İşte Anastasiadis’in konuşması tam metin
Kıbrıslı Rum lider Nikos Anastasiadis’in konuşmasının Türkçe çeviri tam metnini Yenidüzen okurları ile paylaşıyoruz.
Bayanlar, Baylar
Her vatandaşı meşgul eden ve ülkemizin bugününü ama daha önemlisi yarınını ilgilendiren bazı düşüncelerim ile ilgili olarak halkı doğrudan bilgilendirme amacını güden davetiyemi kabul ettiğinizden teşekkür ederim.
Bazen kafa karıştıran bilimsel tahlillerden ve hukuki teorilerden kaçınarak anlaşılır bir dille konuşmaya çalışacağım.
Bilindiği gibi, 1977 yılının Şubat ayındanitibaren, Kıbrıs devletinin gelecekteki statüsünün iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyonda dönüşeceği acı ama tarihi bir uzlaşı kabul ettik.
O zamandan beri, altı selefim, Kıbrıslı Türklerin endişelerini görmezden gelmeden Kıbrıslı Rumların mantıklı beklentilerini de garanti altına alacak bir çözüme ulaşmaya yönelik durmak bilmeyen çaba harcamıştır. Bir: Güçlü bir merkezi hükümetle Devletin, halkın, ekonominin ve kurumların birliğini garanti altına alacak bir çözüm.
İki: Adanın tüm yasal sakinlerinin insan haklarına ve temel özgürlüklerine, yani dolaşım, ikamet, meslek icra etme ve mal edinme özgürlüklerine tam saygı.
Üç: Adil toprak düzenlemeler.
Dört ve son derece önemli: Kıbrıs’ın işgal ordusundan kurtulması.
Müzakerelerin sürdüğü on yıllar boyunca, Kıbrıs sorununda gerek talepkar gerekse gerçekçi olarak adlandırılan tüm düşünce ekollerinden gelen temsilciler seçildi. Her şeye rağmen, Türk tarafının iradesizliği ve uzlaşmazlığı sonucu olarak tüm çabalar başarısız kaldı.
Halkın, teklif edilen planı hükümlerinden sebep olan büyük endişelerden dolayı, %76 bir çoğunlukla reddettiği 2004 referandumu, bu çabaların doruk noktası oldu. O zamandan beri, Sn. Talat veya bugün Sn. Akıncı gibi ılımlı Kıbrıslı Türk liderlerle de görüşmeler oldu. Müzakerelerde bazı konularda ilerleme kaydedildiğini, ancak bizi işlevsel, yaşayabilir ve tam olarak bağımsız ve egemen bir devlete götürecek bir çözüme ulaşmamıza izin vermeyen önemli bazı anlaşmazlıklar kaldığını itiraf etmeliyim. Bizzat BM Genel Sekreteri isabetli bir biçimde kaydettiği gibi, normal bir Devlete.
On yıllar boyunca görüşmelerin garantiler, askerlerin gitmesi ve toprak düzenlemeleri konularını son aşamaya bırakarak esasen iç boyutlara odaklandığını kaydedeyim.
Cumhurbaşkanlığına seçildiğimden beri, çözüm perspektifiyle sonuç alıcı bir müzakerenin olması için aşağıdaki hedefleri koyduk:
Bir: Kıbrıs sorununun uluslararası boyutunu da, yani zamanı geçmiş garanti sistemine ve müdahale hakkına son vermeyi ve işgal ordusunun tamamının çekilmesini de görüşmek amacıyla Türkiye’nin diyaloga müdahil edilmesi.
İki: Tartışılan çözümün Avrupa müktesebatı ve AB üye devlet olduğumuzdan kaynaklanan yükümlülüklerimizle uyum içinde olması için AB’nin müdahale etmesi.
Üç: İç boyuta gelince:
a) İşlevsel bir Yönetim sistemi.
b) Mümkün olduğunca fazla göçmenin Kıbrıs Rum oluşturucu devletine geri dönmesine ve yerleşmesine olanak sağlayan toprak düzenlemeleri.
