1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. İsrail’in Öteki’si, Filistin’in bitmeyen İntifadası ve Gazze’nin anlattıkları ...
İsrail’in Öteki’si, Filistin’in bitmeyen İntifadası ve Gazze’nin anlattıkları ...

İsrail’in Öteki’si, Filistin’in bitmeyen İntifadası ve Gazze’nin anlattıkları ...

İsrail’in Öteki’si, Filistin’in bitmeyen İntifadası ve Gazze’nin anlattıkları ...

A+A-

Nur Köprülü
[email protected]

veya

İsrail’in Öteki’si: Filistin’in bitmeyen İntifadası

Son yıllarda Arap ayaklanmalarının ve bölgedeki mezhepsel ayrışmaların bir nev-i gölgesinde kalan ve İsrail’in Gazze’ye saldırısı ile bir anda dünya gündeminin temel konusu haline gelen Filistin-İsrail Uyuşmazlığı, Ortadoğu coğrafyasının ‘ana’ sorunudur. Bu uyuşmazlığın, Hamas ve İsrail arasındaki gerilimin bölgesel koşullar gereği zaman zaman artması ve  İsrail’in Gazze’ye saldırısı ile dünya gündemine taşınmakta olması, meselenin çözümsüzlüğüne ışık tutmakta... Zira yakın zamanda Gazze’de yaşanan gelişmeler – keza 2002’de Ramallah’ın (Batı Şeria) abluka altına alınması – sadece Filistin’in Gazze Şeridi’ne indirgenemeyecek kadar derin ve de bölgesel ve küresel dinamiklerin şekillendirdiği ve şekil değiştiği bir hal almıştır.

İsrail’in gettolaştırdığı ve hatta İşçi Partisi lideri ve eski başbakanlardan Ehud Barak’ın ‘tankla girmek istediği’, 1993’te Oslo’da FKÖ ile el sıkışan İshak Rabin’in dahi ‘umarım bir gün uyandığımda Gazze’yi denizin dibinde görürüm’ dediği bu küçücük toprak parçası, İsrailli yetkililerinin tarihsel olarak güvenlik politikalarının minek taşını oluşturmakta.  İsrail resmi politikasında bunu açıkça dillendirmese de, Gazze’nin Mısır’a bağlanmasını, Batı Şeria’nın da Ürdün’e dahil edilmesini yeğlemiştir. Zira esasen mesele ‘Filistin’ devletinin İsrail devleti için her zaman bir tehdit algısı yarattığı, ve daha açık söylecek olursak, Filistin sorunun varlığı tarihsel olarak İsrail’in varlık nedeni olmuş; ve farklı ülkelerden ve arkaplanlardan gelen Yahudi halkının gözünde ulusal birliği sağlamakta bir meşruiyet kaynağı olmuştur. 

Bu noktada, Gazze neyi temsil etmekte, Batı Şeria ile ilişkisi nasıl okunmalı sorularına yanıt ararken,  Filistin’in tarihine kısaca bakmakta yarar var.

