geniş ve derin bir yapıya sahip olan neoliberal kapitalist sistemin İspanya’daki sadece en görünür unsuru. Ayrıca, yolsuzluk odaklı bir söylem ne Marksist, ne de radikal; dolayısıyla da kapitalizme karşı ciddi bir alternatif yaratmaktan da yoksun.
Bir diğer sorun da Podemos’un ekonomik programının zamanla daha yumuşamış ve geleneksel sosyal demokrat çizgiye oturmuş olması. Euro Bölgesi’nin yapısını, kurumlarını ve amaçlarını yeniden düzenlemek; yasal çalışma süresini haftada 35 saate indirmek; tüm ailelere minimum gelir güvencesi sağlamak; kemer sıkma politikalarını tekrar gözden geçirmek ve kamu borcunun vatandaşlar tarafından teftiş edilmesini sağlamak Podemos’un önerilerinden bazıları. Aslında PSOE de benzer politikaları savunmakta, ama Podemos’un PSOE’den çok Yunanistan’daki Syriza’ya benzediği de bir gerçek. Hem Podemos, hem Syriza düzen karşıtı ve kemer sıkma politikalarına muhalif partiler olarak biliniyor. Zaten Tsipras ve İglesias açıkça birbirlerini destekliyorlar. Podemos da Syriza gibi son yıllarda halk tabanından yükselen radikalleşmenin bir yansıması. Nitekim hem İspanya hem Yunanistan son yıllarda derin ekonomik kriz, rekor düzeyde işsizlik ve bunlara çözüm diye dayatılan can yakıcı kemer sıkma politikaları ile boğuşmakta. Ancak aynı zamanda yukarıdan gelen bir baskıya da maruz kalmaktalar. İktidara gelme olasılıkları arttıkça uluslararası sermaye gruplarının içerideki ve dışarıdaki uzantıları tarafından “sermaye grevi” dediğimiz, sermayedarların yatırım yapmayarak neoliberal kurallara uymayan hükümetleri cezalandırması olasılığıyla tehdit ediliyorlar. Bunun karşısında iki parti de söylemini yumuşatmak zorunda kaldı. Aslında AB kurumlarına karşı sert bir mücadele veren Syriza’ya karşılık Podemos daha çok iç sorunlara odaklandığı için AB konusunda zaten daha ılımlı bir tutuma sahip. Syriza Yunanistan’ın içinde bulunduğu krizden dış çevreleri, yani Troyka’yı (IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu) sorumlu tutarken, Podemos İspanya’daki krizin sorumlusu olarak içerideki siyasi elitleri gösteriyor. Dolayısıyla Podemos AB üyeliğinden ya da Euro Bölgesi’nden çıkma konularını hiç gündeme getirmeyip sadece reformlardan bahsediyor. Buna karşın iki partinin arasında bir bağ olduğu ve birbirlerini tetikledikleri de bir gerçek.
***
İspanya’da Franco’dan sonra yapılan ilk seçimlerden beri istikrarlı bir iki parti sistemi mevcuttu. Bugün İspanya halkının büyük bir kısmı artık ülkenin siyasetine asırlardır egemen olan iki büyük partinin (PP ve PSOE) kendi çıkarlarını temsil etmediğine inanıyor. Nitekim seçim sonuçlarına göre 350 sandalyeli parlamentoda PP 123, PSOE 90, Podemos 69, ve yine yeni bir parti olan ılımlı sağ Ciudadanos (Vatandaşlar) partisi 40 milletvekilliği kazanmış bulunuyor. Açıkça görülüyor ki bugün İspanya’da tek parti iktidarı mümkün değil ve artık iki partili siyasi düzen de sona ermiş bulunuyor. Bu sonuçlar istikrarlı bir hükümet kurulmasını da imkânsız hâle getiriyor.