Yoğunlaştırılmış müzakereler sonucuyla, özellikle Sn. Akıncı’nın Kıbrıs Türk toplumunun liderliğine seçilmesinden sonra, 2017 yılının Ocak ayında ilk Kıbrıs Toplantısına ulaştık. Bu toplantıda, toprak düzenlemeleri için, ilk defa iade edilecek toprağın yüzdelikleri ile ilgili olarak asgari fark içeren haritalar sunuldu. İlk defa Türkiye, Güvenlik faslı için diyaloga ve müzakerelere resmen müdahil oldu.
Bu tesadüf olmadı. 2014 yılının Ocak ayında Büyük Britanya Başbakanı Sn. David Cameronile ulaştığım bir anlaşmanın sonucu oldu. Bu anlaşmaya göre, adadaki her iki toplum tarafından talep edilirse, Büyük Britanya garantör ülke olma hakkından feragat edecek. Yunanistan’ın pozisyonu belliydi. Garantör ülke statüsünde ısrar eden sadece Türkiye oldu. AB, ilk defa müzakerelerde en yüksek düzeyde temsil edildi.
Maalesef, Türk tarafının uzlaşmazlığından dolayı Crans Montana’daki ikinci Kıbrıs Toplantısı da arzu edilen sonucu vermedi. Bu da yine uzlaşmazlık veya doğru hazırlık eksikliğinden dolayı oldu.
Bunlara rağmen, Crans Montana Toplantısı’nda altı maddeli çerçevesi ile BM Genel Sekreteri şunlara ihtiyaç olduğunu kabul etti:
a) İlk günden beri Garantilere ve Müdahale hakkına son vermeye.
b) İlk günden beri işgal ordusunun sayısının önemli ölçüde azaltılmasına ve bu ordunun varlığına kesin biçimde son verebilecek hükümlere.
c) Kıbrıslı Rumların makul beklentilerini karşılayan toprak düzenlemelerine.
ç) Vurguladığı en önemli unsurlarından biri, Kıbrıs Türk tarafının, Devletin düzgün işleyişine ilişkin olan etkin katılım talebi oldu. Bu konunun, bir olumlu oy meselesi ile ilgili olarak daha fazla tartışılması gerektiğini ve daha somut olarak hangi şartlar atlında ve hangi organlarda uygulanabileceğinin, anlaşmazlıkların çözüm mekanizmaları hakkındaki hükümler ile eş zamanlı olarak görüşülebileceğini kaydetti.
Bu noktada, BM Genel Sekreteri’nin sunduğu çerçeve karşısındaki niyetlerim hakkında kuşku duyanlar için, Kıbrıs Rum tarafının öteden beri talep ettiklerini ve şimdi bu talepleri gündeme getiren BM Genel Sekreteri’nin çerçevesini reddedersem, deli olmam gerektiğini açıklamak istiyorum.
O zamandan beri, felaketli yeni bir çıkmaza gelmememiz için yeni bir Toplantının iyice hazırlanmış olacağı şartıyla, müzakerelerin Crans Montana’da durduğu noktadan başlayarak bir diyaloga müdahil olma niyetimi belli ettim.
Yurdun içindeki bazı çevreler tarafından yukarıdaki ifadeye itiraz geldi veya bir şart olarak bakıldı. BM Genel Sekreteri’nin son raporunda benim pozisyonumu benimsediği için mutluyum.
Müzakerelerde bugüne kadar elde ettiğim tecrübeden, Kıbrıs Türk toplumunun sayıca çoğunlukta olan Kıbrıs Rum toplumunun yetkileri kötüye kullanacağı ve Kıbrıslı Türklerin bir kenara koyulacağı konusunda büyük endişe duyduğunu tespit ettim.
