1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. İşte o karar
İşte o karar

İşte o karar

“Yabancı devlet büyüklerine hakaret ve KKTC ile Türkiye’nin arasını açmakla” suçlanan ve beraat eden Afrika Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şener Levent ve Direktör Ali Osman Tabak aleyhine açılan karikatür/ kolajla ilgili ceza davasının karar metni

A+A-

Lefkoşa Kaza Mahkemesi Huzurunda

                                                                                                                                                         Dava No: 5106/2018

 

Davayı ikame eden: KKTC Başsavcısı

 

 

Sanık: 1. Afrika Yayıncılık Ltd. Arca apt. L/Çiftlik, Lefkoşa, Yayıncılık, Yaş:7

           2. Şener Levent, Arca apt. L/Çiftlik, Lefkoşa, Yayıncılık, Yaş:71

                                                                                                                                  Aleyhine

 

Tarih:   16.5.2019

Saat:           14.00

 

Hazır:  İddia Makamı (a) Savcı Ergin Atıcı

 

            Sanık 1’in yetkilisi Ali Osman Tabak ve Sanık 2  hazır taraflarından Av. Tacan

           Reynar ve Av. Mine Atlı

           

KARAR

 

Sanıkların itham edildiği tek dava şöyledir:

 

Dava:  Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 20, 35 ve 68’inci maddelerine  aykırı Yabancı Devlet                

            Yetkililerine Hakaret.

 

Sanıklar huzurumda aleyhine getirilen davadan itham edilmiş olup aleyhine getirilen  davayı kabul etmemiştirler.  Sanıklar aleyhindeki ithamları reddetmesi üzerine davanın duruşmasına geçilmiştir.

 

Tanıklar

 

İddia Makamı Sanıklar aleyhindeki davasını ispat etmek için 24 tanık dinletmiştir.  İşbu tanıklar sırası ile Müfettiş İsa Sevindik, Abdulkadir Kızıltaş, Abdurrahman Şanverdi, Levent Kanioğulları, M/Mv Behiç Akçın, Hasan Açan, Fatih Ayhan, Özcan Akgül, Salih İneci, Büray Büsküvütçü, Prof. Dr. Metin Gürkanlar, Naciye Kazaz, Prof. Dr. Çağlar Özel, Doç. Dr. Metin Ersoy, Ali Baturay, Utku Karsu, Prof. Dr. Ahmet Ümit Hasan, Prof. Dr. Metin Karadağ, Prof. Dr. Hikmet Seçim, Prof. Dr. Nuri Erişkin, Naciye Derin Işıkgören, Prof. Dr. Hüseyin Oğuz, PM Fahri Gümüşsoy ve Gamze Olguner’dir.

İddia Makamı’nın davasını kapatmasından sonra müdafaaya çağırılan sanıklar yeminli  şahadet sunup Turgut Avşaroğlu, Yaşar Ersoy, Şener Elcil, Ali Kişmir, Senih Çavuşoğlu,  Sami Özuslu, Ümit İnatçı, Mehmet Levent, Beren Dağtaş, Faize Özdemirciler, Zeki Beşiktepeli,  Abdullah Korkmazhan ve Aziz Şah’ı tanık olarak dinletti.

 

Emareler

 

İddia Makamı duruşma süresince toplam 15 adet Emare sunmuştur.  Sanıklar tarafından  bir adet emare ibraz edilmiştir.

 

İddia Makamı tarafından ibraz edilen Emare:

  1. 8.12.2017 tarihli Afrika Gazetesinin bir sureti.
  2. Sanık 1 şirkete ait bir limited şirket kuruluş onay belgesi ve ekleri.
  3. Sanık 2’ye yapılan Yazılı Dava Tebliği.
  4. Sanık 1’e yapılan Yazılı Dava Tebliği.
  5. İş Cetveli.
  6. Uluslarası Kıbrıs Ünivesitesi tarafından hazırlanan rapor.
  7. Doç. Dr. Metin Ersoy tarafından hazırlanan rapor.
  8. Prof. Dr. Ahmet Ümit Hasan tarafından hazırlanan rapor.
  9. Karikatür ve İfade Özgürlüğü başlıklık rapor.
  10. Naciye Derin Işıkgören tarafından hazırlanan belge.
  11. Prof. Dr. Hüseyin Oğuz tarafından hazırlanan belge
  12. 1 adet bilgisayar çıktısı.
  13. 1 adet bilgisayar çıktısı.
  14. 15.12.2017 tarihli Afrika Gazetesi’nin 3. Sayfası
  15. 11.12.2017 tarihli Afrika Gazetesi’nin 3. Sayfası

 

Sanıklar tarafından ibraz edilen emareler:

  1. 3 adet fotoğraf.

 

Giriş

 

Sanıklar aleyhine getirilen davayı incelemeye başlamadan önce ceza davalarındaki ispat külfeti ile ilgili çeşitli prensip ve içtihat kararlarına değinmenin daha uygun olacağı kanaatindeyim.

 

İspat Külfeti

 

Daha önceki bir çok istinaf kararında yer aldığı gibi ceza davalarında sanığın itham edildiği suçu işlediğini kanıtlama yükümlülüğü, Savcılıktadır.  Savcılık, sanığın, itham edildiği suçu işlediğini, makul şüphenin ötesinde kanıtlamakla yükümlüdür.  Sanığın suçsuz olduğunu kanıtlaması gerekmez.  Savcılık, sanığın suçu işlediğini ortaya koyabilecek yeterlilikte şahadet sunduğu zaman, şahadet sunma yükümlülüğünü yerine getirmiş olur.  Sunulan şahadet, sanığı itham edildiği suça bağlayıcı, itham edildiği suçu işlediğini gösterebilir yeterlilikte olduğu zaman, Savcılığın sunduğu bu şahadete karşı şahadet sunma yükümlülüğü sanığa geçer (Shifting of the evidential proof). Sanık şahadet sunma zorunda değildir.  Mahkeme davanın sonunda mevcut tüm şahadeti değerlendirerek kararını verir.  Sanığın herhangi bir hususu isbat etmesi gerekmemekle birlikte, yaptığı eylemin suç olmadığı veya suçu işlemediği hususunda Mahkemeye izahat verebilir.  Sanık bir izahat ileri sürdüğünde, bu izahatın Mahkeme tarafından dikkate alınabilmesi için değer taşıyabilen şahadet ile desteklenmesi gerekir.  Değer taşıyan şahadet, sanık tarafından ibraz edilebileceği gibi, Savcılık tanıklarının istintakı ile de Mahkemeye sunulabilir.  Mahkeme, sanığın ileri sürdüğü ve değer taşıyan şahadetle desteklenen izahatın doğru olma olasılığı olduğuna kanaat getirirse veya bu izahatın doğru olabileceğine dair makul şüphe oluşursa, sanığın suçlu olduğu makul şüphenin ötesinde kanıtlanmamış sayıldığından, beraat ettirilmesi gerekir. (Bakınız:  C/İ 6/74, C/İ 10/71, Y/C 14/98, Yargıtay/Ceza: 45/2004 D.6/2005, Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza 28 ve 35/2002  D.2/2006 ). 

 

Keza D.1/2000, Yargıtay/Ceza 14/98’de “Sanığa menfaati verilmesi gereken şüphe, Mahkeme önündeki değer taşıyan şahadetten kaynaklanan makul şüphedir, şahadet dışı olasılıkların doğurduğu, hayal ürünü olan şüphe değildir” ifadesi yer almakta olup sözkonusu kararda  Mancini v. D.P.P. (1941) 3 All E.R. 272 at 279 H.L atıfta bulunulmuştur.

 

Tüm yukarıdakiler ek olarak Ceza Davalarındaki İddia Makamı’nın mükellefiyeti ve Sanığın konumunu belirleyen temel prensipleri içeren ve temel içtihat olarak tanımlanan Ceza İstinaf 29/73 sayılı İçtihat Kararına atıfta bulunurum.

 

Huzurumda şahadet veren tanıkların şahadetlerini değerlendirirken Ceza İstinaf 6/74 ve 19/79, D.15/80'de belirtilen prensipleri göz önünde tuttum. 

 

İspat külfeti ve şahadeti değerlendirme ile  ilgili olarak yukarıda belirtilen hususları belirttikten sonra şimdi ihtilafsız hususları inceleyeceğim.

 

İhtilafsız Olgular

 

Tarafların şahadetlerinden aşağıdaki hususların ihtilafsız olduğu görülmektedir. Şöyle ki:

 

  1.  Sanık 1 Ali Osman Tabak’ın Sanık 2’nin direktörü  ve yazarı olduğu;
  2.  Sanık 2’nin konu gazetenin hissedarı ve genel yayın yönetmeni olduğu,
  3.  Davaya konu yayının 8.12.2017 tarihli Afrika Gazetesinin 9. sayfasında  Sanıklar

    tarafından yayınlandığı;

  1.  Dava konusu yayın tarihinde ve halen Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye

    Cumhuriyeti’nin  Cumhurbaşkanı olduğu; ve

  1.  Dava konusu yayından kısa bir süre önce Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye

    Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatı ile Yunanistan’ı ziyaret ettiği.

 

Yukarıdaki belirtmiş olduğum hususlarda taraflar arasında bir ihtilaf olmadığı cihetle bu hususlarda bulgu yaparım.

 

İhtilafsız hususlarla ilgili olarak yukarıda belirtilen hususları belirttikten  sonra şimdi Sanıklar aleyhine getirilen dava altındaki suç unsurlarını inceleyeceğim.

 

Dava: Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 20, 35 ve 68’inci maddelerine  aykırı Yabancı  

Devlet Yetkililerine Hakaret.

 

Sanıklar aleyhine getirilen davanın tafsilatından görülebileceği gibi 08.12.2017 tarihinde Lefkoşa’da, KKTC’de hazırlanıp yayınlanan Afrika isimli gazetede,  her hangi bir haklı sebep veya mazereti olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki huzur ve dostluğu bozmak kastıyla Türkiye Cumhuriyetini temsilen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahrik etmek, nefret ve hakarete uğratmak amacıyla “Yunan gözüyle….” başlığı altında çerçeve içerisinde, arka planda Yunanistan Bayrağı, onun önünde çıplak vaziyette ve ayakta duran bir erkek heykelin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayip Erdoğan’ın baş kısmının yer aldığı resme işer durumundaki resmi yayınlayarak yabancı devlet yetkilisi olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayip Erdoğan’a hakaret etmek ile  itham edilmiştirler.

 

Davanın olgularını incelemeye başlamadan Yabancı Devlet Yetkililerine Hakaret suçunun unsurlarına temas edip tanımlanan suç ile ilgili hukuki durumu izah etmenin daha uygun olacağı kanaatindeyim.

 

Sanıkların itham edildiği dava  Fasıl 154 Ceza Yasası’nın  20, 35 ve 68. maddelerine dayanmaktadır. Konu yasanın 68. maddesinin Türkçesi ve İngilizcesi  Yabancı Devlet Yetkililerini Zem ve Kadih yan başlığı altında şöyledir:

 

 

 

68. Bir kişiye zem ve kadih halinde yeterli olacak kadar haklı bir sebebi veya mazereti olmaksızın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile herhangi bir hükümdar, prens, elçi veya diğer yüksek aşamalı yetkililerin mensup olduğu ülke arasındaki huzur ve dostluğu bozmak niyetiyle herhangi bir yabancı hükümdar, prens, elçi veya başka bir yüksek aşamalı yetkiliyi küçük düşürmek, tahkir etmek veya nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olan okunacak herhangi bir yazı veya görülecek herhangi bir işaret veya resim yayınlayan herhangi bir kişi,  hafif bir suç işlemiş olur.

 

“68. Any person, who without such justification or excuse as would be sufficient in the case of the defamation of a private person, publishes anyhing intended to be read, or any sign  or visible representation, tending to degrade, revile or expose to hatred or contempt any foreign prince, potentate, ambassador or other foreign dignitary with intent to disturb peace and friendship between the United Kingdom or the Colony and the country to which such prince, potentate, ambassodor or dignitary belongs, is guilty of a misdemenaour.”

 

 

Yüksek Mahkeme kararında benzer nitelilkte olan Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D15.2010  sayılı içtihatta Sanıklar aleyhine getirilen davanın Fasıl 154 Ceza Yasasının 68. maddesine aykırı Yabancı Devlet Yetkililerine Hakaret suçunu ihtiva ettiğini, bu suçun Ceza Yasasının “Yabancı Ülkelerle Olan İlişkileri ve Dış Huzuru Etkileyen Suçlar” başlığı altında düzenlendiğini ve anılan suç niteliği itibarı ile klasik bir basın davası niteliğinde olmadığını, klasik bir basın davası olmamasına rağmen, neticede dava bir gazetede yayınlanan yazıdan dolayı ikame edilmesi sebebiyle ifade özgürlüğünün kapsamı, huzururlarındaki dava ile yakınen alakalı olduğunu ifade ederek  Fasıl 154 Ceza Yasasının 68. maddesi tahtında suçun  unsurlarını izah etmiştir. 

 

Yukarda belirtilen ilgili yasa maddelerini tezekkür ettiğimde işbu dava altında suç unsurlarını aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür: Başka bir değişle, İddia Makamının davasında başarılı olabilmesi için Sanıkların;

 

  1. Özel bir kişiye hakaret halinde yeterli olacak kadar haklı bir sebep (Justification) veya mazaretleri (excuse) olmadan,
  2. KKTC ile hükümdar, prens, elçi veya yetkilinin mensup olduğu ülke arasındaki huzur ve dostluğu bozmak kastıyla,
  3. Herhangi bir yabancı hükümdar, prens, elçi veya başka bir yetkiliyi küçük düşürmek, tahkir etmek veya nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olan,
  4. Herhangi bir yazı veya herhangi bir işaret veya resmi,
  5. Okunacak veya görülecek şekilde yayınladıklarını, makul şüpheden ari bir şekilde ispat etmesi    gerekmektedir.                

 

Bu dava ile ilgili zamanlarda, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye  Cumhuriyeti’nin  Cumhurbaşkanı idi  ve dava konusu yayından kısa bir süre önce yıllar sonra Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatı ile Yunanistan’ı ilk ziyaret eden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı idi.

 

Bu olgular ve Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D15.2010 sayılı içtihat kararı

ışığında suçun unsurlarını meseleye münhasır olarak şu şekilde sıralayabiliriz. İddia Makamı,

Sanıkların;

 

  1. Özel bir kişiye hakaret halinde yeterli olacak kadar haklı bir sebep (justification) veya mazaretleri (excuse)  olmadan,
  2. KKTC ile TC arasındaki huzur ve dostluğu bozmak kastıyla,
  3. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek ve nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olan,
  4. Okunacak bir yazıyı veya herhangi bir işaret veya resmi,
  5. Yayınladıklarını,

makul şüpheden ari bir şekilde ispat etmesi gerekmektedir.

