1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. İstanbul Kitap Fuarı’ndan Arda Kalanlar
İstanbul Kitap Fuarı’ndan Arda Kalanlar

İstanbul Kitap Fuarı’ndan Arda Kalanlar

İstanbul Kitap Fuarı’ndan Arda Kalanlar

A+A-

 

Simge Çerkezoğlu

33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ve 24. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı  geçtiğimiz hafta boyunca  kapılarını sanat ve kitap severlere açtı.
İstanbul Beylikdüzü’nde bulunan TÜYAP fuar merkezinde gerçekleştirilen Fuar, Türkiye’nin en büyük kitap fuarı olma özelliğini de taşıyor. Bazı Kıbrıslı Türk yazarların da yer aldığı fuarda geçirdiğim iki günde pek çok yazarla tanışma ve sohbet fırsatı yakaladım. Gerek edebiyat gerekse de Türk Sineması temalarında düzenlenen paneller ise benim için tam anlamıyla bulunmaz bir fırsattı.

Fuarda Türkiye ve yurt dışından 850 yayınevi ve farklı sivil toplum kuruluşları katılırken bir haftada toplamda 270 etkinlik yapıldı.

Kitap fuarına eş zamanlı olarak açılan Uluslar arası İstanbul Sanat Fuarı ise keyfime keyif kattı. Pek çok Türk ve yabancı sanatçının eserlerinin yer aldığı sergiler yanında Türk Sineması’nın 100. yılı nedeniyle de özel sunumlar yapıldı. 
Özellikle ilgimi çeken“Kitaptan Beyaz Perdeye” sergisinde edebiyattan sinemaya uyarlanan eserler, sinema afişleri ve belgeler bende değişik bir nostalji duygusu uyandırdı. Gerek hafta sonuna denk gelmesi gerekse de açılış nedeniyle fuara yoğun ilgi vardı. Ancak gelenlerinin ne kadarının kitap ve yazar bilinciyle orada olduğu elbette tartışılmaya açık bir konu olarak zihnimin bir köşesinde kaldı. Fuar boyunca tanıştığım ve ilginizi çekebileceğini düşündüğüm yazarlardan edindiğim deneyimleri Adres Kıbrıs okuyucuları ile de paylaşmak istedim. Hepsine tek soru sordum ama tam doğru noktaya dikkat çektiğime inandım.    

BEŞ YAZAR, BEŞ SORU, BEŞ CEVAP

MARİO LEVİ (MADALYONUN İKİ YÜZÜ)

Mario Levi Türkiye’nin önde gelen roman ve öykü yazarlarından.  Yazarlığın mayasında insanın acıları vardır diyen Levi, İstanbul’un gayrimüslimlerinden birisi olarak bu acılardan hayli pay alan bir isim. Türkiye’de azınlık olmak üzerine çok kafa yoran ayrıca zaman zaman yapılan ötekileştirmelerden de etkilenen birisi. Tam da bu sebeple Mario Levi’ye Türkiye’deki azınlıkların içinde bulunduğu durumu sordum.

“Türkiye’de azınlık olarak hiç de iyi durumda değiliz. Bizleri zorlayıcı ortamlar giderek artıyor. Eskisinden daha az toleranslı bir ülkede yaşıyoruz. Hatta bu durumun biraz da ürkütücü olduğunu söyleyebiliriz. Madalyonun bir de olumlu yanı var tabii. En azından artık bu gibi konuları konuşabiliyoruz. Son on beş yıl öncesine kadar azınlıklar konusunu konuşamazdık. Hatta konuşmaya cesaret dahi edemezdik. Şimdi gerek televizyon gerekse de gazete röportajlarında bu konulara yer verebiliyoruz. Konuşuyoruz. Bu iyi bir başlangıç, sonuçta ortada olumsuz bir görüş varsa azınlıklarla ilgili ben bunun tamamen bilgisizlikten kaynaklandığına inanmaktayım. Örnek vermek gerekirse bir Yahudi’nin doğrudan doğruya İsrail ile özdeşleştirilmesi gibi. Bu bilgisizliktir, ben bir Türküm. Bu anlaşılmıyor ancak bize düşen bunları insanlarla konuşmak ve anlatmak. Gelecekten umutlu olmakla birlikte bugün için rahatsız edici bir ortam olduğunu söyleyebilirim.”