Bugünün ‘iki parçalı’ Filistin’i; Gazze Şeridi ve Batı Şeria

1948-1949 Arap-İsrail Savaşı, bugünkü Filistin-İsrail çatışmasının yakın geçmişteki dönüm noktasını teşkil etmektedir. Birinci Dünya Savaşı sırasında zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Sir James Balfour, dönemin Dünya Siyonist Örgütü Onursal Başkanı Lionel Rothschild’e gönderdiği deklarasyonda Yahudi halkına ‘Filistin’de ulusal yurt vaad etmiş’ ve bu gelişme üzerine Savaş Sonrasında İngiliz manda yönetimine verilen Filistin’e Yahudi halkının göç süreci başlamıştır.   Göçlerin artması ve Filistin nüfus yapısının değişim göstermesi, İngiltere’nin 1939’da Filistin’e bağımsızlık verilmesi yönünde bir yaklaşım sergilemesine neden olmuş olsa da, bağımsız Filistin’i kimin veya hangi halkların yöneteceğine ilişkin net bir tavır ve politika ortaya konulmamıştır. Bu çerçevede, mesele 1947 yılında 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan Birleşmiş Milletler’e havale edilmiş, bu kapsamda BM iki öneri hazırlamıştır. Birinci öneri çoğunluk planı olarak bilinmekte ve Filistin’in taksim edilmesini tavsiye etmekte; ikinci plan ise Filistin’de Filistinli Araplar ve Yahudilerin kuracağı bir federal devleti öneren azınlık planı idi. Bu çerçevede, Yahudiler taksim planına destek veriken; Filistinli Araplar ise federal çözümden yana bir tavır sergilemiştir. Taksim önerisinin BM’de çoğunluk planı olarak kabul edilmesinin ardından David Ben Gurion İsrail Devletinin kurulduğunu ilan etmesinin hemen ardından Arap ülkelerinin de dahil olması ile Birinci Arap-İsrail Savaşı başlar.
Savaşın bittiği 1949 yılında Orta Doğu’nun siyasi coğrafyası değişmiş, Filistinli mülteciler birçok Arap ülkelerine göç etmek durumunda kalmıştır. Filistin topraklarının %77’lik bir bölümü İsrail devletinin kontrolüne geçerken; Ürdün Nehrinin Batı yakasında kalan ve Batı Şeria olarak bilinen toprak parçası Ürdün Krallığı tarafından ilhak 1950 yılında edilmiştir. Bu çerçevede Ürdün, Filistinli göçmenlere vatandaşlık veren tek Arap ülkesi olmuştur.  Savaş sonrasında Gazze Şeridi de Mısır tarafından kontrol edilmeye başlanmıştır. Ancak 1967’deki Arap-İsrail Savaşında İsrail 6 günde Filistin toprakları olan Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne ek olarak, Suriye’ye ait Golan Tepelerini ve Mısır’ın Sina Yarımadasını işgal eder. Bu Savaş Arap ülkelerini biraraya getirmiş ve Arap Birliği Hartum Zirvesinde İsrail ile barış, anlaşma ve ilişki kurulmayacağını deklare etmiştir. Bu gelişmelere ek olarak, Filistin Kurtuluş Örgütü 1974 Rabat Zirvesinde Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak ilk kez kabul edilir. Böylece, Arap devletleri de Filistin konusunda ortak bir tavır sergileyerek, Filistinli Arapların bağımsızlık mücadelelerine bir nev-i desteklemiştir.

Özelde Nasır döneminde Arabizm’in ev sahipliğini yapan Mısır şaşırtıcı sayılacak bir şekilde 1979 yılında İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi olur. Buna mukabil, Ürdün 1988 yılına dek Batı Şeria’ya ilişkin iddialarından vazgeçmez ancak; dönemin Ürdün Kralı Hüseyin, İsrail’deki Likud Partisi’nin ‘Ürdün aslında Filistin’dir retoriğini biraz da zayıflatmak amacı ile Ürdün’ün Batı Yakası’ndan (yani Batı Şeria topraklarından) vazgeçtiğini 1988’de açıklayarak, Filistin meselesine 2 devletli – Filistin ve İsrail – çözüm yaklaşımını ortaya koyar. Bu gelişmeler ışığında, Filistin bağımsızlık mücadelesi yeni bir döneme girerek FKÖ lideri Yaser Arafat 1988’de Filistin devletinin kurulduğunu açıklar.

Soğuk Savaşın bitmesi ve ABD’nin bu soruna çözüm bulma çabaları kapsamında başlattığı barış görüşmeler sonucunda, 1993 yılında İsrail ve El-Fetih’in (FKÖ’nün çekirdek kuruluşu) Oslo’da imzaladıkları İlkeler Bildirgesi ile karşılıklı olarak birbirlerini tanımışlar ve tarihte ilk kez meselenin çözümü için bu denli büyük bir adım atılmış olur. Anlaşmaya göre, ileride kurulacak Filistin devetinin topraklarının Gazze ve Batı Şeria olacağı konusuna mutabakata varılmıştır. Ancak barış anlaşmasına imza koyan İsrail başbakanı İshak Rabin’in bir suikast sonucu öldürülmesi ve ardından bir süre sonra Likud Partisi lideri Benjamin Netanyahu’nun ikitdara gelmesi ile Oslo Süreci sekteye uğramış ve İsrail Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim yerlerinin inşasına devam etmiştir. Tüm bu gelişmeler barış sürecine ket vururken aynı zamanda el-Fetih’in müzakere yolu ile çözüm arayışı yaklaşımı Filistinliler tarafından sorgulanmaya başlanmış ve ideolojik farklılığı ile birinci Filistin intifadası (ayaklanması) ile dikkat çeken Hamas’ın Filistin konusunda önemli bir aktör olarak meseleye dahil olmasının yolunu açmıştır.