 

Fasıl 154 madde 68 tahtında  suçunun unsurlarını ve bu suçun yasal niteliğini bu şekilde belirttikten sonra, bu noktada öncelikle savunmanın hitabı sırasında yapmış olduğu Fasıl 154 madde 68’in prens ve hükümdarı kapsadığı ve Cumhurbaşkanlarını kapsamadığı iddiasını değerlendirmeyi uygun bulurum.

 

Fasıl 154 madde 68’in prens ve hükümdarı kapsadığı ve Cumhurbaşkanlarını kapsamadığı iddiası

 

Yukarıda yasal durumu incelerken Fasıl 154 madde 68’in hem İngilizce hem Türkçe versiyonuna atıfta bulunmuş ve yasanın İngilizce versiyununda “other foreign dignitary” yani diğer yüksek aşamalı yetkililerin ibaresi olduğunu izah etmiştim.  Kanaatimce diğer yüksek aşamalı yetkililer ibaresi Cumhurbaşkanınıda kapsamaktadır ve bu yönde bulgu yaparım.  Bu bulgum ışığında savunmanın Fasıl 154 madde 68’in prens ve hükümdarı kapsadığı ve Cumhurbaşkanlarını kapsamadığı iddiasını redderim.

 

Şimdi savunmanın hitabı sırasında yapmış olduğu Fasıl 154 madde 68’de KKTC ibaresi olmadığı ve bundan dolayı işbu davanın ikame edilemeyeceği iddiasını değerlendirmeyi uygun bulurum.

 

Fasıl 154 madde 68’de KKTC ibaresi olmadığı ve bundan dolayı işbu davanın ikame edilemeyeceği iddiası

 

Fasıl 1 Yorum Yasası’nın 2’nci maddesinde KKTC’nin  kelime yorumu şu şekilde izah edilmiştir:

 

“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti”, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini anlatır ve kara suları ile kara suları içinde bulunan tüm adaları veya adacıkları da kapsar.

 

9/76 Mahkemeler  Yasası’nın  2’inci maddesinin tefsir kısmında “ Devlet” ibaresi şu şekilde tanımlanmıştır:

 

“Devlet”, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini anlatır.

 

Yukarıda ifade edilen yasal durumu  ve Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D15.2010 sayılı içtihat kararı ışığında Fasıl 154 madde 68’in Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletini ve/veya ülkesini de kapsadığı kanaatindeyim ve bu hususta bulgu yaparım.  Bu aşamada savunmanın  Fasıl 154 madde 68’de KKTC ibaresi olmadığı ve bundan dolayı işbu davanın ikame edilemeyeceği iddiasını redderim.

 

Şimdi, savunmanın dava konusu suçun unsurlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tahtında incelenmesi gerektiğini iddia etmesi sebebiyle öncelikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin KKTC’nin İç Hukukunun bir parçası olup olmadığını inceleyeceğim. Başka bir değişle  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin KKTC’deki uygulama alanın ne olduğun açıklığa kavuşturulması gerekir.

 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin KKTC’nin İç Hukuku kapsamında olup olmadığı

 

Yüksek Mahkeme BirleştirilmişYargıtay/Ceza 1/2001-2/2001-3/2001 D.2/2001 sayılı içtihat kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin KKTC iç hukukunun  bir parçası olduğunu ve du durumun K.K.T.C.’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine bağlı Avrupa Konseyi üyesi devletlerden biri olduğunu gösterdiğini ifade etmiştir.

 

Anayasa Mahkemesi’de 24/2002 D. 4/2003 sayılı kararında  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin KKTC iç hukuku kapsamında olan  uluslararası bir sözleşme  veya diğer herhangi bir yasa statüsünde olduğunu kabul edip uygulamamız gerektiğini ifade etmiştir.

 

Yüksek Mahkeme Y/H 25/2014 D. 1/2019 sayılı kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin KKTC’deki uygulanabilirliği ile ilgili şu ifadelere yer vermiştir:

 

KKTC’de 39/1962 sayılı Yasa tahtında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ulusal mevzuat kapsamında kabul edilmekte ve üye taraf olmamamıza rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin koyduğu prensip ve kararları mevzuatımızla çelişmediği müddetçe uygulamaktayız. Bu konuda Anayasa Mahkemesi 3/2006 (D.3/2006), 8/2013 (D.3/2015), 2/2008 (D.2/2016) sayılı kararlarına atıfta bulunuruz.”

 

Yukarıda ifade ettiklerimden anlaşılacağı üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi KKTC iç hukukun bir parçası halindedir ve bu yönde bulgu yaparım.

 

Şimdi dava konusu suçun unsurlarının oluşup oluşmadığını  incelemeden önce yasal durumu  incelemenin daha uygun ve adil olacağı kanaatindeyim.

 

Yasal Durum

 

‘Kişilik hakları’ ile ‘basın özgürlüğü’ kuşkusuz hukuk düzeni içerisinde korunması amaçlanan ayrı ayrı iki çok önemli değer olmakla birlikte günümüzde birbiriyle çatışma içerisinde olan değerlerin en somut örneğidir. Kabul etmek gerekir ki hukuk düzeni içerisinde çatışan bu iki değerin ayni anda korunması mümkün değildir. Kişilik hakları ve basın özgürlüğü çatışmasında basının hangi durumlarda kişilik haklarına müdahalesi olduğundan bahsedilebileceği ve bu gibi bir müdahale söz konusu olduğu zaman adaletin sağlanmasında hangisinin daha ön planda tutulması gerektiği veya basın özgürlüğüne ne gibi durumlarda müdahale edilebileceği; bu seçimi yaparken ne gibi ilke ve hukuki prensiplerin dikkate alınacağı hususunda KKTC ve İngiltere’de uygulanan yasal mevzuat ve Mahkeme kararları ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (‘AİHM’) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (‘AİHS’) uyarınca aldığı kararları ışığında incelenecektir.

 

Anayasamız 24. maddesi ile “Düşünce, Söz ve Anlatım Özgürlüğü” hükmü konmuş, 26. madde ile de “Basın Özgürlüğü” hükmü ile basın özgürlüğü ilkesi benimsenmiştir. 

 

Anayasanın 24. maddesi aynen şöyledir:

 

“(1)Herkes, düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahiptir; kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz.  Düşünce suçu yoktur.

(2)Herkes, düşünce ve kanaatlerini, söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.

Bu hak, herhangi bir resmi makamın müdahalesi ve Devlet sınırları söz konusu olmaksızın, kanaatini anlatma, haber ve fikir alma ve verme özgürlüklerini kapsar.

(3)Söz ve anlatım özgürlüklerinin kullanılması, yalnız ulusal güvenlik, anayasal düzen, kamu güvenliği , kamu düzeni, genel sağlık, genel ahlak yararı için veya başkalarının şöhret veya haklarının korunması veya bir sırrın açıklanmasının önlenmesi veya yargının otorite veya tarafsızlığının sürdürülmesi için gerekli ve yasanın koyduğu yöntemlere, koşullara, sınırlamalara veya cezalara bağlı tutulabilir.”

 

Anayasanın 26. maddesi aynen şöyledir:

 

“(1)Yurttaşlar için basın ve yayın özgürdür, sansür edilemez.

(2)Devlet, basın, yayın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alır.

(3)Basın ve haber alma özgürlüğü, kamu düzenini, ulusal güvenliği veya genel ahlakı korumak, kişilerin şeref, haysiyet ve haklarına tecavüzü, suç işlemeye kışkırtmayı  önlemek veya yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için yasa ile sınırlanabilir.

(4)Yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, yasa ile belirtilecek sınırlar içinde, mahkeme veya yargıç tarafından verilecek kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayın yasağı konamaz.”

 

Madde 26 tahtında basın hürriyeti düzenlenirken hem hür basının korunması ayni zamanda da basının sorumluluk içerisinde hareket etmesi için sınırlamalar ve kısıtlayıcı düzenlemelere geniş yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesi 24/2002 D.4/2003 sayılı  kararında belirttiği gibi basın özgürlüğü hiçbir şekilde kısıtlanamaz kanısına varmak mümkün değildir. Anayasa madde 24 ve 26’da açıkça görülebileceği gibi aslında özgür basına hangi hal ve şartlarda sınırlama getirilebileceği her iki maddenin de (3). fıkrasında belirtilmektedir.

 

Düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğü başkalarının şöhret ve haklarına tecavüz etme hakkını da içermemektedir. Anayasamızın Temel Haklar, Özgürlükler ve Ödevler başlığı altında yerini alan 14(4) maddesi ile “Kişinin şeref ve haysiyeti dokunulmazdır. Herkes buna saygı göstermek ve korumakla yükümlüdür”. Yine Anayasamızın Temel Haklar, Özgürlükler ve Ödevler başlığı altında düşünce, söz ve anlatım özgürlüğünü düzenleyen 24. maddesinde, söz ve anlatım özgürlüklerinin kullanılması, başkalarının şöhret veya haklarının korunması için sınırlamalara ve cezalara bağlı tutulabilir denmektedir. (Bakınız: Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza 64/02, 65/02, 66/02 D.4/2002)

 

Yüksek Mahkeme Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D.15/2010 sayılı içtihat  kararında  herhangi bir gazetenin veya o gazete yazarlarının ülkesindeki veya dünyadaki olaylar hakkında görüşlerini yazması övgü veya eleştiride bulunmasının hakları olduğunu; eleştiriden ne devlet görevlileri ne de herhangi bir şahıs muhaf olmadığı gibi günümüzde temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından yazarların bir gazetede yazı yazarak görüşlerini bildirmeleri ifade özgürlüğünün temelini teşkil ettiğini ve buradaki ince ayrımın, kötü niyetin ve hakaretin hak olmadığı ve hiç kimsenin özgürlükleri, bir başkasının özgürlüklerini ihlâl etmek maksadıyla kullanılamayacağını ifade edilmiştir.

 

Anayasamızın düzenlemekte olduğu düşünce, söz ve anlatım özgürlüğünü içeren 24. maddesinin muadili olan AİHS 10. maddesinin de incelenmesi yararlı olacaktır.

  

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi aynen şöyledir:

 

Article 10 : Freedom of Expression

  1. Everyone has the right to freedom of expression. This right shall include freedom to hold opinion and to receive and impart information and ideas without interference by public authorities and regardless of frontiers. This article shall not prevent states from requiring the licensing of broadcasting, television or cinema enterprises.
  2. The exercise of these freedoms, since it carries with it duties and responsibilities, may be subject to such formalities, conditions, restrictions or penalties as are prescribed by law and are necessary in a democratic society, in the interests of national security, territorial integrity or public safety, for the prevention of disorder and crime, for the protection of health and morals, for the protection of the rights of others, for preventing the disclosure of information received in confidence, or for maintaining the authority and impartiality of the judiciary.”

 

Basının ana görevi toplumun genelini ilgilendiren konular hakkında gerçekleri yansıtacak şekilde halkı objektif olarak aydınlatmak, kamuoyunu düşünmeye sevk etmek, toplumsal ve siyasal konularda doğru ve gerçek bilgiler sunmak, bireyleri içindeki yaşadıkları toplumsal sorunlarla ve tüm insanlığın sorunları ile ilgili bilinçlendirmektir. Bu hususta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Lingens v Austria  (1986) A103  para 41 referans nolu davada basının görev ve önemini şöyle vurgulamıştır :

 

“….it is incumbent on it [the press] to impart information and ideas on political issues just as on those in other areas of public interest. Not only does the press have the task of imparting such information and ideas : the public also has a  right to recieve them….”

 

 

Yine ayni davanın 42. paragrafında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi basının toplumdaki bilinçlendirme ve fikir edindirme görevini vurgulamak amacıyla şunları ifade etmiştir :

 

“Freedom of the press furthermore affords the public one of the best means of discovering and forming an opinion of the ideas and attitudes of political leaders.”

 

Avrupa İnsan Hakları  Sözleşmesi madde 10 incelendiği zaman diğer tüm maddelere nazaran en fazla sınırlandırma getiren maddedir. Nitekim ifade özgürlüğü ve korunması gereken bir başka değer söz konusu olduğu zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu iki değer arasındaki dengeyi sağlamaya çalışırken hangisinin diğeri üzerinde üstünlük sağladığını tespit etmek zorunda kalmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Handyside v UK  (1976) A 24 para 49 referans numaralı davasın şu ifadeler yer vermiştir:

 

“Freedom of expression constitutes one of the essential foundations of a democratic society, one of the basic conditions for its progress and for the development of every man. Subject to paragraph 2 of Article 10, it is applicable not only to “information” or “ideas” that are favourably received or regarded as inoffensive but also to those that offend, shock or disturb the state or any sector of the population. Such are the demands of that pluralism, tolerance and broadmindedness without which there is no “democratic society”.”

 

Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin dikkat çekmek istediği nokta ifade özgürlüğü demokratik toplumun başlıca temel taşlarından, kişinin ilerleyip gelişmesinin asıl koşullarından birini teşkil eder. İfade özgürlüğü yalnızca itibar gören veya zararsız sayılan bilgi veya fikirler için değil ayni zamanda aykırı, şaşırtıcı ve rahatsızlık verici cinsten olanlar için de geçerli olduğudur. Tabii ki eklemek gerekir tüm bunlar 10. maddenin 2. fıkrasındaki şartlara bağlı kalmak koşulu ile geçerlidir.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi  kararlarında politik görüşlerin ifade edilmesinde müdahale edilmesi halinde çok kuvvetli gerekçeler aramaktadır.  (Bakınız: D.J. Harris, Law of the European Convention on Human Rights, sayfa 397)

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi   Lingens v Austria (1986), Oberschlick v Austria (1991) ve  Schwabe v Austria (1992) davalarında özellikle politikacıların ağır eleştrilere ve saldırılara karşı daha toleranslı olmak zorunda olduklarını vurgulamıştır.

 

Yüksek Mahkeme Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D15.2010 sayılı içtihat  kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları olan Lingens v Austria  (1986) A103  ve  Castells v Spain  (1992) A 236 sayılı davalara atıfta bulunarak  açıklanmış düşünceleri tartışıp,  doğruluğu veya yanlışlığının irdelenmesinin ifade özgürlüğünün esas amaçlarından bir tanesi olduğunu, demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü, yönetici veya kamu makamlarının hoşuna gidecek şeyleri söylemek değil, her türlü düşünceyi sebestçe açıklama özgürlüğü olduğunu, Castells v. İspanya (1992) davasında Mahkemenin daha ileri giderek, demokratik bir devletin yetkilileri, provakatif olarak nitelendirilse de, eleştiriyi hoş görmelidirler dediğini ifade etmiştir.