ARET VARTANYAN: KARMAŞIK BİR AİLENİN FERDİYİM

Aret Vartanyan genç bir yazar fakat yazı yazmaya çocuk yaşlarda başlayan bir isim. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirmesinin ardından Oxford Üniversitesi’nde teoloji eğitimi alıyor. Öncelikle neden din konusuna bu denli kafa yorduğunu ve din bilimleri üzerine bir eğitim aldığını soruyorum.

“Ben çok karmaşık bir aileden geliyorum. Ailemde Ermeni, Rum, Musevi, Rus, Türk hatta Ülkü Ocakları’na başkanlık eden kişiler dahi var. Tüm bu farklılıklara rağmen her zaman çok iyi ilişkilerimiz oldu. Bu denli karışık bir ailede doğmak bende zamanla dinleri araştırma merakı doğurdu. Zaten küçük yaştan bu yana hep niçin yaşıyoruz sorusunu soruyorum. Hala da sormaya devam ediyorum. Biraz da bunun için dinleri öğrenmek istedim. Fark ettim ki aslında bunun cevabını hiçbir zaman bulamayacağız. O yüzden asıl kafa yorulması gereken konunun gerçekten yaşıyor muyuz sorusu olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden böyle bir kitap kaleme aldım ve tam da bu yüzden yıllardır kişisel dönüşüm danışmanlığı yapıyorum. Hepimiz günahlarımız, sevaplarımız eksiklerimiz, artılarımız hatta karanlık noktalarımızla varız. Önemli olan kendimiz olmak ve son nefeste iyi ki yaşadım diyebileceğimiz bir hayat inşa etmek”
 

Aret’in Kıbrıs’ta yakın takipçileri ve ciddi bir okuyucu kitlesi var. Dolayısı ile kısa sohbetimizde Kıbrıslı okurlarına da mesaj veriyor. Yakında Kıbrıs’a geleceğini müjdeliyor. “Kıbrıs benim için bir aşk. Benim ve çalışmalarım için adeta kale görevi görüyor. Sıklıkla geliyorum. Yakında yine orada olacağım. Aralık ayı için bir projem var. Kıbrıslılara vermek istediğim en önemli mesaj kimliklerine sahip çıksınlar. Her zaman kendileri gibi olmaya devam etsinler. Arada kalma sıkıntısından kurtulsunlar. Sizler kendinizi çok güzel ifade edebilen insanlarsınız. Yeter ki arada kalmayın. Sizi arada bırakmalarına izin vermeyin.”


CÜNEYT ÖZDEMİR: UMUDUMU YİTİRMİYORUM

Cüneyt Özdemir, hepimizin aşina olduğu bir isim, Mehmet Ali Birand’ın öğrencilerinden… Gazeteci ve program yapımcısı. O da TÜYAP kitap fuarında yeni kitabı ile yer alan isimler arasındaydı. Fuarda yoğun bir okuyucu kitlesi ile buluşan Özdemir’in keyfi hayli yerinde görünüyordu. Hem benimle şakalaştı, hem de hayata ve Kıbrıs’a ilişkin izlenimlerini paylaştı. 

Son kitabı “Eğlencesini Yitiren Ülke”den sonra Özdemir’e sorulabilecek tek soru vardı aklımda. Acaba Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyordu? Aldığım cevap hayli şaşırtıcıydı. İfademi yüzümden okudu. Bana göre cevap yeterince gerçekçi değildi, ona göre ise ben çok umutsuzdum. Çok güldük ve O, neden umudumuzu yitirmememiz gerektiğini anlattı.

“Türkiye’nin geleceğini çok iyi görüyorum. Eğlencesini Yitiren Ülke diye bir kitap yazmış olsam da Türkiye’nin umudunu kaybetmediği kanısındayım. Ben de kaybetmedim. Sonuçta demokrasimiz var, ekonomimiz fena değil. Seçimler yapıyoruz. Sandığa gidiyoruz. Siz daha karamsar cevaplar bekliyordunuz biliyorum ama sen umudunu hiç yitirme. Ben yitirmiyorum.”