Podemos seçim öncesinde olası bir PP hükümetine kesinlikle destek olmayacağını ve PSOE’ye de hükümet ortağı olmayacağını defalarca ifade etmişti. Ancak yeni seçim yasası, Katalonya’nın bağımsızlığı için referandum ve sosyal hakların korunması konularını kapsayacak bir anayasal reform karşılığında PSOE’ye dışarıdan destek verebilir. PSOE de bir PP hükümetine kesinlikle destek vermeyeceğini açıklamıştı. Bir PP ve Ciudadanos ittifağı hükümet kurmak için yeterli çoğunluk sağlamayacağı için en büyük olasılık PSOE ve Podemos’un bir ittifak kurması gibi görünüyor. Partilerin önünde iki aylık bir pazarlık süresi var. Bu süre içinde bir hükümet formülünde anlaşamazlarsa yeniden seçim yapılması gerekiyor.
***
Asırlardır uygulanan neoliberal rejim ve son yıllarda uygulanan kemer sıkma politikaları yalnızca İspanya’da değil, tüm Avrupa’da siyasi kutuplaşmaya ve parçalanmışlığa yol açmakta. Bu koşullarda eski endüstriyel demokrasi ve refah devleti politikalarının sağladığı güvencelerden yoksun kalan milyonlarca çalışan ve özellikle de gençler geleneksel siyasi düzenden yabancılaşmakta. Bunu hem seçime katılım oranlarının, hem de parti üyesi sayılarının önemli derecede düşmüş olmasından anlamak mümkün. Küresel kriz başladığından beri Avrupa’daki bu siyasi kriz daha da büyüdü. Neoliberalizmin yarattığı yeni koşullar altında, eski sistemin üretmiş olduğu partiler halkların taleplerini karşılayamıyor ve karşılayamadıkça da kurulu siyasi düzenler çatırdıyor. Bu yaşanan aslında ciddi bir geçiş süreci. Bir on yıl sonra büyük olasılıkla çoğu Avrupa ülkesinde siyasi yapının oldukça değişmiş olduğunu göreceğiz, ama ortaya çıkacak yeni yapıyı şimdiden tahmin etmek zor.
İktidardaki sınıflar için bu tehlikeli bir an, çünkü ibre değişim isteyen radikal güçlerden yana. Bu gidişat çalışan sınıfları temsil ettiğini iddia eden ve kapitalizme karşı bir alternatif oluşturmaya çalışan radikal sol hareketler ve partiler için eşi bulunmaz fırsatlar yaratabilir. Bununla birlikte krize otoriter çözümler öneren ırkçı ve milliyetçi sağ güçler için de aynı fırsat penceresi açılmış durumda. Nitekim değişim ve yenilik istemi sadece sol eksenden gelmiyor. Şu anda yükselmekte olan başkaldırı hem aşırı sola, hem de aşırı sağa kaymalara neden olmakta. İspanya seçimlerinden iki hafta önce yapılan Fransa yerel seçimlerinin galibinin faşist Milli Cephe (Front National) olduğunu ve pek çok diğer Avrupa ülkesinde de benzer partilerin (Danimarka’da Dansk Folkeparti ya da İngiltere’de UKIP gibi) yükselişte olduğunu düşünürsek, Podemos’un İspanya seçimlerindeki başarısı karşısında fazla iyimser olamayız. İktidara gelmeyi başarabilen sol partilerin çok dikkatli davranması, tabi ki yolsuzlukların üzerine gitmesi ama daha önemlisi gerçekten alternatif politikalar üretmesi ve ister reformist, ister devrimci olsunlar halklarını ne Troyka’ya, ne de diğer sermaye yanlısı güçlere ezdirmemeleri gerekir. Sol partiler hükümette hayal kırıklığı yarattığı takdirde, bir dahaki seçimlerde ibre mutlaka aksi yöne kayacaktır. Ancak günümüzün koşullarında sol iktidar olsa dahi umutlu olmak zor. İster İspanya’da olsun, ister diğer ülkelerde, sol bir hükümet medya, devlet aygıtı ve büyük sermayenin ağır baskısı altında kalmaya mahkûm. Sol hükümetlerin kapitalist sistemin devamını savunan bu “seçilmemiş” üç gücü kontrol etmesi mümkün değil. Bu üç güç mutlaka sermayenin çıkarlarını tehdit edecek her alternatifi alaşağı etmek için uğraşacak. Ve bu tehdit karşısında sol iktidarların çoğunun savunma mekanizması radikalizmden uzaklaşıp merkeze kaymak olacak.