 

Yüksek Mahkeme Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D15.2010 sayılı içtihat  kararında İfade özgürlüğüne yönelik sınırlamaların İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olmaması için genelde üç koşul arandığını ifade edip ilgili koşulları sıralımıştır:

 

  1. Demokratik toplumda gerekli olan bir müdahale olmalı,
  2. Sınırlama kanunla belirlenmiş olmalı,
  3. Müdahalenin meşru bir amacı olmalı,

 

Yukarıda ifade ettiklerim ışığında  ifade özgürlüğüne müdahalenin meşru olarak kabul edilebilmesi için aşağıdaki üç koşulun yerine getirilmiş olması gerekir:

  • Müdahale yasalarda öngörülmüş olmalıdır;
  • Müdahale, İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10  fıkra 2’de serdedilen çıkar veya değerlerden birini veya bir kaçını korumaya yönelik olmalıdır;
  • Müdahale demokratik bir toplumda gerekli olmadılır.

 

Yukarıdaki her üç koşulun da yerine geldiği durumlarda Sözleşme tahtında korunan özgürlüğe müdahale meşru kabul edilecektir.

 

Yasal durumu izah ettikten bu safhada dava konusu yayının türünün incelenmesi gerektiği kanaatindeyim.

 

 

 

Dava konusu yayının türü

 

Bu doğrultuda huzurumdaki şahadeti tezekkür ettiğim zaman İddia Makamanın 1. tanığı olan Müfettiş İsa Sevindik’in şahadetinde özetle dava konusu yayını karikatürist Utku Karsu’ya gösterdiğini ve  Karsu’nun konu yayının karikatür değil, fotoşopla oluşturulmuş resim olduğunu söylediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 11. tanığı olan Prof. Dr. Metin Gürkanlar’in  istintakı sırasında dava konusu yayında 3 ayrı resim ve montaj olduğunu beyan ettiği görülmektedir.  İddia Makamanın 13. tanığı olan Prof. Dr. Çağlar Özel’in  şahadetinde dava konusu yayının medyada yayınlanan bir karikatür olduğunu beyan ettiği görülmektedir.  İddia Makamanın 14. tanığı olan Doç. Dr. Metin Ersoy’un  şahadetinde emare 1 yayının kolaj olduğunu, kolajın birden çok parçanın bir araya gelmesi ile oluştuğunu beyan ettiği görülmektedir.  

 

İddia Makamının 16. tanığı olan Utku Karsu’nun  şahadetinde özetle Kıbrıs Gazetesi’nde 24 yıldır karikatürüst sanatçısı olarak çalıştığını, 40 yıldır çizdiğini, karikatürün çizgilerle oluşan mizah sanatı olduğunu, içerisinde güldürücü ve düşündürücü unsurların yer aldığını, uyarıcı ve etkileyici olduğunu, hoşgörü sanatı olduğunu, karikatürün her türlü kalem ile çizilebileceğini ve artık bilgisayar üzerinden bile yapılabileceğini, karikatürün konusu o günkü ülkedeki veya dış ülkelerdeki gündeme göre belirlediğini, karikatürlerinin altına imzasını attığını ve ilgili imzadan okuyanların anladığını, emare 1 yayının fotoğraflarla yapılmış fotomontaj olduğunu, resim olmadığını çünkü resmin  karikatürün bir parçası olduğunu, emare 1 gazetenin 9 sayfasında yer alan dava konusu yayının altında olanın karikatür olduğunu beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında özetle dava konusu yayının resim, işaret olmayıp fotoğraf olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 21. tanığı olan Naciye D. Işıkgören’in şahadetinde özetle Lefke  Avrupa Üviversite’inde İletişim Bölümünde öğretim görevlisi olduğunu, 15 yıldır öğretim görevlisi olduğunu, grafik tasarım, web tasarım ve görsel iletişim üzerine dersler verdiğini,  dava konusu yayının fotokolaj olduğunu, fotokolajın elle çizim olmayan çeşitli fotoğraf öğelerinin kesilip bir araya getirildiği görsel olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın dava konusu yayının türünün ne olduğu hususundaki şahadetini tezekkür ettiğim zaman Sanık  2’nin yeminli şahadeti sırasında dava konusu yayının fotomantaj olup karikatür olmadığını beyan ettiği görülmektedir.  Savunmanın 3. tanığı olan Şener Elcil’in şahadeti sırasında dava konusu yayının kolaj olduğunu beyan ettiği görülmektedir. Savunmanın 4. tanığı olan Ali Kişmir’ın istintakı sırasında dava konusu yayının kolaj olduğunu beyan ettiği görülmektedir. Savunmanın 5. tanığı olan Senih Çavuşoğlu’nun şahadeti sırasında özetle öğretim görevlisi olup 2008 yılından beridir DAÜ İleteşim  fakültesinde Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim bölümü başkanı olduğunu,  kolajın bir karikatür tekniği olduğunu ve dava konusu yayının kolaj şeklinde bir karikatür olduğunu beyan ettiği görülmektedir. Savunmanın 7. tanığı olan Ümit İnatçı’nın  şahadeti sırasında özetle uzun yıllar yerli üniversitlerde Görsel Tasarım, Sanat Tarihi, Sanat Felsefesi ve Resim üzerine ders verdiğini, dava konusu yayının kolaj olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

Yukarıda özertini aktardığım şahadeti tezekkür ettiğim zaman dava konusu  emare 1 sayfa 9’da yayınlanan yayının karikatür olmadığı, birden fazla  fotoğraf öğelerinin kesilip bir araya getirildiği ve kolaj olduğu hususunda bulgu yaparım.

 

Human Rights Law and Practice  (1999) adlı eserin 198’inci sayfasında ifade özgürlüğünün sadece yazılı veya sözlü kelimelerle limitli olmadığını, artisitk işleri, imajları ve kıyafetleri de kapsadığını ifade edilmekte olup ilgili alıntı aynen aşağıdaki gibidir:

 

“Freedom of expression is not limited to the written or spoken word, and although political expression is at the centre of the range of protected speech, it has been held to include a wide range of forms of expression including artistic works, images and dress. Some types of expression have, however, been regarded as deserving of lesser (or no) protection against restrictions by the state: examples include racist literature and expressions of political support for terrorism”

 

Yin bu hususta Law of the European Convention on Human Rights By DJ Harris (1995) adlı eserin 378’inci sayfasında “Article 10: Freedom of expression” başlığı altında ifadenin sadece söz ve konuşma ile limitli olmadığını, ifade kavramının resim, görüntü ve fikir veren veya bilgi sunan aksiyonları da kapsadığı ifade edilmekte olup ilgili alıntı aynen şöyledir:

 

“  “Expression’is not merely words, still less only spoken words, but extends to pictures, images and actions intented to express an idea or to present information. Equally, the means of protected expression go beyond speech to print, radio and television broadcasting, artistic creations, film and probably, electronic information systems. Because of this, what is protected is not only the expression itself but the means for its production and for its communication.”

 

Yeri gelmişken savunmanın hitabı sırasında yapmış olduğu kolajın Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 68’inci maddesi kapsamına girmediği iddiasınıda değerlendirdiğim zaman 68’inci maddenin İngilizce versiyonu tezekkür edildiği zaman any sign  or visible representation” ibaresi yer aldığı görülmektedir. İşbu ibareden Fasıl 154 madde 68’in herhangi bir işaret veya görülebilecek herhangi bir şeyi tasvir etmeyi de kapsadığı görülmektedir.

 

Yukarıda ifade ettiğim yasal durum ışığında kolajın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10  ve/veya Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 68’inci maddesi kapsamında olduğu hususunda bulgu yaparım.  Bu aşamadan savumanın kolajın Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 68’inci maddesi kapsamına girmediği iddiasını redderim.

 

Yasal durumu izah ettikten sonra şimdi yukarıda izah edilen yasal durum ışığında  dava konusu kolajın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek ve nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olup olmadığının ve ifade özgürlüğüne müdahalenin meşru olarak kabul edilebilmesi için  üç koşulun yerine getirilip getirilmediğinin birlikte incelenmesi gerekmektedir.

 

Dava konusu kolajın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek ve nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olup olmadığı ve dava konusu kolaja müdahaleye gerektirecek İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında aranan 3 koşulun  yerine getirilip getirilmediği

 

Bu noktada öncelikle dava konusu kolajın  kimin tarafından hazırlandığının tespit edilmesi gerekmektedir.  Bu doğrultuda huzurumdaki şahadeti tezekkür ettiğim zaman İddia Makamının 1. tanığı olan Müfettiş İsa Sevindik’in şahadetinde özetle meselenin tahkikat memuru olduğunu, sanıkların 8.12.2017 tarihinde Emare 1 gazeteyi yayınladıklarını, Emare 1 gazetinin 9. sayfasında “Yunan gözüyle….” başlığı altında çerçeve içerisinde, arka planda Yunanistan Bayrağı, onun önünde çıplak vaziyette ve ayakta duran bir erkek heykelin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayip Erdoğan’ın baş kısmının yer aldığı resme işer durumundaki resmin yayınlandığını,  Afrika Gazetesi’nde yayınlanan resmin heykel kısmının Hırvatistan’da bir sergide sergilendiğini ancak işeme kısmı ile Erdoğan’ın fotoğrafının resme sonradan fotoşopla eklendiğinin belirlendiğini, ilgili resmin Yunanistan’da yayınlanmadığını, Emare 1’deki resmi kimin hazırladığını tespit edemediğini beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında özetle ilgili yayının başka ülkerlede yayınlanıp yayınlanmadığı hususunda PM Fahri Gümüşsoy’a internet üzerinden araştırma yapması hususunda talimat verdiğini, yapılan araştırmaya göre daha önce herhangi bir yerde yayınlanmadığını, resmi kimin hazırladığını bilmediğini ancak sanıkların yayınladığını beyan ettiği görülmektedir.  

 

İddia Makamının 22. tanığı olan Prof. Dr. Hüseyin Oğuz’un şahadetinde emare 1 ile ilgili çok araştırma yaptığını ama nerede yayınlandığını bulamadığını beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında özetle tarama yaparken kelimeler arası “and” kelimesi kullanmadığını, kullanılması gerektiğini bildiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 23. tanığı olan PM Fahri Gümüşsoy’un şahadetinde özetle olay tarihinde Lefkoşa Adli Şube Bölümünde çalıştığını, müfettiş İsa Sevindiğin emare 1 dava konusu yayının  8.12.2017 tarihinden önce internette veya herhangi bir basın  kuruluşunda yayınlanıp yayınlanmadığının araştırılmasını istediğini, program yazıp web tasarımı yaptığını,  google.com google.com.cy ve google.com.tr üzerinde 2 çeşit araştırma yaptığını,  yaptığı araşatırmada önce arama moturuna yazı yazarak bilahare görseller kısmında resim üzerinden arama yaptığını ve her iki aramada da dava konusu yayının 8.12.2017 tarihinden önce yayınlandığına rastlamadığını,  ilk kez Afrika Gazetesi tarafından yayınlandığını tesbit ettiğini,  emare 1’deki heykelin The Croatian Apoxyemenos isimli bir heykel olup daha önce Hırvatistan’da yaşayan eski Yunanlılar tarafından  bir sergide yayınlandığını,  TC Cumhurbaşkanı’nın resmi ise önce Asscocaited Press’de bilahare ise sputniknews de yayınlandığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Sanık  2’nin yeminli şahadeti sırasında özetle Rusya’da Gazetecilik eğitimi alıp üniversiteden mezun olduğunu, dava konusu yayın olan fotomontajı adını hatırlamadığı bir Rum’un Facebook’ta paylaştığını ve kendisininde  yayınladığını,  Yunanların veya Güney’de yaşayan kişilerin kendilerini elen diye adlandırdıklarını, Rum dediğini ancak Yunanistan’lı mı yoksa Kıbrıslımı olduğunu bilmediğini,  Facebook’da haber değeri verdiği şeyleri gazetesinde yayınladığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 2. tanığı olan Yaşar Ersoy’un istintakı sırasında özetle emare 1 yayını önce sosyal medyada sonra Afrika Gazetesinde gördüğünü, sosyal medyada kimin yayınladığını hatırlamadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 9. tanığı olan  Beren Dağtaş’ın  şahadeti sırasında özetle dava konusu yayını sanık 1 yayınlamazdan  önce hem twitter de hem de facebook’da gördüğünü beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 10. tanığı olan  Faize Özdemirciler’in  şahadeti sırasında özetle Afrika Gazetesi’nde takriben 20 yıldır köşe yazısı yazdığını, dava konusu yayının ilk olarak  facebook’da adını bilmediği bir Rum’un sayfasında gördüğünü beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında sanık 2’nin dava konusu yayını facebook’dan alırken yanında olduğunu çünkü 9’uncu sayfayı beraber hazırladıklarını ve o sayfada her zaman karikatür yer aldığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 11. tanığı olan  Zeki Beşiktepeli’nin  şahadeti sırasında Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’dan ayrılmasından 2 gün sonra dava konusu yayının ilk olarak Etnos dergisinde yayınlandığını, kendisinin gördüğü yayında “Yunan Gözüyle” ibaresinin yer almadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Huzurumdaki şahadeti ve emare 1 sayfa 9’daki kolajı tezekkür ettiğim zaman “Yunan gözüyle….”  başlığı altında çerçeve içerisinde, arka planda Yunanistan Bayrağı, onun önünde daha önce Hırvatistan’da bir sergide yayınlanan The Croatian Apoxyemenos isimli bir heykelin  Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayip Erdoğan’ın baş kısmının yer aldığı resme idrarını yaptığı, dava konusu kolajdaki  TC Cumhurbaşkanı’nına ait resmin önce Asscocaited Press’de bilahare ise sputniknews de yayınlandığını görülmektedir.

 

Huzurumdaki şahadeti ve emare 1 sayfa 9’daki kolajı tezekkür etmeye devam ettiğim zaman kolajın kimin tarafından  hazırlandığının net olmadığı ancak “Yunan  gözüyle” ibaresinin sanık 2 tarafından dava konusu kolaja eklendiği görülmektedir ve bu yönde bulgu yapılır.

 

Bu noktada cevaplanması gereken soru dava konusu kolajın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek ve nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olup olmadığının ve dava konusu kolaja  müdahalenin meşru olarak kabul edilebilmesi için yukarıda yasal durumu aktardığım sırada izah ettiğim İnsan Hakları Sözleşmesi ve İçtihatları tahtında  üç koşulun yerine getirilip getirilmediğini tespit edilmesi gerekmektedir.

 

Bu noktada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10 tahtında  birinci koşul olan müdahalenin yasalarda öngörülmüş olmalıdır koşulunu inceleyeceğim.

