İstanbul'da Buluşan İnternet Forumu'nun düşündürdükleri
İstanbul'da Buluşan İnternet Forumu'nun düşündürdükleri
Eylem Yanardağoğlu
Email: [email protected]
Bu hafta İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği himayesinde düzenlenen ve küresel anlamda İnternet'in ne tür ilkeler, standartlar ve politikalar ışığında yönetilmesi gerektiğinin tartışıldığı en büyük toplantıya, IGF_ Internet Governance Forum ( İnternet Yönetişim Forumu) ev sahipliği yapıyor.
Küresel olarak ağ biçiminde birbirine bağlanmış bilgisayarların oluşturduğu İnternet aslında hiçbir şirket, devlet veya kuruluş tarafından yönetilmiyor. Ama İnternet ortamının politikalarını belirlemek ve kendi öngördükleri ilke ve tanımlara göre yönetilmesi için pek çok aktör- devletler, sivil toplum kuruluşları, uluslararası organizasyonlar, bireyler, şirketler, aktivistler, vb. pek çok paydaş- küresel ve ulusal platformlarda sürekli bir mücadele içinde bulunuyorlar. İşte bu forum ve benzerleri 2000'li yılların başından beri İnternet'in geleceğini şekillendirmek için bir mücadele ve müzakere alanı olarak işliyor.
Türkiye İstatistik Kurumu' nun 2013 yılı “Hanelerde Bilişim Teknolojileri Kullanımı” anketinin verilerine göre, Türkiye’de 16-74 yaş gurubu nüfus yaklaşık 54 milyon kişiden oluşmakta. Bu grubun neredeyse yarısı hanede bilgisayar kullanıyor ve İnternet erişimine sahip. Nüfusu 77 milyonu aşan Türkiye'de İnternet abone sayısı 35 milyonun üstündeyken, İnternet kullanıcılarının neredeyse %90'ı "Facebook" sosyal paylaşım platformu üyeliğiyle Türkiye'yi bu platformun dünyada en çok kullanıldığı dördüncü ülke konumuna getiriyor.
Bu verileri değerlendirince, telekomünikasyon, mobil ağlar ve teknolojilerin kullanımıyla ümit vaad eden, hatta pazarlama açısından "iştah açan" bir ekonomi olarak Türkiye'nin İnternet forumuna ev sahipliği yapması son derece doğal görünüyor. Ancak, Türkiye medyasını yakından takip edenler özellikle son iki yıldır basın ve ifade özgürlüğü kriterleri açısından yaşanan gerilemeyle birlikte Türkiye'nin neredeyse 1990'lı yıllardaki performansını yakaladığını , geleneksel medyanın üzerindeki baskıların artık çevrimiçi medya ve araçlar üzerinde de hissedildiğini gözlemleyebiliyor.
1 Mayıs 2014 tarihinde yayınlanan , merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan bir düşünce kuruluşu olan Freedom House raporunda Türkiye 15 yıl sonra yeniden "özgür olmayan" ülkeler arasına girerek, 197 ülkelik sıralamada 134. sırada yer almıştı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de 2013 raporunda, basın özgürlüğünü engelleyen başlıca ciddi sorunlar olarak Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu gibi hukuki engelleri, çalışma mevzuatını ve medyanın yapılanmasıyla ilgili sorunları ele alıyordu. Cemiyet, “en önemli olumsuzluk” ve “yapısal sorun” olarak, anaakım medyanın ticari işleyişinden- hem siyasal hem de sermaye gruplarından gelen müdahalelere karşı koyamamasından-- kaynaklanan bağımsızlık sorununa işaret ediyordu.
Yakın dönem akademik analizler, Türkiye’de “en büyük siyasi aktör olarak devletin medya üzerindeki güçlü kontrolü”nü ve siyasetle kitle iletişim araçları (medya) arasındaki “siyasi paralelliği” tarihi bir vaka olarak tespit ederken , ticari televizyonun siyasi paralelliği azaltmadığı dile getirilmekteydi (Kaya ve Çakmur, 2010: 521).
Bu dönemde akademik analizlerin akademinin koridorlarından çıkıp, somut olaylarla yurttaşların deneyimlerinin bir parçası haline gelebildiği nadir durumlardan biri yaşandı. Türkiye yakın tarihinin en büyük sivil itaatsizlik hareketi, İstanbul Taksim meydanı Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini protesto eden küçük bir çevreci grubun eylemine gelen büyük sivil destekle patlak verdi. 2013 Mayıs'ının son günlerinde “neredeyse bir halk hareketine dönüşen olaylarda, anaakım medya sınıfta kaldı. Sanki sözleşmiş gibi ‘suskunluk yemini’ eden medya…olayların 3-4 gününü neredeyse yok saydı” (İnceoğlu, 9 Haziran 2013, Radikal İki, s.3) Yurttaşlar böylece yıllardır akademik analizlerin, raporların, kitapların anlattığı medya- siyasal erk ilişkisinin dinamiklerine , hegemonyanın nasıl işlediğine, sansürün nasıl uygulandığına bizzat tanıklık ettiler.