Kıbrıs’ta ailesi olduğu için sıklıkla geldiğini de söyleyen Özdemir, kitabında kaleme aldığı Kıprıs Kıprıslılarındır! yazısıyla da Kıbrıslıların sesine her zaman kulak verdiğini söylüyor. Hatta Şeyh Nazım’dan falcı Elmas’a kadar Kıbrıs’a dair çok şey bildiğini de sözlerine ekliyor.

AHMET ÜMİT: SANSÜR 80’LERDEN DAHA İLERİDE

Ahmet Ümit, kuşkusuz Türkiye’nin en iyi polisiye romancısı… Özellikle 1996 yılında kaleme aldığı ‘Sis ve Gece’ romanıyla bu alanda adeta zirveye ulaştı ve eser ilk Türk polisiye roman olma özelliğini de kazandı. Zamanla sadece polisiye yazmaktan öte tarih bilgisi ile polisiye hikayeleri harmanlayan Ümit, geniş kitlelere ulaşmayı başardı. Özellikle İstanbul Hatırası, Beyoğlu Rapsodisi ve Babı- Esrar kitapları tarih öğretmenleri tarafından okullarda öğrencilere tavsiye edilen kitaplar listesine alındı. Ancak içinde barındırdığı iddia edilen pornografik öğeler nedeni ile son zamanlarda bu kitaplar okunması uygunsuz eserler arasına alındı. Bu tartışmalarla gündeme gelen Ümit’e ben de edebiyatta sansürü sordum.

“Yazdığım cinayet sahneleri insanları rahatsız etmiyor ama sevişme sahneleri pornografik olarak algılanıyor. Oysa Edebiyat özgür bırakılmalı. Cumhuriyet dönemi boyunca farklı ideolojilerdeki edebi eserler her zaman kontrol altında tutuldu. Ben kitaplarımın defalarca farklı kurullardan geçtiğine şahitlik ettim. Günümüz Türkiye’sinde ise artık sansür 1980’li yıllardan bile daha ileride. Evet, belki kimseyi gözaltına alıp doksan gün işkence yapmıyorlar ama yazın dünyasından, sinemaya kadar sanatın her alanına müdahale ediyorlar. Ancak edebiyata özgürlük getirmek sadece biz yazarların çabası ve söylemi ile olmaz. Okurlar da bunun için mücadele etmeli, bunu devletten istemesi gerek. Nasıl Gezi Parkı’ndaki ağaçlarına sahip çıktılarsa, edebiyata da o şekilde sahip çıkmalılar diye düşünmekteyim. ”

KÜÇÜK İSKENDER: BİRÇOK SÖZCÜK ANLAMINI YİTİRDİ

Küçük İskender mahlasıyla tanınan Derman İskender Över kaleme aldığı onlarca şiirin yanında romanları, derleme ve incelemeleri ile okurları tarafından daima ilgiyle takip edilen bir yazar. Şahsına münhasır halleri ile kısa sürede etrafındaki herkesi etkilerken bugün Türkiye’nin önde gelen genç şairlerinden biri olarak anılıyor. İskender’e ozan olabilmenin ne ifade ettiğini sordum. Şiir gibi bir cevap aldım.
 

“Günümüz Türkiye’sinde birçok sözcük anlamını kaybetti. Çarpık anlamlara sokuldu. Derken özgürlük, istediğini yapmaya dönüştü. Ozan sözcüğü ise bunca karmaşa içerisinde tamamen unutturuldu. Oysa ozan olmak insana sevgi, saygı duymak, aşkın militanı olmak demektir. Yazmak ama aşktan her türlü aşktan cesaret alarak yazmak demektir. Ben, tüm bu kavramların anlamını sevgili hocam şair Ataol Behramoğlu’ndan öğrenen bir öğrenciyim. Onu da buradan selamlıyorum”

Bu haber toplam 1303 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 186. Sayısı

Adres Kıbrıs 186. Sayısı