 

  • Birinci Koşul Müdahale yasalarda öngörülmüş olup olmadığı;

 

Law of the European Convention on Human Rights By DJ Harris (1995) adlı eserin 389’uncu sayfasında “iii. Prescribed by Law” başlığı altında Devletin, bir başvuranın haklarına müdahale etme yetkisini veren veya zorunlu kılan ulusal yasayı tanımlaması gerektiğini; başka bir değişle  ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasal düzenlemenin yazılı olması gerektiğini ifade etmek olup ilgili alıntı aynen aşağıdaki gibidir:
 
“the state must identify the national law which authorises or mandates the intereference with an applicant's right.”
 

Huzurumdaki dava sanıklar Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 68’inci maddesine  aykırı Yabancı Devlet Yetkililerine Hakaret suçundan itham edilmiştirler.   Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 68’inci maddesinin yazılı olması ve kurallarla belirlenmiş olması sebebiyle birinci koşul olan müdahalenin yasalarda öngörülmüş olmalıdır koşulunun tatmin edildiği hususunda bulgu yaparım.

 

Bu noktada ikinci koşul olan müdahalenin, İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10  fıkra 2’de serdedilen çıkar veya değerlerden birini veya bir kaçını korumaya yönelik olup olmadığı ve üçüncü koşul olan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı hususlarının birlikte incelenmesinin daha uygun olacağı kanaatindeyim.

 

  • İkinci Koşul İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10  fıkra 2’de serdedilen çıkar veya değerlerden birini beya bir kaçını korumaya yönelik olup olmadığı  ve Üçüncü koşul olan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığıı;

 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10 fıkra 2’yi,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını, Law of the European Convention on Human Rights By DJ Harris  adlı eseri ve  Human Rights Law and Practice  (1999) adlı eseri incelediğim zaman dava konusu yayının aşağıda belirtilen 7 değerden birini ihlal etmesi halinde sair 2 koşulunda mevcudiyeti halinde ifade özgürlüğünün kısıtlanabileceği görülmektedir.   7 değerin Türkçesi ve İngilizcesi aşağıdaki gibidir:

 

<>a.b.c.
  •  protection of health or morals – sağlık veya manevi değerlerin korunması.
  •  protection of the reputation or the rights of others – başkarlının itibarı veya  haklarının korunması.
  • preventing the disclosure of information received in confidence - Güvenle alınan bilgilerin ifşa edilmesinin önlenmesi –
  • maintaining the authority and impartiality of the judiciary - yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumak.

 

Huzurumdaki şahadeti ve tüm emareleri tezekkür ettiğim zaman dava konusu kolajın ulusal güvenlik çıkarlarını ihlal ettiği ve/veya toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin ihlal edildiği veya zarar gördüğü, düzensizliğin veya suçun önlenmesinin gerekli olduğu, sağlık ve/veya manevi değerlerin korunması gerektiği ve/veya güvenle alınan bilgilerin ifşa edilmesinin önlenmesi gerektiği veya ihlal edildiği ve/veya yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumak için müdahalenin gerekli olduğu yönünde huzurumda herhangi bir şahadet mevcut değildir.

 

Bu aşamada huzurumdaki şahadet ve emarelerden görüleceği üzere tartışılması ve cevaplanması gereken soru dava konusu kolajın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek ve nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olup olmadığı ve dava konusu kolaja yapılacak müdahalenin başkalarının yani Recep Tayyip Erdoğan’ın haklarının veya itibarının korunması için gerekli olup olmadığıdır.

 

Gatley On Libel and Slander (8. Edition) isimli eserin 37. sayfasının 38. paragrafı altında bir kişi tarafından başka kişilerin kanaatinde küçültecek yönde veya saygınlığını, şöhretini olumsuz yönde etkileyen  iftiralar veya ifadelerde bulunulması bir zem ve kadih oluşturacağı belirtilmiş olup ilgili alıntı aynen şöyledir: “Any imputation is defamatory if it tends to lower a person in the estimationof  others or to affect of his reputation.”

 

Bir yazının zem ve kadih teşkil edip etmediğine karar vermek için, Mahkemenin kendisini makul ve sıradan bir vatandaşın yerine koyması gerekmektedir. Başka bir değişle Davacının veya Davalının kullanılan kelimelere, ne anlam verdiği önem arz etmez, yani Davalı bu kelimeleri kullanırken ne söylemek istediği veya Davacı okurken ne anladığına önem atfedilemez. Mahkemenin, şikayet konusu kelimelerin ne anlamda anlaşıldığına karar verirken, kendisini makul zeka düzeyi olan, makul ölçüde genel kültür ve hayat tecrübesine sahip, makul bir vatandaş yerine koyarak yazıyı okuması ve bu vasıfları taşıyan bir vatandaşın bu kelimeleri ne şekilde anlayacağına bakması gerekir. (Bakınız: Yargıtay/Hukuk 9/88 D.44/88, Yargıtay/Hukuk 52/2011, D. 12/2014 ve Birleştirilmiş Yargıtay/Hukuk No: 59/2013 – 67/2013 D. 16/2016)      

 

Özker Özgür v R.R.Denktaş Yargıtay/Hukuk 9/88 D. 44/88 sayılı davanın kararında, yazıların bir bütün olarak incelenerek yazının bütününe bir anlam verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

 

Yüksek Mahkeme Birleştirilmiş  Yargıtay/Ceza 64/02, 65/02, 66/02   D.4/2002    sayılı kararında zem ve kadih davalarında müştekinin mutlaka şahadet vermesi ve şahadet vermemesi halinde sanığın beraat ettirilir diye bir kuralın olmadığını ifade etmiş olup ilgili alıntı aynen şöyledir:                 

        

“Bir yazı ile bir kişinin adının şöhretinin lekelendiği bir davada, adı, şöhreti lekelenen mutlaka şahadet vermelidir, şahadet vermemesi durumunda Sanık beraat ettirilir diye bir kural yoktur. Mahkemeye emare olarak sunulacak ad, şöhret lekeleyici (defamatory) yazının kendisi konuşabilir.

 

Bu doğrultuda huzurumdaki şahadeti tezekkür ettiğim zaman İddia Makamının 1. tanığı olan Müfettiş İsa Sevindik’in şahadetinde özetle Milli Eğitim Bakanlığı’nda görevli olan Türk Dili ve Edebiyat uzmanı Naciye Kazaz’ın ilgili yayının hakaret içerikli olduğunu beyan ettiğini, konu yayını bir çok üniversiteye gönderip rapor talep ettiğini ve raporlarda genel olarak ilgili yayının aşağılama içerdiğini ifade ettiğini, Sanık 2’nin yasal ihtara cevaben “kendilerini bu yayının muhattabı sanarak rahatsız oldular. Ben Afrika Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni olarak yayının, basın etiği açısından sakıncası olduğuna inanmıyorum. Bunun basının ifade özgürlüğü olduğunu düşlünüyorum. Şikayetleri reddediyorum. Bu iddiaları Mahkemede ispatlamakla yükümlüdürler.” dediğini, sanıklara yazılı dava tebliğ ettiğini ve iki sanığın da suçlamaları reddettiğini, Afrika Gazetesi’nin 21 Ocak 2018 tarihinde yaptıkları yayından sonra 22 Ocak’ta büyük tepkiler ve gazeteye saldırılar gerçekleştiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsen şikayeti olmadığını, yüzlerce kişinin şikayetçi olmak istediğini ancak sadece 10 kişiden ifade aldığını, resim üzerindeki “yunan gözüyle” ibaresinin bilgi verici olmadığını, ilgili yayının Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsını aşağalandığını ve kişilik hakkını ihlal ettiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 2. tanığı olan Abdulkadir Kızıltaş’ın şahadetinde özetle TC vatandaşı olup 2008 yılında beridir KKTC’de ikamet ettiğini, KKTC’de 2 şirketi olup ticaretler uğraştığını,  dava konusu yayının önce Facebook’da bilahare gazetede gördüğünü, yayını gördükten 2-3 gün sonra ülkesinin Cumhurbaşkanını aşağılayan ve hakaret edici bir yayın olması sebebiyle polise şikayet yaptığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle bu yayından dolayı kardeş iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulup bozulmadığını ilgili devlet kurumlarının bileceğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 3. tanığı olan Abdurrahman Şanverdi’nin şahadetinde özetle  hem KKTC hem de TC vatandaşı olduğunu, ayni zamanda Hataylılar Derneğinin Girne şube başkanı olduğunu, yayının önce Facebook’da bilahare gazetede gördüğünü, olaydan 3-4 gün sonra polise şikayet yaptığını, yayından dolayı psikolojisinin çok bozulduğunu ve işi gücü bıraktığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 4. tanığı olan Levent Kanioğulları’nın şahadetinde özetle hem KKTC hem TC vatandaşı olduğunu, Kıbrıs Ak Ocaklar derneğinin başkanı olduğunu, üyelerinin attığı mesaj sonucu yayının gördüğünü, yayının hakaret içerir nitelikte olduğunu,  derneğin 1200 üyesinin dilekçe verdiğini, Emare 1 gazeteyi hiç görmediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 6. tanığı olan Hasan Açan’ın şahadetinde özetle hem TC hem KKTC vatandaşı olduğunu, Emare 1 gazetedeki resmin kendisini rahatsız ettiğini, resimde eleştiri olmadığını ve aşalağıyıcı olduğunu, ilgili  resmi gördükten sonra takriben 1 hafta sonra polise şikayette bulunduğunu beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında özetle hırsızlık mal tasarrufundan aleyhine Lefkoşa’da ceza davası ikame edildiğini, ilgili davayı kabul edip neticelendirdiğini, Emare 1’deki “Yunan gözüyle” kısmı hiç dikkatini çekmediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 7. tanığı olan Fatih Aytan’ın şahadetinde özetle hem TC hem KKTC vatandaşı olduğunu, optik şubesi olduğunu, emare 1 yayından rahatsız olduğunu, ilgili yayını ilk facebook ve instagramda gördüğünü, hakaret içerikli olduğunu, polise 1-2 gün içerisinde şikayet yaptığını, yayının eleştiri içermediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 8. tanığı olan Özcan Akgül’ün şahadetinde özetle hem TC hem KKTC vatandaşı olduğunu, emare 1 karikatürü sosyal medyadan gördüğünü, eleştiri içermeyip aşağılayıcı olduğunu, 4-5 gün sonra polise şikayette bulunduğunu, tüm Türkiye’nin ilgili yayından dolayı ayağa kalktığını beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında özetle Kıbrıs’ın daha sakin ve özgür olduğunu ve ilgili yayının provakatif olduğunu  beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 9. tanığı olan Salih İneci’nin şahadetinde özetle hem TC hem KKTC vatandaşı olduğunu, emare 1’deki karikatürün hakaret içerikli ve küçük düşürücü olduğunu,  eleştiri içermediğini, 2-3 gün sonra polise şikayet yaptığını beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında özetle şikayeti yazıyı gördükten takriben 1 hafta sonra yaptığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 10. tanığı olan Büray Büsküvütçü’nün şahadetinde özetle hem TC hem KKTC vatandaşı olduğunu,  8.12.2017 tarihinde Afrika Gazetesi’ni okurken emare 1 yayının gördüğünü ve hemen polise gidip şikayette bulunduğunu, ilgili yayının eleştiri içermeyip küfür ve hakaret içerdiğini, TC Cumhurbaşkanlığı makamına yapılmış bir yayın olduğunu beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında özetle sabıkası olduğunu, sanık olarak Mahkemeye çok geldiğini, mezkur yayındaki “yunan gözüyle” ibaresinin bir kılıf olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 11. tanığı olan Prof. Dr. Metin Gürkanlar’in şahadetinde özetle Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi Dekanı olduğunu, 10 yıldır DAÜ’de çalıştığını, polisten rektörlüğe dava konusu resmin TC ile KKTC arasındaki ilişkileri bozup bozmadığı ve hakaret içerip içermediğinin incelenmesi hususunda yazı geldiğini, rektörlüğünde bu görevi kendisine verdiğini, emare 1 sayfa 9’daki dava konusu resmi incelediğini, öncellikle ifade özgürlüğünün hukuka uygun olması gerektiğini ve kişilik haklarına tevacüz etmemesi gerektiğini, dava konusu resmi incelerken haber verme veya yayma özgürlüğünü, yayının gerçek olup olmadığını, güncel olup olmadığını, kasıt olup olmadığını ve kişilik haklarına saygılı davranılıp davranılmadığını incelediğini, ifade özgürlüğünü incelerken sınırların nerede başlayıp nerede bittiğini bu belirttiği kriterler ışığında tespit edilmesi gerektiğini, dava konusu resmin hakaret içerikli olduğunu, dava konusu resimde TC Cumhurbaşkanın başının üzerine işendiğini ve bu durumun hem kişi haklarına hem de o ülkeyi temsil eden Cumhurbaşkanının toplumunun haklarına tecavüz etmekte olduğunu, Emare 1 gazetede yayınlanan resmi incelediğini ve TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açıkça hakaret içerdiği kanaatinde olduğunu, resimde eleştiri veya bilgilendirme olmadığını, resmin verdiği imaj birisinin başına idrar yapmak olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle KKTC yasaları ile alakalı ders vermediğini, esas uzmanlık alanının Medeni Usül olduğunu, kişisel kaanatine göre dava konusu yayının hakaret içerikli olduğunu, karikatürlerde daha mülayim olunması gerektiğini ancak dava konusu yayında 3 ayrı resim ve montaj olduğunu ve hakaret içerdiğini,  dava konusu yayının ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 12. tanığı olan Naciye Kazaz’ın şahadetinde özetle Milli Eğitim Bakanlığı’nda Eğitim Denetmeni olduğunu, öncesinde takriben 27 yıl Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptığını, polislerin Denetleme Kurulu’na gelip dönem başkanı İley Taşkın’dan değerlendirme istediklerini, başkanında bu görevi kendisine verdiğini, dava konusu yayının incelediği zaman kelimeler ve  harfler kullanılmadan resimler kullanılarak bir ifade de bulunulduğunu gördüğünü, ilgili resmin küfür olabilecek şekilde köklü Yunan kültürünün Recep Tayyip Erdoğan’ın başına pislediği veya onu pisliği ile boğuyor anlamını verdiğini söylebileceğini, dava konusu resimde eleştiri veya bilgilendirme olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle görsel uzmanlığı olmadığını, birinin ağzına yapmak veya başına yapmanın bizim kültürümüzde küfür olduğunu, yunan gözüyle ibaresinin resmin bir parçası olmadığını, ilgili ibarenin resmin üzerinde olduğunu, ilgili resmin bir yunan gözüyle yorumlanamayacağını nedeni ise dava konusu resim değerlendirme ise yunanlıların gözünden olduğunu değerlendirenin emare 1’deki resmi koyanın olduğunu, dava konusu resimde zaman dilimi olmadığını, hiçbir gazette veya dergi veya olaya atıfta bulunulmadığı veya açıklama olmadığını, dava konusu resmi yorumlayanın Afrika Gazetesi olduğunu ve dava konusu resmin başka bir yerden alındığına dair ibare olmadığını, değerlendirmesini harfler yerine resimler konunca anlatılana bakarak yaptığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 13. tanığı olan Prof. Dr. Çağlar Özel’in  şahadetinde özetle Uluslarası Kıbrıs Ünivesitesi’nde hukuk dekanı olduğunu, daha önceden Hacettepe Üniversitesi’nde hem öğretim üyeliği hem de hukuk dekanlığı yaptığını,  rektörlükten gelen talep üzerine  3 kişilik kurul oluşturulup emare 6 raporun hazırlandığını, talep edilenin emare 1’deki karikatürün bilimsel ve kendi düşünceleri çerçevesinde hakaret olup olmadığını değerlendirmeleri olduğunu, komisyonda bir hukukçu, bir edebiyatçı ve bir de iletişimci olduğunu, kendisinin hukukçu olarak katıldığını, her özgürlük gibi medya ve kişisel özgürlüklerin de sınırları olduğunu, başkalarını küçük düşürücü hakaret edici yayın yapmanında bu sınırlar içerisinde olmadığını düşündüklerini ve bu çerçevede raporu hazırladıklarını, devlet büyüklerine karşı yapılan yayınların çok ağır olmamak şartı ile eleştiri sınırları içerisinde değerlendirilmeleri gerektiğini de dikkate aldıklarını, emare 1’i değerlendirdiği zaman dava konusu karikatürün etik sınırlar içerisinde olmayarak sınırları aştığını daha doğrusu zorladığını çünkü sınırların her olayda değiştiğini ve her olayın kendi özellikleri içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini, emare 1 yayında yunan bayrağı olması ve bir yunanlıyı temsil eden heykelin varlığı ve bu heykelin TC Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan birinin resmi veya kafası üzerine işemesi düşünce özgürlüğü çerçevesinde kabul edilemeyeceğini, Cumhurbaşkanı doğrudan doğruya devletin varlığını temsil ettiği cihetle kişilik özellikleri önemsiz olmaksızın değerlendirilmesi gerektiğini, önemli olanın bu kişinin taşıdığı sıfat ve doğrudan doğruya TC’ni temsil etmesi olduğunu, burada o toplumun temsil edildiği düşüncesi ortaya çıktığını, emare 1’deki yayının eleştiri içermediğini, bilgide vermediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle  Emare 6 raporun hem dava konusu yayını hem de dava konusu olmayan başka bir yazıyı da kapsadığını, emare 6 raporun 2. maddesinde demokratik ortamlarda siyasetçilerin tanınmış kişilerin kendilerine karşı yapılan eleştirilere daha hoş karşılamalarını gerektiğini ifade ettiğini, KKTC Ceza Yasası’na ilişkin bir uzmanlığı olmadığını, emare 6 raporu AİHM kararlarını inceleyerek hazırlamadıklarını, genel bilgileri ve kanaatleri neticesinde sonuca ulaştıklarını,  sınırların aşılamaması kaydı ile yayınların provakatif veya can sıkıcı olabileceğini, sadece provakatif olmasının ceza alması için yeterli olmadığını beyan ettiği görülmektedir.   