İsrail’in Gazze Politikası ve ‘Öteki’

2005 yılında Başbakan Ariel Şaron Gazze’den tek taraflı çekileceğini açıklamış ve ardından 2006 yılında yapılan parlamento seçimleri sonucunda Hamas (Müslüman Kardeşlerin Filistin kolu) oyların çoğunluğunu alarak Gazze’de yönetime gelmiştir. Hamas’ın zaferi ve Hamas lideri Halit Meşal’in ‘İsrail’i tanımayacağız açıklaması’ Filistin’i ikiye bölerken, aynı zamanda İsrail’in Gazze’yi abluka alma girişimlerine neden olmuştur.

Seküler kimliğe sahip El-Fetih ve Hamas arasındaki gerek ideolojik gerekse Filistin meselesinin çözümüne yönelik fikir ayrılıkları bir yana, Batılı ülkeler (özelde ABD’nin) Soğuk Savaş yıllarında terorist olarak ifade ettiği ancak Olso sürecinden bu yana Filistin uyuşmazlığında taraf olarak Batı Şeria/ Ramallah’taki El-Fetih’e yani FKÖ’ye destek vermektedir. Bu yaklaşım 2006 yılında seçimle iş başına gelen Hamas’ın çözüm sürecine dahil edilmemesine ve Gazze’nin giderek gettolaşmasına neden olmuştur. Geçtiğimiz haftalarda İsrail’in Yahudi yerleşim yerlerine yönelik yapılan saldırıdan Hamas’ı sorumlu tutumasının ardından Gazze’ye yönelik askeri güç kullanımına gitmesi de işte tam da bu gettolaştırma politikasının bir tezahhürüdür. Zira 2007 yılından bu yana Hamas ve El-Fetih arasındaki uyuşmazlığın bir birlik hükümeti ile Nisan ayında son bulması, Hamas lideri İsmail Haniye tarafından, “Son gelişmeler, tarafların daha fazla ayrı hareket etmesine müsaade etmiyor. Bu bölünmeyi tek devlet, tek siyasi gündem ve tek sistem için bitiriyoruz. Bu kez diyaloğun başarısız olma şansı yok” şeklinde yorumlanırken; ortak hükümet İsrail’den şu açıklama ile karşlılık bulmuştur; “Fetih Hareketi Başkanı Mahmud Abbas artık karar vermeli, Hamas ile uzlaşmak mı yoksa İsrail ile barış mı? Çünkü bu ikisinin bir arada olması imkansız.”

Bu çerçevede, İsrail’in Gazze’yi  havadan, denizden ve son olarak karadan kuşatması, son 6 yıldaki üçüncü abluka olmakla birlikte, İsrail’in Filistin’i bölerek yönetme politikasının bir yansıması olarak okunması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Buna ek olarak, değişen bölgesel denklem de İsrail’in söz konusu sert yaklaşımına ortam hazırlamıştır. 2011’den bu yana başlayan Arap ayaklanmalarının ardından İslami hareketin seçimle meşru yollardan  yönetime gelme ihtimali ve tarihte ilk kez Müslüman Kardeşlerin iktidara geldiği Mısır’da Batılı ülkelerin de desteği ile Mursi’nin devrilmesi (Mısır’daki Müslüman Kardeşler Cemaatı ve Hamas arasındaki ideolojik ve tarihsel bağı da düşünerek); Suriye ve Irak’taki mezhepsel uyuşmazlıklar ve ayrışmalar İsrail’in askeri güç kullanma konusundaki cesaretini artırmıştır. Tüm bu gelişmelere ek olarak, İran ve ABD arasında artan diyalog çabaları da İsrail’in bölgesel dinamiklerin değişeceğine ilişkin tehdit algısını artırmış, ve içte siyasal ve ulusal birliği de sağlamak adına Gazze’ye yönelik güvenlik algısını harekete geçirmiştir.  Zira İsrail’deki nüfus yapısı tarihsel olarak aldığı göçler ve varolan ideolojik ve dinsel farklılılardan ötürü ayrışan görüşler ve guruplar barındıran bir toplumdur. Bu farklılıkların ‘Filistin olarak tanımlanagelmiş’ öteki ile zayıflatılması İsrail hükümetlerinin değiş(e)meyen yaklaşımı haline gelmiştir.