Bu endişelerini yatıştırmak için, gerek Bakanlar Kurulu gerekse diğer kurumsal organlar ile ilgili olarak Merkezi Devletin her organında birer olumlu oy talebini sundular.
Aynı zamanda, Kıbrıslı Rumların da, Kıbrıslı Türklerin böyle bir hakkının işlevsel olmayan bir devlete yol açacağı ve yeni kurulacak düzenin çökme tehlikesi ile karşı karşıya olacağı konusunda makul endişeleri vardır. Bu da, bugün yaşadıkları istikrara ve emniyete göre, gelecek ile ilgili bir güvensizlik yaratıyor.
Bu güvensizlik, Türkiye’nin zamanı geçmiş garanti sisteminin ve müdahale hakkının yürürlükte kalmasına ve Türk askerinin kalıcı varlığına ilişkin talebinden daha da artıyor.
Türkiye’nin bu talebi, Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye bağlılığının devam edeceği ve dolayısıyla Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sözü geçen ülke tarafından kontrol edileceği konusunda çağrışım yapmaktadır.
Ciddi olarak düşündükten sonra ve her iki toplumun endişelerinin giderilmesi ve işlevsel ile yaşayabilir bir çözüme ulaşmak amacıyla, Ulusal Konseye üzerinde düşünülecek bir fikir olarak adem-i merkeziyet fikrini sundum. Ve bunun vatandaşların günlük hayatı ile ilgili yetkilerin ve aşağıdaki hususlara ilişkin kuşku uyandırmayacak yetkilerin adem-i merkeziyeti:
a) Devletin bir ve tek uluslararası kişiliği, egemenliği ve tabiiyetine.
b) Toprağın, halkın, ekonominin ve doğal zenginliklerinin bütünlüğüne.
c) Federal Devletin savunması ve güvenliğine ve aynı zamanda sınırlarının korunmasına.
d) Federal Devletin AB’de, BM’de ve diğer uluslararası örgütlerde tek ve etkin katılımına.
e) Gerekli oldukları konusunda kararlaştırılan diğer tüm yetkilere.
Bir kez daha şu konuya açıklık kazandırmak istiyorum: Yetkilerin adem-i merkeziyeti başka, diğer yönetim sistemlerini çağrıştıran gevşek federasyon başka.
Önerim hiç de yeni değil. Buna benzer bir öneri, 2010 yılının Nisan ayında da Ulusal Konseye sunmuştum. Felsefesi, ifade edilen şartlar atlında iki eyaletin idari özerkliğini hedeflemektedir. Ve bunu dengeleyecek bir karşılık olarak, Kıbrıslı Türklerin olumlu oy hakkının, sadece Kıbrıs Türk toplumunun hayati çıkarlarını olumsuz biçimde etkileyecek kararlarda ve olası anlaşmazlıkların etkin çözüm mekanizmasının kurum haline geleceği şartıyla kullanılmasıdır.
Bu, BM Genel Sekreteri’nin, Devletin düzgün işleyişini sağlayarak Kıbrıslı Türklerin etkin katılımının düzenlenmesinden söz etmesi ile bağdaşmaktadır.
Fikrime göre, daha büyük idari özerklik Kıbrıslı Türklerde güvenlik duygusu oluşturmakta, tüm kararlarda olumlu oy takıntısını ortadan kaldırmakta ve Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri Kıbrıslı Rumların sözde keyfi kararlarından koruması amacıyla garanti ve müdahale hakkının devamına ilişkin gerekçelerini çürütmektedir.
Aynı zamanda, yeni düzenin çökme tehlikesinden kaynaklanan güvensizlik duygusunu karşılayarak, Kıbrıslı Rumların, Devletin işlevselliği ve yaşayabilir olması konusundaki endişelerine cevap vermektedir.