 

İddia Makamının 14. tanığı olan Doç. Dr. Metin Ersoy’un  şahadetinde özetle Doçent olup DAÜ’de İletişim Fakültesinde Yeni Medya ve Gazetecilik bölümünde çalıştığını, lisansını Radyo TV ve Sinema üzerine yaptığını, yüksek lisansını ve doçentliğini gazetecilik üzerine yaptığını, 1 yıl Medya Etik Kurulu’nda yer aldığını, üniversitede Bilimsel Yayın Etiği Kurulu’nda yer alması nedeniyle rektörlüğün dava konusu  yayının bilimsel yayın etiğine uyup uymadığı hakkında rapor istediğini, raporunu Medya Etik Kurulu’nda yer alan değerlere göre özellikle madde 15 ve 21’e göre hazırladığını, madde 21 tahtında değerlendirdiği zaman yayının eleştiri sınırlarını aştığını, madde 15’in 100% meseleye oturmaması ile birlikte yayının madde 15 tahtında da eleştiri sınırlarını aştığını,  madde 15 ve 21’i değerlendirerek raporunu hazırladığını, yayında etik ihlal olduğunu, Medya Etik Kurulu’nun ilkeleri uluslararası standarda göre hazırlandığını, dava konusu kolajda eleştiri veya bilgilendirme olmadığını, yayında alıntıda görülmediğini, alıntının manasının kaynağını göstererek belirtilen material olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle  raporunu hazırlanken AİHM kararlarından yararlanmadığını, siyasilerin daha hoş görülü ve toleranslı davranması gerektiğini ancak emare 1 yayının bu kapsamda olmadığını çünkü toleransın kişiden kişiye değiştiğini, dava konusu yayında nefret söylemide olduğunu, bu sonuca yayına bakarak ve heykelin başının üzerine idrar yapması sonucu ulaştığını, bu resmin TC ve Yunanistan toplumları arasında gerginlik veya sıkıntı yaratabileceğini, bu yayının  TC ve KKTC arasındaki ilişkikeri gerginleştirmediğini, TC’de basın özgürlüğünün ciddi bir tehlike altında olduğunun doğru olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 15. tanığı olan Ali Baturay  şahadetinde özetle Kıbrıs Gazetesi’nde Genel  Yayın Yönetmeni olduğunu, 20 yıldır Kıbrıs Gazetesi’nde çalıştığını ve gazeteci olduğunu, Genel  Yayın Yönetmeninin gazetede herşeyden sorumlu olduğunu, Genel  Yayın Yönetmeni bilgisi dışında gazete bir şey yayınlanamayacağını, alıntının iktibas demek olduğunu ve alındığı yerin kaynağının gösterilmesinin daha uygun olacağını, emare 1 gazetedeki dava konusu yayının yanındaki yazıya baktığı zaman alıntı olduğu yazdığını, dava konusu yayının üzerinde “Yunan gözüyle” ibaresi olduğu için bir yunan gazetesi veya dergisi veya websitesinden alındığı intibası uyandırdığını ancak nereden alındığının yazmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

 Ayni tanığın istintakı sırasında özetle internette araştırma yapılması halinde dava konusu yayından daha kötülerinin yer aldığının görüleceğini ve bu tip karikatürlere veya yayınlara hoşgörü ile bakılması gerektiğini, dava konusu yayının Recep Tayyip Erdoğan’a hiçbir şey kaybettirmediğini ve yayının hakaret olmadığını, yayınlanmasının basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini, Dünya Basın İndex’ine göre KKTC’nin kötü durumda olmadığını ancak TC’nin 180 ülke içinden 153’üncü sırada olduğunu, dava konusu yayında nefret görmediğini, yayında hiciv olduğunu tüm dünya liderlerine karşı daha sert fotomontaj ve karikatürler yapıldığını ve bunların hoşgörü ile karşılandığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 16. tanığı olan Utku Karsu’nun  şahadetinde özetle emare 1 dava konusu fotoğrafdaki “yunan gözüyle ibaresinin” yer alması sebebiyle ilgili fotomontajın Yunanlıların bizi nasıl gördüğü ile ilgili bir mizahsen olduğunu, dava konusu yayında imza olmadığını, emare 1 dava konusu yayının uyarıcı olduğunu çünkü Yunanlıların bu adamı sevmeyip saygı duymadığı şeklinde olduğunu, dava konusu fotoğrafın eleştride içerdiğini şöyle ki; Recep T. Erdoğan’ın iyi bir başkan olmadığı hususunda eleştiri içerdiğini ve uyarıcı olduğunu, başka bir değişle Yunanlıların gözüyle iyi başkan olmadığını izah ettiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle sanatçının görevinin zaman zaman provoke etmek ve uyarmak olduğunu, kendisinin daha önce Rum lideri için resimler çizdiğini, iki toplumu düşmanlaştırmak için çizmediğini, sanat eserleinin eleştiri içerebileceğini ve politikacıların hoşgörü ile karşılaması gerektiğini, emare 1 fotoğrafdaki “Yunan gözüyle” ibaresinin yunan gözüyle Recetp T. Erdoğan böyle gözükür anlamını ifade ettiğini, belki de toplum olarak yapılacak bir özeleştiri olduğunu, ilgili yayının Yunanlılar bizi böyle görür diye bilgi verdiğini, Şener Levent’in uluslararası alanda tanınmışlığı olup muhalif bir kişi olduğunu,  fotomontajlarda genelde imza olmadığını, karikatürlerde imza olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 17. tanığı olan Ahmet Ü. Hasan’nın  şahadetinde özetle 2000 yılında beridir Yakın Doğu Üniversitesi’nde rektor ve öğretim üyesi olduğunu, genel uzmanlık alanın genel kamu hukuku olduğunu, hukuk tarihi dersi verdiğini, polisin dava konusu yayınla ilgili değerlendirme yapmasını istediğini, emare 8 yazıyı hazırladığını, dava konusu yayının hakaret içerikli olduğunu, Devleti temsil edilen bir kişinin başına idrar yapıldığını ve bu durumun hakeret içerdiğini, emare 8 yazıyı hazırlarken  51 yıllık bilgi ve düşüncelerini aktardığını, yayında eleştiri olup olmadığını bilemediğini ama alışılmış bir uslup olmadığını, eleştiri değil ama hakeret olduğunu   beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle uluslararası hukuk alanında uzmanlığı olmadığını, kişilik haklarına saldırı veya ihlal olmadığı sürece siyasilerin basında eleştirilebileceğini, ilgili yayının kişilik haklarını rencide ettiğini, dava konusu yayının vahim hakaret içerdiğini çünkü Yunan bayrağı sembolize edilerek yapıldığını, emare 8 yazıyı hazırlarken herhangi bir kaynaktan faydalanmadığını, ilgili yayında Yunan gözüyle böyle görülüyor anlamının çıkmayacığını bunuda raporunun 3 paragrafında yazdığını, çiş yapıldığı için Yunan bayrağı olsun olmasın hakareti ortadan kaldırmayacağını, hazırladığı yazıda kişisel görüşünü yazdığını, iki ülke arasında bazı çevrelerde muhtemelen gerginleşme olduğunu, ilgili yayının hakeret içermesi nedeniyle iki ülke arasındaki huzur ve dostluğu  bozabileceğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 18. tanığı olan Metin Karadağ’ın  şahadetinde özetle 15 yıldır Uluslarası Kıbrıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi dekanı olduğunu,  Halk Edebiyatı üzerine ders verdiğini, Emare 6 raporun 3 kişilik bir kurul tarafından hazırlandığını ve kendisinin de raporda imzası olduğunu, dava konusu yayının edebiyat ile ilgili kısımlarını değerlendirdiğini, emare 6 raporda karikatür ile ilgili doğrudan birşey olmadığını ancak yayının etik ve estetkik olmadığını düşündüğünü, emare 1 yayının TC Cumhurbaşkanının başına idrar yapılması sebebiyle soğukluk veya nefret uyandırabilecek bir yayın olduğunu, Devleti temsil niteliği olan yapıya hakaret olduğunu, buradaki mesajın tek kişiye değil o ülkeye verildiğini, resimde eleştiri olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle hukuk veya görsel sanatlar eğitimi olmadığını, emare 1’in kişinin haklarını ihlal ettiğini, değerlendirmesini etik ve estetik açıdan yaptığını ve kişisel değerlendirmesi olduğunu, raporu hazırlarken AİHM kararlarından faydalanmadığını, karikatürün kendisi ile değerlendirme yapmadığını ancak içeriği verdiği mesaj ile ilgili raporda görüşlerinin yer aldığını, siyasilerin daha hoşgörülü olması gerektiğini ancak dava konusu yayında idrar olduğunu, görsellerin kırıcı, provakatif olabileceğini ancak hakaret içermemesi gerektiğini  beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 19. tanığı olan Hikmet Seçim’in  şahadetinde özetle 13 yıldır Uluslarası Kıbrıs Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi dekanı ve profesör olduğunu, yüksek lisansı dersi yönetim ve organizasyon, doktora dersi olarak ise stratejik iletişim dersleri verdiğini, emare 6 raporda imzası olduğunu, şahsa yapılmış bir hakaret veya aşağılama olduğunu, raporu herhangi bir kaynağa bakmadan bilgi birikim ve tecrübesine dayanarak hazırladığını, yayında eleştiri veya aydınlatıcı birşey olmadığını, dava konusu yayının basın özgürlüğü kapsamında olmadığını   beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle hukukçu olmadığını, emare 6’yı hazırlarken fotoğraftaki kişinin yerine kendisini koyup empati yaptığını ve raporu hazırladığını, rapordaki hukuksal kısımları hukuk dekanının hazırladığını, kendisinin iletişimci olarak yayının ne mesaj verdiğini söylediğini, AİHM kararlarına bakmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 20. tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’ın şahadetinde özetle Lefke  Avrupa Üviversite’inde hukuk bölümü dekanı olduğunu, Medeni hukuk üzerine ders verdiğini, rektörlüğün talebi üzerine emare 1’deki yayın ile ilgili görüş hazırladığını, görüşü hazırlarken dikkate ettiği kriterler arasında kişilik hakkının olduğunu ve  TC ile Uluslarası hukukdaki kararları incelediğini, dava konusu yayında kişilik haklarına saldırı olduğunu, evrensel hukukta basının halkı aydınlatma hakkının da olduğunu, basının ifade özgürlüğü ile kişilik hakkının hukuken korunması gerektiğini, basının yayın yaparken dikkat etmesi gereken kriterlerin olduğunu ve bu kriterlerin özetle gerçeklik, güncellik, kamu yararı ve uslüp olarak ölçülü olup olmadığı olduğunu, dava konusu yayından önce TC  Cumhurbaşkanı ile Yunan hukümetinin başkanının görüştüğünü ve basında haberler yer aldığını, görüşmenin başarısızlıkla sonuçlandığını, dava konusu yayının o görüşmedeki başarısızlığın  faturasının kime çıkarılacağını ifade etmeye çalıştığını, dava konusu yayının gerek TC ile Yunanistan halkları arasındaki ilişkiyi gerekse Kıbrıs’taki toplumlar arasındaki ilişkiyi ifade ettiğini ve eleştiri dili kullanmaya çalıştığını, ancak eleştiri sınırını aştığını, dava konusu yayının TC Cumhurbaşkanlığı sıfatına veya toplumuna yönelik bir  eleştiri olmadığını, Recep Tayyip Erdoğan’ın hem Cumhurbaşkanı hem de bir siyasi partinin genel başkanı olması sebebiyle birden çok tablo ortaya çıktığını, dava konusu yayının  TC ile Yunan halkının bir birinden uzak olduklarını ifade ediş biçimi olduğunu, Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsını yönelik bir saldırı olduğunu ve kişlilik hakkını ihlal ettiğini, yayının KKTC’de yayınlandığı için kamu yararı olup olmadığını tartışıldığını, dava konusu yayında Türk toplumunu veya KKTC vatandaşlarını veya Yunan halkını rencide edicek bir şeyin olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle emare 1 dava konusu yayında Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsını yönelik bir saldırı olduğunu, siyasilerin raporunda belirttiği gibi daha hoşgörülü olmaları gerektiğini, basın yayınlarının  itici, şoke edici, vahim iddiaların ve provakatif edici ifadeler kullanabileceğini ancak kişilik haklarının ihlal edilmemesi gerektiğini, dava konusu yayının provakatif olduğunu ve idrar dökme olduğu için Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yayına tahamül göstermemesi gerektiğini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve içtihatına göre basına geniş alan bırakılması gerektiğini, dava konusu yayının Recep Tayyip Erdoğan’ın itibarını ve saygınlığını düşürmediğini, nefret oluşturmadığını, raporunda hukuki değerlendirme yaptığını ve ceza hukuna vakıf olmadığını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve içtihatlarının KKTC’nin mevzuatına dahil olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 21. tanığı olan Naciye D. Işıkgören’in şahadetinde Afrika Gazetesi’nin eleştirisel bir yayın organı olduğunu, dava konusu yayında Cumhurbaşkanına aşağılayacı bir tavır olduğunu, yine yayında tahkir edici unsurda olduğunu,  Cumhurbaşkanına yapılması sebebiyle halka da dokunduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle dava konusu yayını incelerken sadece görsele baktığını üzerindeki “Yunan gözüyle” ibaresini veya ifadelerine dikkate almadığını, yazıları sosyologların yorumladığını, bir görselin birini rencide ederken başka birini rencide etmeme ihtimali olduğunu, dava konusu yayında Yunanlıların bütün tarihlerini de işin içine katarak biriktirdikleri herşeyi Cumhurbaşkanının üzerine döktüğünü, dava konusu yayının bilgi mahiyetli olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 22. tanığı olan Prof. Dr. Hüseyin Oğuz’un şahadetinde özetle Lefke  Avrupa Üniversitesi’nde Etik Kurulu başkanı olduğunu, kurulun yayınlanan makalelerde veya tezlerde intihal olup olmadığını araştırdığını, polisten gelen yazı sonucu dava konusu yayınla ilgili rapor hazırladığını, raporunu hazırlarken etik kurallar açısından değerlendirdiğini, intihalin fikir hırsızlığı veya çalma anlamına geldiğini, emare 1’de antik Yunan dönemine ait Appolo heykelinin TC Cumhurbaşkanının başına idrar bırakması sebebiyle aşağılayıcı olduğunu, kaynak belirtilmemesinin oldukca manidar olduğunu,  dava konusu yayının Yunan kültürü bayrağının kullanılması nedeniyle Türk Kültürünü aşağıladığını, 7.12.2017 tarihinde TC Cumhurbaşkanının Yunanistanı ziyaret ettiğini ve bu yayını yapan gazetenin emare 1’de bu durumu belirtilmediğini, aşağılamanın TC devletine karşı yapıldığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle uzmanlık alanının Kimya Mühendisliği olduğunu, karikatür veya ifade özgürlüğü veya iletişim veya insan hakları üzerinde bilimsel çalışmasının olmadığını, intihal üzerine makaleler okuduğunu, emare 11 hazırladığı belgede  tarih, elektronik olarak yazılmış ve isim olmadığını,  referanslamada bilimsel makale hazırlama formatını kullanmadığını, emare 11’in kendi kişisel görüşü olduğunu, nefret söylemenin ırka dile dine dayalı toplumda yaşayan çeşitli gruplar içerisinde tehlikeli gelişmelere yol açabilecek söylem anlamına geldiğini, emare 1’in TC’nin tüm vatandaşlarına hakaret içerdiğini,  emare 1 dava konusu yayının din veya dille ilgilisi olmadığını, nefret söylemi ile ilgili hukuki çalışması olmadığını, siyasilerin provakatif yayınlara karşı daha hoşgörülü olması gerektiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