Geçen hafta Gaile’deki yazısında Mertkan Hamit; “Batı'daki egemen anlayışın oluşmasında kolonyal tarihsel bellek önemli bir yer tutar. Bu noktada Filistin meselesine yönelik batılı devletlerin tutumları sadece konjektürel değildir. Batı'nın Filistin'i anlayamamasının sebebi ... modernitenin kendi çelişkilerinde de aranmalıdır ... Hala daha batı-merkezci bir biçimde kolonyal bir gözle bölgeye yaklaşmaktadır. Maalesef, Batı, İslamafobi ile bezenmiş Orta Doğu algısından kurtulmadan ve ikilemler yerine çokluğun kapsayıcı niteliğini benimsemeden,  Filistin meselesi ile ilgili, enerji güvenliği ve kar güdüsünün ötesine geçecek bir tutum sergileyemeyecektir”  diyerek, Arap-İsrail meselesinin çözümsüzlüğündeki egemen Batı algısına ve anlayışına vurgu yaparak, aslında bölgenin en kilit sorunu olan bu meselenin çözümüne yönelik tek taraflı değil, çok taraflı bir politika eksikliğinin kaynağına değinmiştir. Diğer bir ifade ile, Ortadoğu’nun Şarkiyatçı bir anlayışı ile tanımlanageliyor olması bu kilit meselenin çözümsüzlüğü ile yakından ilişkilidir. Zira bölgede demokratikleşme ve insan hakları gibi hususlar Filistin meselesinin çözümsüzlüğü ve mezhepsel ayrışmaların getirdiği bir sorunsal olarak tanımlanmakta ve bu coğrafyanın ve insanının istisnai (eşi benzeri olmayan) bir yaklaşım ile okunmasına ve ‘İslam ve demokrasinin’ veya demokrasinin bu topraklar ile bağdaşmadığı algısını işte bu Batı-merkezli egemen bakış  açısı her çatışma ve ayrışma neticesinde her gün yeniden üretmektedir.

Filistin-İsrail Meselesi sadece Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinliler için değil; bölgedeki Arap devletlerinde yaşayan Filistinlileri de kapsayan bir meseledir. Filistinli mültecilerin, Filistin topraklarına geri dönüş hakkının olup olmayacağı söz konusu uyuşmazlığın en temel konularından birini teşkil etmektedir. Bugün milyonlarca Filistinli, mülteci kamplarında hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Diğer bir deyişle, Arap-İsrail meselesinin çözümü meseleye müdahil tüm tarafların dahil edileceği bir irade ve yaklaşım ile çözümlenebilecektir. Tek taraflı ve kolonyal bir anlayış meseleyi derinleştirmekte ve İsrailli yazar Ilan Pappé’nin dediği gibi İsrail’in bölgenin demokrasi ile yönetilen devletleri arasında değil ‘ırkçı bir apartheid devlet olmayı tercih’ etmesine neden olmaktadır.

Not: Bu yazı Filistin sorununu ve İsrail’in devlet politikasını irdelenmeye çalışmış; anti-semitizm’i yeniden üretecek bir gaile ile kaleme alınmamıştır.

   Mete Çubukçu, “İşgal varsa direniş vardır”, http://www.diken.com.tr/agora/isgal-varsa-direnis-vardir/
  David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, Epsilon yayınları, 2004.
  http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26282099.asp
  Ayşe Karabat, “İsrail’in amacı ne?”, http://www.aljazeera.com.tr/haber-analiz/israilin-amaci-ne
  Mertkan Hamit, “Batı neden Filistin’i anlayamaz”, https://www.yeniduzen.com/Ekler/gaile/276/bati-neden-filistin-i-anlayamaz/1639
  http://www.democracynow.org/2014/7/28/professor_ilan_pappe_israel_has_chosen

Bu haber toplam 2280 defa okunmuştur
Gaile 277. Sayısı

Gaile 277. Sayısı