Rakip futbol takımı taraftarları kadar bir araya gelmesi zor olan farklı grupları ortak eylemliliğe sevk eden Gezi Parkı direnişi daha fazla demokrasi ve özgürlük isteği adına toplumsal sinir uçlarının hareket geçtiğini gösterdi, temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması, siyasette daha fazla şeffaflık, demokrasi ve hesap verilebilirlik için ortaya konan taleplerde toplumsal bir oydaşma olduğu ortaya çıktı.
Gezi Parkı direnişi üç önemli noktaya daha işaret etti: Parktaki ağaçları korumak üzere başlayıp Türkiye genelinde bir direnişe dönüşen hareket, öncelikle son dönem AKP iktidarının anaakım medyayı ve iletişim özgürlüğünü kontrol altına almak için ne kadar ileri gidebileceğini, ikinci olarak anaakım medyanın bu kontrolü ne kadar içselleştirmiş olduğunu, son olarak da Türkiye’de sosyal medya ve bağımsız/vatandaş gazeteciliğin önemini ve gücünü gözler önüne sermiş oldu.
Gezi Parkı olaylarından beri, 15 aydır Türkiye'de sular hiç durulmadı. Ana akım medyaya alternatif haber mecrası olarak güçlenen İnternet medyası ve sosyal ağların denetimi ve kısıtlanması hükümetin birincil önceliklerinden biri haline geldi. İfade özgürlüğünün kullanılmasıyla ilgili en son önemli gelişme, 20 Mart 2014'te Twitter'ın 27 Mart'ta ise Youtube'ın kapatılmasıyla yaşandı. Anayasa Mahkemesi'ne yapılan bireysel başvuruların değerlendirilmesi üzerine Twitter'ın tamamen yasaklanmasının Anayasanın 26. maddesi uyarınca ifade özgürlüğüne aykırı olduğuna karar vermişti O zaman başbakanlık koltuğunda oturan yeni cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AYM'nin bu kararına "saygı duymadığını" ve "milli bulmadığını" ifade etmişti.
Türkiye’de yasal olarak İnternet 4 Mayıs 2007'de kabul edilen, ve tam adı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” olan 5651 sayılı kanun tarafından düzenlenmektedir. En son 26 Şubat 2014 tarihinde yapılan değişikliklerle İnternet erişiminin engellenme ve filtrelenmesi konusunda yeni kısıtlamalar getirdi.
Freedom House'un Türkiye'deki İnternet'i değerlendirdiği bir başka rapor bu hafta içinde İnternet Yönetişim Forumu vesilesiyle tanıtıldı. Rapor'a göre genç nüfusu ve İnternet ve bilgisayar kullanımı açısından gelişen kullanıcı sayısıyla önemli bir iletişim pazarı olan Türkiye ile İnternet'e filtre ve içerik kısıtlaması uygulamaya çalışan Türkiye'nin İnternet yönetişimi açısından çelişkili sinyaller verdiğini düşünen uzmanlar, bu sebeple Türkiye'nin İnternet ortamını bir "savaş alanı" olarak tanımladılar.
Gezi Parkı olayları sonrasında, on beş aydır, iletişim ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan cezai yöntemlerin artık geleneksel mecralardan "online/çevrimiçi" mecralara kaydığına dikkat çeken uzmanlar, devletin İnternet üzerinde artarak hissedilen kısıtlayıcı mevzuat ve uygulamalarının olası risklerine dikkat çektiler. Türkiye, "İnternet'te daha fazla kontrol ve gözetim" yolunda ilerlemeye devam ederse, genç nüfusu ve gelişen teknoloji ağlarıyla "dünyanın imreneceği" bir İnternet ortamına sahip olmak yerine "canlı" bir çevrimiçi ortamı söndürüp, kamusal alandaki çok sesliliğin gelişmesini engelleyecek.
Bu çok sesliliğin korunması ve sürdürülmesinin en önemli unsurlarından birini de Gezi sonrası ana akım medyaya olan güvenin kaybedilmesiyle, ortaya çıkan yurttaş medyası insiyatifleri oluşturuyor. Bu sebeple, www.dokuz8haber.com sitesi gibi İnternet ortamında gelişen yurttaş medyası bazlı yeni kanalların yaşamaya devam etmesi için, Türkiye'de İnternet'e ve medyaya dair düzenlemeleri uluslararası standartların çiğnenmediğinden emin olacak biçimde yakından takip etmek gerekiyor.
-------------------------------------------
http://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/255042--internet-abone-sayisi-34-milyonu-asti
http://www.bianet.org/bianet/medya/155388-turkiye-15-yil-sonra-yeniden-ozgur-degil
http://www.milliyet.com.tr/twitter-yasagi-kalkiyor-mu-/gundem/detay/1861721/default.htm
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140404_youtube_twitter.shtml