Sanık 1’in temsilcisi Ali Osman Tabak’ın şahadeti sırasında özetle dava konusu yayının gazeteye verildiği gün izinli olduğunu ve ertesi günü ilk kez gazetede gördüğünü,  dava konusu yayının Yunanlıların bakış açısını anlattığını ve hakaret olmadığını beyan ettiği görülmektedir.  Sanık 1’in temsilcisi Ali Osman Tabak’ın istintakı sırasında özetle dava konusu yayında “Yunan gözüyle” ibaresi olduğu için onların bir kısmının görüş açısını aktardığını, dava konusu yayında aşağılama niyeti olup olmadığını yayınlayanın bileceğini, dava konusu yayından önce Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’a ziyareti olduğunu ve orada bulunan Yunanlıların bir kısmının tepkisini böyle dile getirdiğini, dava konusu yayının salt hakaret veya aşağılama içermediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

Sanık  2’nin yeminli şahadeti sırasında özetle dava konusu yayından önce Recep Tayyip Erdoğan’ın  Cumhurbaşkanı sıfatı  ile uzun bir süre sonra Yunanistan’a ziyareti olduğunu ve 12 ada ile ilgili talepleri olduğunu ve Yunanlıra kibar davranmayıp rencide ettiğini, Yunanlılarında başka toprak daha talep ediyormu diye tepkileri oluştuğunu, haberin sadece yazı ile değil resim ile de olabileceğini, dava konusu yayının yayınlama amacının bir Yunanlı ve/veya Kıbrıslı Rumun TC Cumhurbaşkanı yani Recep Tayyip Erdoğan’ı nasıl gördüğünü aktarmak olduğunu, amacının düşmanın Recep Tayyip Erdoğan’ı nasıl gördüğünü aktarmak olduğunu beyan ettiği görülmektedir. 

 

Sanık 2’nin istintakı sırasında özetle Yunanların ziyaret sonrası tepkileri oluştuğuna dair hem Rum hem de Yunan yazarladan çok yazı okuduğunu, dava konusu yazıya “Yunan Gözüyle” ibaresini kendisinin yazdığını, dava konusu yayında Yunanlıların tepkisinin gösterildiğini ve bunun bir eleştiri olduğunu, dava konusu yayın ile düşmanlarının Yunanlılar’ın Recep Tayyip Erdoğan’ı nasıl gördüğünü veya düşündüğünü aktardığını ve bu hususta haber verdiğini, Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine teşekkür etmesi gerektiğini çünkü ona düşmanlarını göstererek, iyilik yaptığını, bu yayındaki görüşe katıldığına dair bir tek yazısı veya yorumu olmadığını aksine düşmanların nasıl gördüğünü aktardığını, niyetinin KKTC ve Türkiye arasındaki huzur ve dostluğu bozmak olmadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 1. tanığı olan Turgut Avşaroğlu’nun şahadeti sırasında özetle  Afrika Gazetesinde köşe yazarlığı da yaptığını, dava konusu yayını görünce güldüğünü, yunan gözüyle ibaresinin Yunan gözüyle bakıldığında Yunanlıların Recep Tayyip Erdoğan’a saygıları olmadığını gösterdiğini, emare 1’deki  yayının kolaj olduğunu ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu, dava konusu yayından bir  Kıbrıslı Türk olarak rahatsızlık veya öfke veya üzüntü duymadığın beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında özetle dava konusu yayında genel olarak bir eleştiri olduğunu, düşüncede veya yazıda veya resimde gazeteci için sınır olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 2. tanığı olan Yaşar Ersoy’un şahadeti sırasında özetle tiyatrocu olduğunu, çeşitli komitelerde görev aldığını, iki toplumlu kültür sanat komitesi üyesi olduğunu, şu anda Lefkoşa Belediye Tiyatrosunda yönetmen, oyuncu ve yazar olarak görev yaptığını, 7 basılmış kitabı olduğunu, karikatürün mizah sanatının bir dalı olduğunu ve çizgiyle resmedilen bir sanat olduğunu, aynı zamanda karikatürün fotoğrafla veya canlı organizmayla da yapılabileceğini,  edebiyatta da buna karikatürize etme dendiğini, karikatürün toplumsal, siyasal ve birtakım kültürel olaylara dair yapılan eleştirel bir bakış olduğunu,  eleştirinin  o toplumsal çarpıklığa ve o toplumsal çarpıklığın sebebi olan iktidara ait olduğunu, çünkü karikatürün veya mizahın amacı iktidar gücünü eleştirmek veya gülünçleştirmek veya ironi sanatıyla iğneleme ile taşlamak olduğunu, bu tarz eleştirilerin demokrasiyi güçlendirdiğini, tarih boyunca ta Aristofanes’ten beri yani Antik Çağ’dan beri Aristofanes’in oyunlarında baş tanrı Zeus’a karşı Yunan gözüyle bakıldığında,  Fallus’u yani erkeklik organını kullandıklarını ve Yunan kültüründe Fallusun çok önemli bir ironi taşlaması olduğunu, Yunan antik döneminde baştanrı Zeus’un boka batırılıp çıkarılarak eleştirildiğini, yine antik dönemde barış tanrıçayı kurtarmak için savaştan kuyuya attığı barış tanrıçayı kurtarmak için Aristofanes oyununda Trigolos’u Fallus’un üzerine bindirerek baştanr Zeus’un katına çıkardığını, Zeus’un erkeklik organı ile eleştirildiğini, dava konusu yayının karikatür – kolaj olduğunu, dava konusu yayında Yunanlıların en önemli eleştri aracı Fallus yani erkeklik organı ile eleştri yaptıklarını, demokrasi kültüründe bu tarz eleştrilerin normal olduğunu, gündemi sürekli takip ettiğini ve Recep Tayyip Erdoğan’ın adalar ile ilgili demecinden yani adaları istemesinden dolayı emare 1 dava konusu yayında eleştirel bir bakış olduğunu, dava konusu yayının Yunan kültüründe yaygın bir eleştri tarzı olduğunu, dava konusu yayında eleştrisel bir bakış, hiciv, taşlama ve ironi olduğunu, mezkur yayından dolayı KKTC ve TC arasındaki ilişkilerin bozulmadığını, dava konusu yayında şiddete çağrıda olmadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle karikatürlerde genelde söz tercih edilmediğini, Yunanlılarda heykelin sanatın en üst noktası olduğunu, dava konusu yayında soyutlama sanatı olduğunu, adalarla ilgili figür görmeye gerek olmadığını, dava konusu yayında o dönemin olaylarını anlatan eleştiri olduğunu, Shakespeare dahil tüm sanat eserlerinde argo dil kullanıldığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 3. tanığı olan Şener Elcil’in şahadeti sırasında özetle KTÖS’ün Genel Sekreteri olduğunu, dava konusu yayının maskaralık olarak gördüğünü ve hakaret içermediğini, dava konusu yayında şiddete çağrıda olmadığını beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında özetle yayında Yunan gözüyle ibaresi olması nedeniyle önce Yunan gazetesinde yayınlandığını düşündüğünübeyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 4. tanığı olan Ali Kişmir’ın şahadeti sırasında özetle gazeteci olduğunu, Basın-Sen’in başkanı olduğunu, Afrika Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptığını, dava konusu yayında hakaret olmayıp Yunanlıların gözüyle bir eleştiri içerdiğini, mezkur yayının şiddete çağrı da yapmadığını beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında özetle dava konusu yayın öncesinden Recep Tayyip Erdoğan’ın adaları talep eden ve Fetocu askerleri geri iade talep eden demeci yüzünden bir gerginlik olduğunu, Yunanlılarında bu hususlarda karşı demeci olduğunu, bu hususta köşe yazısı da yazdığını, dava konusu yayında Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirmek için yapıldığını ve ille bir şey yazmasının gerekmediğini, dava konusu yayında gerginliğin Yunan heykelinin Cumhurbaşkanının başına işemesiyle görüldüğünü ve demeç gerginliğine böyle cevap verdiklerini beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 5. tanığı olan Senih Çavuşoğlu’nun şahadeti sırasında özetle öğretim görevlisi olup 2008 yılından beridir DAÜ İleteşim  fakültesinden Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim bölümü başkanı olduğunu,  profesör olduğunu, ulusal ve uluslarası  ödülleri  ve atölye çalışmaları olduğunu, karikatür yaparken kolaj tekniği kullandığını, karikatürün sanat mizahı olduğunu, kolajın bir karikatür tekniği olduğunu, kolajın sanat yapmak için bir araç olduğunu, görsel sanatın kolajıda içerdiğini, dava konusu yayının ve hakaret içermediğini, karikatürün güldürürken düşündürdüğünü beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında özetle karikatürde tek bir mesaj verilmediğini, bir yapanın verdiği bir de okuyanların aldığı mesaj olduğunu, dava konusu yayında Yunan kültürünün yorumu aktarıldığını, dava konusu yayın dönemindeki gündem maddesinin ne olduğunu bilmediğini ve emare 1’e baktığı zaman hangi  konuya tepki koyulduğunu söyleyebilecek durumda olmadığını, sanatta ironi ve metafor olduğunu, sanatta direkt bir şey yer almadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 6. tanığı olan Sami Özuslu’nun şahadeti sırasında özetle 27 yıllık gazeteci olduğunu, şu anda Gazeteciler Birliği Başkanı’da olduğunu, dava konusu yayının hakaret içermediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 7. tanığı olan Ümit İnatçı’nın  şahadeti sırasında özetle uzun yıllar yerli üniversitlerde Görsel Tasarım, Sanat Tarihi, Sanat Felsefesi ve Resim üzerine ders verdiğini, şu anda sanatçı olduğunu, uluslararası ödülleri olduğunu, karikatür ve kolajın görsel sanat içerisine girdiğini, dava konusu yayında hakaret olmadığını, mezkur yayındaki Yunan bayrağı ve Yunan heykelinin  Yunan ulusunu veya medeniyetini temsil ettiğini, yayındaki Recep Tayyip Erdoğan resminin de ideolojik figürü temsil ettiğini, mezkur yayında görsel bir kurgu olduğunu ve yayından iğneleme yani sarcazim olduğunu,  dünyada çok daha kötü daha ağır eleştrilerin yapıldığını, dava konusu yayının en üst kısmında “Yunan Gözüyle” ibaresi yer aldığını ve Yunanlıların öyle baktığını ifade ettiğini, Recep Tayyip Erdoğan’ın öfkeli ve sinirli göründüğünü ve Yunanlılar ile her zaman alıp veremediği bir şey olduğunu gösterdiğini çünkü Recep Tayyip Erdoğan’ın öfkeli görüldüğünü beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle dava konusu yayında sert bir iğneleme yani sarcazim olduğunu ancak hakaret olmadığını, iğnelemenin Recep Tayyip Erdoğan’ın herhalde siyasi çıkışlarına veya tavırlarına karşı olduğunu,  dava konusu yayında Recep Tayyip Erdoğan’ın hangi icraatının eleştirildiğini söyleyemeyeceğini, kendisinin sadece imgelere baktığını, dava konusu yayında Recep Tayyip Erdoğan’a karşı genel bir tepki olduğunu, dava konusu yayında 12 adalar haritası veya sözcüğü veya görseli olmadığını, metaforik olarak birinin ağzına işemenin hakaret olmadığını, küfürün hakaret olmadığını sadece sövme olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 8. tanığı olan  Mehmet Levent’in  şahadeti sırasında özetle Afrika Gazetesi’nin direktörü olup ilgili gazetede köşe yazarlığı yaptığını,  dava konusu yayının hakeret içermediğini ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu, dava konusu yayının mizah olup mizahta veya sanatta hakaret aranmadığını beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında özetle sanık 2’nin kardeşi olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 9. tanığı olan  Beren Dağtaş’ın  şahadeti sırasında özetle ÖDTÜ’de siyasi bilimleri eğitimi aldığını, İsviçre’de  Uluslarası Çatışma ve Anlaşma dalında yüksek lisans yaptığını, eğitiminden dolayı siyaset bilimcisi olduğunu, dava konusu yayında hakaret olmadığını, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünün değil kendi partisini temsil ettiğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyada 3 büyük kara ordusuna sahip olduğunu ve  dava konusu yayın öncesinden Recep Tayyip Erdoğan’ın Lozan Antlaşmasının tekrar gündeme açılması ve Ege’de Yunanistan kontrolünde olan 12 adaların Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmesi gerektiğini ifade etmesi üzerine yayınlandığını, Recep Tayyip Erdoğan’ın bu söylemelerinin Yunanistan’ın egemenliğini tehdit ettiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