Bu noktada, 2010 yılında Ulusal Konseye sunduğum mektupta söylediklerimi tekrar etmek istiyorum:
“Varlığın kuvvetlendirilmesi yerine, yetkilerin merkezi devlette aşırı biçimde toplanması sorunları, çıkmazları ve felce uğratma tehlikeleri artıracak ve aynı zamanda Devletin işleyişini ve yaşayabilir olmasını doğrudan riske atmaktadır.
Böyle durumların, vatandaşların günlük hayatını ve refahını doğrudan etkileyeceği ve bunun sonucu olarak ayrılmayı veya iki devlet kurmasını tercih eden güçleri güçlendireceği kolay anlaşılır bir şeydir.
Yukarıdaki sebeplerden dolayı, iç yönetim meselelerinde geniş yetkiler eyaletlerde kalabileceğine inanmaktayız. … Sonuç olarak, bana göre, merkezi devlette aşırı yetki toplanması … olası yeni çözümün reddetme sebebi olacak veya devletin hızlı biçimde çökülmesine yol açacak. Ve bunun sonuçları, yıkıcı ve sayılamayacak kadar çok olacak”.
Önerimin her iki toplumun endişelerini ortadan kaldırılması için düşünmeye yönelik olduğunu vurgulamak ve tekrarlamak istiyorum. Amaç,bizi yıkıcı bir çıkmaza için değil, bu kez Kıbrıs sorununun çözümüne götürecek yaratıcı bir diyalogun yeniden başlaması için uygun şartların oluşturulması ve kesinlikle reddettiğimiz tercihlerle karşı karşıya gelme tehlikesi önünde kalmamamızdır.
Sorumlu bir lider olarak, çıkmazın uzamasından meydana gelen tehlikeleri göz ardı edemediğimi açıkça ifade etmek istiyorum. Bunun içinhareketsiz kalmam. Ancak, aynı zamanda bizi işlevsel olmayan bir devlete götürecek bir çözümü kabul edemem. Mantıklı endişelerin göz ardı edilmesi, liderler arasında bir anlaşmaya götürebilir, ancak aynı zamanda halk tarafından ikinci ve kesin olarak yıkıcı bir ret oyu ile liderlerin küçümsenmesine yol açabilir. Bu arzu etmediğim ve hiç bir zaman istemediğim bir şeydir.
Herkesin kendi görüşlerini ifade etme ve kararlarımla hem fikir olmama veya mevcut çıkmazın Türk ve Kıbrıs Türk tarafının uzlaşmazlığından kaynaklandığını göz ardı etme hakkı vardır. Fakat bizi yaşayabilir bir çözüme götürecek bir diyalogun yeniden başlamasına yönelik çabalarımın samimiyetinden kuşku duymayı hiçbir şekilde kabul etmem.
İstiladan 44 yıl sonra ve onca sonuçsuz müzakere sürecinden sonra yapmamız gereken şey, hiç olmazsa çıkmazın nasıl ortadan kaldıracağı konusunda düşünmektir. Her iki toplumun mantıklı endişelerini yatıştıran bir çözüme nasıl ulaşabileceğimiz konusunda düşünmektir.
Eğer aklımda başka şeyler olsaydı, benim için kolay çözüm, hiç düşünmeden çöküşe giden yeni bir müzakere sürecine müdahil olmak olurdu.
Sorumlu bir lider, aldığı kararları hoş görünmek veya eleştiriden kaçınmak için almaz.
Farklı düşünce ekolleri tarafından ifade edilen endişeleri anladığımı vurgulamak istiyorum. Ancak hepimiz, uzamış bir çıkmazın olumsuz oldubittileri ve bizi aynı derecede yıkıcı sonuçlara götürecek işlevsel olmayan bir çözümün gözle görülür tehlikeleri de hesaba katmalıyız.
Bunun için, siyasi güçlerin liderlerine, yaratıcı bir diyalog çerçevesinde, her iki toplumun kabul edeceği çözüme götürecek yeni bir müzakere sürecine katılmamıza olanak sağlayacak ortak tezler şekillendirmemiz konusunda çağrıda bulunmaktayım.