Ayni tanığın istintakı sırasında özetle siyaset bilimcisi olması ve her gün dünya basınını ve haberlerini takip etmesi nedeniyle dava konusu yayına baktığı  zaman o tarihlerde Yunanistan ile Türkiye Cumhuriyet’i arasındaki ilişkilerin nasıl olduğunu bildiğini ve 12 adaları yayında gördüğünü beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 10. tanığı olan  Faize Özdemirciler’in  şahadeti sırasında özetle karikatür ve kolajlarda hakaret aramadığını, emare 1 yayın öncesi Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti sırasında  Lozan Antlaşmasının tekrar gündeme açılması  gerektiğini ifade etmesi üzerine muhtemelen yapılan bir tepki olduğunu beyan ettiği görülmektedir.  dava konusu yayında  Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafına işendiğini ancak gerçek anlamda bir işeme olmadığını ve bunun Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti sırasında  yapmış olduğu sözlere karşın bir tepki olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 11. tanığı olan  Zeki Beşiktepeli’nin  şahadeti sırasında özetle Moskova’da ekonomi eğitimi aldığını, bilahare bu dalda doktorası olduğunu, Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesin’de 21 yıl ders verdiğini, akademik ünvanının Yardımcı Doçent olduğunu,  dava konusu yayından kısa bir süre önce  Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyaret ettiği ve ziyareti sırasında 12 adalar ile ilgili Lozan Antlaşmasını yeniden açmak için tartışmaya sunduğunu, Anayasa hukukçusu olan Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın yetkim yok yetkililer ile konuşun dediğini ve 2 Cumhurbaşkanı arasında tartışma geçtiğini beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında özetle kolajın Yunancada yapıştırma anlamına geldiğini, eleştiren bir kolajda eleştirilen konu ile ilgili düşüncesel bir bağ olması gerektiğini, dava konusu yayında Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti sırasında yaptığı konuşmaların yer almadığını ve yer almasında gerek olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 12. tanığı olan Abdullah Korkmazhan’ın şahadeti sırasında özetle 2017 yılında Türk ve Ortadoğu  bölgeleri çekişmesi üzerine doktorasını tamamladığını, 2017 yılından beri YDÜ’de Siyasi Bilimler dersi verdiğini, bir dönem Birleşik Kıbrıs Partisi’nin Genel Sekreteri olarak görev yaptığını, sanık 1’in muhalif bir gazete olduğunu, emare 1’deki dava konusu yayını görünce komik bulduğunu, ilgili yayından  önce Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyaret ettiği ve ziyareti sırasında Yunanistan Başbakanı ile yaptığı basın toplantısı sırasında  Lozan Antaşmasının güncellenmesini gerektiğini  ve bu doğrultuda adaların Türk adaları olduğunu iddia etmesi üzerine 2 devlet adamı arasında gerginlik yaşandığını,  dava konusu yayınından  Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti sırasında sarf ettiği sözlere tepki olarak yayınlandığını, dava konusu yayının  mizah olup hakaret içermediğini beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında özetle ifade ve basın özgürlüğünün sınırları olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Öncelikle olguları tesbit için sunulan tüm şahadeti ve ibraz edilen emareleri dikkatli bir şekilde tetkik ve tezekkür ettim.  Huzurumdaki şahadeti tezekkür ettiğim zaman dava konusu yayına müdahalenin Recep Tayyip Erdoğan’ın haklarının veya itibarının korunması için gerekli olup olmadığı ve dava konusu kolajın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek ve nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olup olmadığı  hususlarında İddia Makamı tanıklarının çelişkili şahadet sunduğu görülmektedir şöyle ki:

  

  1. İddia Makamı tanıklarının bir kısmı yayının  hakaret edici veya tahkir edici veya kişilik haklarını rencide edice nitelikte olup eleştiri içermediğini iddia etmesine rağmen İddia Makamının 15. tanığı olan Ali Baturay  şahadetinde dava konusu yayının Recep Tayyip Erdoğan’a hiçbir şey kaybettirmediğini ve yayının hakaret olmadığını, yayınlanmasının basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini;  İddia Makamının 16. tanığı olan Utku Karsu’nun  da şahadetinde dava konusu yayının uyarıcı nitelikte olduğunu, emare 1 dava konusu fotoğrafdaki “Yunan gözüyle ibaresinin” yer alması sebebiyle ilgili fotomontajın Yunanlıların bizi nasıl gördüğü ile ilgili bir mizahsen olduğunu, emare 1 dava konusu yayının uyarıcı olduğunu ve eleştiri içerdiğini; istintakı sırasında da dava konusu yayının Yunanlılar bizi böyle görür diye bilgi verdiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

  1. İddia Makamı tanıklarının bir kısmı yayının  hakaret edici nitelikte olup eleştiri içermediğini iddia etmesine rağmen İddia Makamının 20. tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’ın şahadeti sırasında dava konusu yayının Recep Tayyip Erdoğan’ın itibarını ve saygınlığını düşürmediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

  1. İddia Makamı tanıkları özellikle Müfettiş İsa Sevindik, Prof. Dr. Hüseyin Oğuz’un, Doç. Dr. Metin Ersoy’un ve Metin Karadağ’ın    şahadetlerinde dava konusu yayının nefret içerdiğini iddia etmelerine rağmen İddia Makamanın 20. tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’ın şahadeti sırasında dava konusu yayının nefret oluşturmadığını;   İddia Makamının 15. tanığı olan Ali Baturay  şahadetinde dava konusu yayında nefret görmediğini, yayında hiciv olduğunu tüm dünya liderlerine karşı daha sert fotomontaj ve karikatürler yapıldığını ve bunların hoşgörü ile karşılandığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Yine huzurumdaki şahadeti tezekkür etmeye devam ettiğim zaman İddia Makamı tanıklarının  Prof. Dr. Nuri Erişkin hariç özellikle öğretim görevlisi olan tanıklarının raporlarını veya görüşlerini hazırlarken hiç birinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve/veya içtihat kararlarını  ve/veya KKTC mevzuatını detaylı araştırmadığı ve/veya dikkate almadığı görülmektedir.

 

Yukarıda yasal durumu incelerken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin KKTC  iç hukukunun bir parçası olduğunu ve dava konusu kolaja  müdahalenin meşru olarak kabul edilebilmesi İnsan Hakları Sözleşmesi ve İçtihatları tahtında belirenen  üç koşulun yerine getirilmesi gerektiğini ifade etmiştim.

 

İddia Makamının 11. tanığı olan Prof. Dr. Metin Gürkanlar’in şahadetini tezekkür ettiğim zaman dava konusu yayının ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığını ifade etmesine rağmen kişisel kaanatine göre dava konusu yayının hakaret içerikli olduğunu ifade ettiği ve bu kanaati oluştururken KKTC’nin ve/veya İnsan Hakları Mahkemesi’nin mevzuatını dikkate almadığı görülmektedir.

 

İddia Makamının 12. tanığı olan Naciye Kazaz’ın şahadetini tezekkür ettiğim zaman   dava konusu yayının küfür içerikli olduğunu iddia etmesine rağmen  değerlendirmesini harfler yerine resimler üzerinden yaptığı ve dava konusu yayın üzerindeki “Yunan gözüyle” ibaresini hiç dikkate almadığı görülmektedir.

 

İddia Makamının 13. tanığı olan Prof. Dr. Çağlar Özel’in  şahadetini tezekkür ettiğim zaman 3 kişilik kurul oluşturulup emare 6 raporun hazırlandığını, dava konusu yayını hukukçu olarak  bilimsel ve kendi düşünceleri çerçevesinde hakaret olup olmadığını değerlendirdiğini ve emare 6 raporu hazırlarken KKTC Ceza Yasası’nı  ve/veya AİHM kararlarını detaylı inceleyerek hazırlamadığı görülmektedir.

 

İddia Makamının 14. tanığı olan Doç. Dr. Metin Ersoy’un  şahadetini tezekkür ettiğim zaman emare  7 raporunu Medya Etik Kurulu’nda yer alan değerlere göre özellikle madde 15 ve 21’e göre hazırladığı ve AİHM kararlarından hiç yararlanmadığı görülmektedir.

 

İddia Makamının 17. tanığı olan Ahmet Ü. Hasan’nın  şahadetini tezekkür ettiğim zaman emare 8 yazıyı hazırlarken  51 yıllık bilgi ve düşüncelerini aktardığı ve emare 8 yazıyı hazırlarken herhangi bir kaynaktan faydalanmadığı görülmektedir.

 

İddia Makamının 18. tanığı olan Metin Karadağ’ın  şahadetini tezekkür ettiğim zaman emare 6 raporu hazırlarken dava konusu yayın ile ilgili değerlendirmesini etik ve estetik açıdan yaptığını ve kişisel değerlendirmesi olduğu, raporu hazırlarken AİHM kararlarından faydalanmadığını ve KKTC’nin yasal mevzuatlarını incelemediği görülmektedir.

 

İddia Makamının 19. tanığı olan Hikmet Seçim’in  şahadetini tezekkür ettiğim zaman  emare 6 raporu herhangi bir kaynağa bakmadan bilgi birikim ve tecrübesine dayanarak hazırladığı

görülmektedir.

 

İddia Makamının 21. tanığı olan Naciye D. Işıkgören’in şahadetini tezekkür ettiğim zaman

dava konusu yayında Cumhurbaşkanına tahkir edici unsurda olduğunu iddia etmesine rağmen

sadece görsele baktığı ve  üzerindeki “Yunan ibaresiyle” ifadelerini dikkate almadığını görülmektedir.

 

İddia Makamının 22. tanığı olan Prof. Dr. Hüseyin Oğuz’un şahadetini tezekkür ettiğim zaman emare 11 raporunu hazırlarken etik kurallar açısından değerlendirdiği ve ifade özgürlüğü veya iletişim veya insan  hakları üzerinde bilimsel çalışmasının olmadığını, raporu kişisel görüşü üzerine hazırladığı görülmektedir.

 

Yukarıda ifade ettiklerimden de anlaşılacağı üzere İddia Makamının tanıkları Prof. Dr. Metin Gürkanlar, Naciye Kazaz, Prof. Dr. Çağlar Özel,   Doç. Dr. Metin Ersoy,  Ahmet Ü. Hasan, Metin Karadağ, Hikmet Seçim, Naciye D. Işıkgören ve Prof. Dr. Hüseyin Oğuz istintakları sırasında hazırladıkları raporlarla ilgili sarsılmışlar ve hazırladıkları raporlar ile ilgili bilimsel kaynak sunmamışlar ve/veya görüşlerini teyit edici bilimsel kaynak ve/veya makale sunmamıştırlar.  Keza mezkur tanıkların raporlarını veya görüşlerini hazırlarken  KKTC Ceza Yasası’nı ve/veya AİHM kararlarını detaylı inceleyerek hazırlamadıkları ve sadece kendi görüşlerini sundukları ortaya çıkmıştır. Doalyısıyle bu aşamada emare 6, 7, 8, 10 ve 11’e özellikle AİHM kararları ışığında hazırlanmaması ve sadece kendi görüşlerini içermesi sebebiyle itibar etmemeyi uygun bulurum.

 

İddia Makamı tarafından sunulan şahadet içerisinde bir tek İddia Makamının 20. tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’in emare 9 raporunu hazırlarken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını ve sözleşmenin 10(2) maddesini incelediği görülmektedir.   İddia Makamının 20. tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’ın şahadetini ve hazırladığı emare 9 raporunu özellike birinci sayfasındaki “kanaat” kısmın tezekkür ettiğim zaman dava konusu yayının ağır bir siyasal eleştiri olmasına rağmen siyasal aktörlerce geniş tutulması gereken hoşgörünün sınırları içerisinde kalması gerektiğini; ne var ki  hukuken korunan bir değer olarak basın özgürlüğünü karşısında hukuken korunan diğer bir değer olan kişilik hakkının dava konusu yayın ile ihlal edildiğini; çünkü mezkur yayının ilgili şahsın şöhret ve saygınlığına yönelik, incitici, küçük düşürücü etkiler yaratma özelliğinde olduğunu iddia etmektedir.

 

Prof. Dr. Nuri Erişkin’in emare 9 raporunu hazırlarken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını ve sözleşmenin 10(2) maddesini incelediği görülmesine rağmen istintakı sırasında sözleşmenin 10(2) maddesi tahtında  basına uygulanacak müdahale ile ilgili  3 kriteri bilmediği görülmekte olup ilgili alıntı aynen şöyledir:

 

S: Nuri Bey üç ölçüt sordum size Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uyguladığı üç ölçüt vardır. Bir yayının , bir resmin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğini denetlemek için. Bu üç ölçüt nedir diye soruyorum size. Biliyor musunuz var mı bir bilginiz?

C: Benim bilgim yok o konuda. “

 

Prof. Dr. Nuri Erişkin’in  şahadetini ve emare 9 raporunu tezekkür etmeye devam ettiğim zaman raporundaki en güncel davanın 2002 yılına ait olduğu ve 2002 yılında sonraki AİHM kararlarına yer vermediği görülmektedir.

 

Prof. Dr. Nuri Erişkin’in  şahadetinde ve emare 9 raporunda mezkur yayının ilgili şahsın şöhret ve saygınlığına yönelik, incitici, küçük düşürücü etkiler yaratma özelliğinde olduğunu iddia etmesine rağmen istintakı sırasında dava konusu yayından dolayı Recep Tayyip Erdoğan’ın itibarının veya saygınlığının düşmediğini veya etkilenmediğini ifade etmekte olup ilgili alıntı aynen aşağıdaki gibidir:

 

“S: Sizce bu resim Sayın Erdoğan’ın itibarını, saygınlığını sizin açınızdan etkiledi mi? Siz daha az saygın olduğunu düşünüyorsunuz Sayın Erdoğan’ın şu an?

 

C: Neden düşüneyim diye iç geçiriyorum. Ben size az önceki konuşmalar içerisinde anlattım ama siz de haklısınız çok şey konuşunca arada kaynıyor. Burada yaşayan insanların bir birleri ile sürtüşmesine yol açabilecek bir şey. Sayın Erdoğan’ın değeri oradadır. Yani burada yaşayan insanlar açısından değeri düşmüş değil, ama  onun değerini düşürmek çabasına karşı konulması gerekliliğini doğuran bir şey.

 

Av. Mine: Nuri  Bey benim size sorum bu değil.

 

C: Ama cevabın kısmı, bu söylediklerimin bir kısmı ile sizin cevabınız. Düşürmez”

 

Dava konusu yayınla ilgili yukarıda özetini aktardığım savunmanın şahadetini tezekkür ettiğim zaman dava konusu yayının Afrika Gazetesi’nde yayınlayan Sanık 2’nin şahadeti sırasında dava konusu yayında  kısa bir süre önce  Recep Tayyip Erdoğan’ın  Cumhurbaşkanı sıfatı  ile uzun bir süre sonra Yunanistan’a ziyareti olduğunu ve 12 ada ile ilgili talepleri olduğunu ve Yunanlıra kibar davranmayıp rencide ettiğini, Yunanlılarında başka toprak daha talep ediyormu diye tepkileri oluştuğunu ifade ettiği ve savunmanı tanıklarını  Yaşar Ersoy, Ali Kişmir, Beren Dağtaş, Faize Özdemirciler, Zeki  Beşiktepeli ve Abdullah Korkmazhan’ın da şahadetlerinin bu yönde olduğu görülmektedir.

 

Bu aşamada dava konusu yayının Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek ve nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olup olmadığı ile ilgili  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ışığında müdahalenin amacının “başkalarının şöhretini (..) korumak” olduğu iddiası sebebiyle üçüncü koşul olan güdülen meşru amaca ulaşmak için müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı noktası ile birlikte değerlendirilmesi daha uygun olacaktır.

 

Yukarıda yasal durumu izah ederken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında ifade özgürlüğünün yalnızca itibar gören veya zararsız sayılan bilgi veya fikirler için değil ayni zamanda aykırı, şaşırtıcı ve rahatsızlık verici cinsten olanlar için de geçerli olduğunu; özellikle politikacıların ağır eleştrilere ve saldırılara karşı daha toleranslı olmak zorunda olduklarını; ve  devletin yetkililerinin, provakatif olarak nitelendirilse de, eleştiriyi hoş görmelidirler dediğini ifade etmiştim.

 

Bir kilometre taşı niteliği taşıyan Lingens davasında, AİHM basın özgürlüğü karşısında üst düzey bir kamu görevlisinin şöhretini koruma hakkını dengelemiştir. Avusturya’da Ekim 1975’te genel seçimlerin ardından, Lingens, seçimleri kazanmış olan Federal Şansölye Bruno Kreiski’yi eleştiren iki yazı yayınlamıştı. Eleştiri, geçmişinde Nazi faaliyetleri olan birinin yönettiği bir parti ile koalisyon kuracağını açıklayan Şansölye’nin bu siyasi adımını ve Şansölye’nin eski Nazi’ye siyasi destek verme konusundaki sistematik çabalarını hedef almıştı. Gazeteci Lingens, Şansölye’nin davranışını “ahlâksızca”,“yüz kızartıcı” ve “en adi türden oportünizm”in kanıtı olarak nitelemişti. AİHM’deki davada Avusturya Hükümeti davacının mahkûmiyetinin Şansölye’nin şöhretinin korunmasını amaçladığını ileri  sürmüştür. İfade özgürlüğüne müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olması koşulunu inceleyen AİHM, çok önemli bazı ilkeler geliştirmiştir.   Human Rights Law and Pracitce (1999) adlı eserin 204’uncu sayfasında “Protection of the reputation or rights of others” başlığı altında Lingens v Austria (1986) 8 EHRR 407 referans numaralı davaya atıfta bulunarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gazeteci olan  Peter Lingens tarafından Avusturya Başbakanına yapılan hakaretin dönemin Başbakanı olan Mr Kreisky’in itibarının korunması için gerekli olmadığını ifade edip Avusturya Mahkemesinin İnsan Hakları Sözleşmesinin 10(2) maddesini ihlal ettiğini yönünde bulguya varmış ve politikacıların  eleştrilere ve saldırılara karşı daha toleranslı olmak zorunda olduklarını ifade etmitştir.   İlgili alıntı aynen şöyledir:

 

“The court, however, rejected the argument that the conviction of Peter Lingens for defamation of the Austrian Cahancellor , Bruno, Kreisky, was justifiable on the grounds that it was necessary to protect Mr Kreisky’s reputation. The limits of acceptable criticism of politicans acting in their public capacity are wider than in relation to a private individual and politicians are therefore expected to display a greater degree of tolerance.”

 

AİHM aynı kararında, basın özgürlüğünün halka siyasi liderlerin fikir ve tavırlarını  keşfetme ve bu konularda bir fikir oluşturma açısından en iyi araçlardan birini sunduğunu ve dolayısıyla siyasi tartışma özgürlüğünün demokratik bir toplum fikrinin tam merkezinde yer aldığını ileri sürmektedir. AİHM’in basın yoluyla siyasi tartışmaya 10. madde çerçevesinde böylesine güçlü bir koruma sağlamasının nedeni de budur. (Bakınız: İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi’nin uygulanmasına ilişkin kılavuz (Monica Macovei))

 

Oberschlick v Austria (No 2) (1992) 25 EHRR 357, referans nolu davada gazeteci Oberschlick yaptığı bir konuşma esnasında  politikacı olan Avusturya Özgürlüğk Partisi Lideri ve ayni zamanda Karintia Bölge valise olan Mr Haider’e  “idiot”  aptal demesi üzerine  Avusturya Ceza Mahkemesi tarafından “Article 115 of the Criminal Code” yasası altında mahkum edilmiş ve bu karardan gazeteci Oberschlick Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaat etmitşir.   Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında  Sözleşme'nin 10. maddesinin 2. paragrafına tabi olmak üzere yalnız uygun olarak alınan veya zararsız olarak görülen ya da önemsiz bulunan “bilgiler” veya “fikirler” için değil, aynı zamanda rencide eden, utandıran veya rahatsız edenler için de geçerli olduğunu; bu ilkelerin basın açısından büyük önem taşıdığını; Siyasetçilerin, kaçınılmaz ve bilinçli olarak kendisini her kelimesi ve icraatı ile hem gazetecilerin hem de geniş anlamda halkın yakın incelemesine maruz bırakıldığını ve özellikle kendisi eleştiriye açık kamu açıklamaları yaptığında daha büyük ölçüde hoşgörü sergilemelisi gerektiği, şahsi sıfatıyla hareket etmediğinde bile itibarının korunması hakkına kesinlikle sahip olduğu ancak ifade özgürlüğüne yönelik istisnaların daraltılarak yorumlanması gerektiğinden, bu korumanın koşullarının siyasi konuların açık şekilde tartışılması çıkarlarına karşı dengelenmesi gerektiğini ifade ederek Oberschlick’in yaptığı konuşmanın provakatif  ve rencide edici olabileceğini ancak müdahalenin gerekli olmadığına kanaat getirirek Avusturya Mahkemesi’nin Oberschlick mahkum ederek İnsan Hakları Sözlşemesinin 10. maddesini ihlal ettiğine karar verdi.

 

Oberschlick  davasında, bir politikacının tutumu için “aptal” sözcüğünün kullanılması kabul edilebilir bulunmuştur. Belediye seçimlerinde aday olan birinin “gülünç”, “soytarı” ve “kaba” terimleriyle anılmış olduğu Lopes Gomes da Silva v. Portugal davasında, AİHM kullanılan dilin keskin olmakla birlikte abartılı olmadığını ve adayın provokatif bir konuşmasına cevap niteliği taşıdığını belirtmiştir. AİHM aynı zamanda şunu da eklemiştir:

 

siyasi tahkir bir çok durumda kişisel alana da taşar; bu politik hayatın ve fikirlerin özgürce tartışılmasının doğasında olan bir tehlikedir. Bunlar ise demokratik bir  toplumun güvenceleridir.”

 

Oberschlick, Dalban ve  Dichand  kararında AİHM gazetecinin özgürlüğünün aynı zamanda bir ölçüde abartmaya, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerciğini ifade etmiştir.

 

Mahkeme söz konusu müdahaleyi davanın kendine has koşullarının tamamını, özellikle başvurana atfedilen sözlerin kapsamını ve hangi koşullarda sarf edildiğini dikkate alarak değerlendirmelidir. (Bakınız: News Verlags GmbH & Co. KG v. Avusturya, No. 31457/96, § 52, CEDH 2000-I)

 

Eon v. France - 26118/10 referans nolu davada 2008 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanlığı kortejinin geçişi sırasında, Cumhurbaşkanına hitaben Herve Eon isimli bir vatandaş elinde   üzerinde “defol git geri zekâlı”  (““Casse toi pov’con” - “Get lost, you sad prick”) ibaresi yazan bir pankartı kaldırmış, akabinde hemen  Herve Eon polis tarafından tutuklanmış ve Cumhurbaşkanına hakaretten dolayı Fransa Ceza Mahkemesinde mahkum edilmişti. Herve Eon bu karar üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Sözleşmenin 10(2) maddesi ihlal edildiği iddiası ile bir müracaatta bulundu.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında  Herve Eon’un, eleştirisini densizlik sayılabilecek bir hiciv yoluyla ifade etme  yolunu seçtiği kanısına varmadığını; hicvin, temelinde yatan gerçekliği abartılı ve bozulmuş bir şeklide sunan sanatsal bir ifade ve sosyal bir yorumlama şekli olduğunu ve doğal olarak tahrik etme ve kışkırtma amacı güttüğünü daha önce birçok defa kararlarında ifade ettiğini; bu nedenle, bir sanatçının veya herhangi başka bir kişinin kendisini bu şekilde ifade etme hakkına yapılan her türlü müdahaleyi daha özenli bir şekilde incelemesinin gerektiğini ifade etmiştir.  Mahkeme kararının devamında  Herve Eon’un davranışına benzer davranışları cezalandırmanın, demokratik toplumların olmazsa olmazı olan genel nitelikli tartışmalarda çok önemli bir rol oynayan toplumsal tartışmalara ilişkin hiciv yoluyla yapılan çıkışlar üzerinde caydırıcı bir etki doğurma ihtimali olduğu kanaatinde olduğunu ve devlet başkanına hakaret sebebiyle verilen mahkûmiyetin yararını ve başvuran üzerindeki etkisini tarttıktan sonra, kamu yetkililerinin cezalandırma yoluna başvurmalarının hedeflenen amaç ile orantılı olmadığına ve dolayısıyla demokratik bir toplumda gerekli olmadığına karar vermiştir.  Mezkur alıntı Eon v. France, Application No. 26118/10 (2013) sayılı davanın, par. 60-61’de yer almakta olup ilgili alıntı aynen aşağıdaki gibidir:

 

“The Court considers that criminal penalties for conduct such as that of the applicant in the present case are likely to have a chilling effect on satirical forms of expression relating to topical issues. Such forms of expression can themselves play a very important role in open discussion of matters of public concern, an indispensable feature of a democratic society….”

 

Colombani  and others (Le Monde) v. France (Apllication no. 51729/99) referans nolu davada Le Monde gazetesinde çalışan bir gazeteci Fas Kralına hakaret ettiği gerekçesi ile Fransa Ceza Mahkemesinde mahkum edilmişti.  Fransa’daki mevzuata göre o dönem yabancı devlet büyüklerine hakaret edilmesi halinde cezai yargılma yapılmakta idi.  İlgili mevzuatın İngilizcesi aynen şöyledir:  “Section 36 of the Freedom of the Press Act of 29 July 1881 (“the 1881 Act”), “It shall be an offence punishable by one year’s imprisonment or a fine of 300,000 francs or both publicly to insult a foreign head of State, head of government or the minister for foreign affairs of a foreign government.”

 

Görüleceği üzere Fransadaki dönemin mevzuatı huzurumdaki davadaki madde 68 ile oldukca benzer niteliktedir.

 

Colombani  bu karar üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Sözleşmenin 10(2) maddesi ihlal edildiği iddiası ile bir müracaatta bulundu.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında şahısların itibarlarını koruma hakkı olduğunu ancak basın özgürlüğü ile kişilik hakları arasında denge aranırken basın özgürlüğünün daha ağır bastığını, müdahalenin gerçekten gerekli olduğuna dair ikna edici olduğunu ispat edilmesi gerektiğini ve politikacıların daha hoşgörülü olması gerektiğini ifade etmiştir (Bakınız kararın 56 ve 57. paragrafları).   Yine Mahkeme kararın devamında Mahkeme 1881 sayılı yasanın 36’ıncı maddesinin devlet başkanlarına sadece pozisyonlarından dolayı özel bir yasal statü verdiğini, bu özel ayrıcalığın günümüz modern pratiği ve politik konseptleri ile bağdaşmadığını, bu ayrıcalığın amacını aştığını, bu özel ayrıcalıklı korumanın ifade özgürlüğünü baltaladığını,      yabancı bir devlet başkanına hakaret etme suçunun kısıtlamayı haklı çıkarabilecek herhangi bir “acil sosyal ihtiyacı” karşılamadan ifade özgürlüğünü engellediğini; madde 36’nın yabancı devlet başkanına özel koruma vererek ifade özgürlüğünü baltaladığını;  şeref ya da itibarlarının saldırı altında kalması ya da hakaret sözlerine maruz kalması durumunda şikayette bulunmak için herkese açık olan standart prosedürü kullanma haklarını değil de, ifade özgürlüğünü zedeleyen madde 36’nın yabancı devlet başkanlarınını özel koruma sağladığını, başvuranların ifade özgürlüğü hakkı ile uygulanan meşru amaç arasında uygulanan kısıtlamalar arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmadığına ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına karar vererek  Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiği yönünde  karar vermiştir. İlgili altını paragraf 68,  69 ve 70’de yer almakta olup aynen şöyledir:

 

“The Court notes that the effect of a prosecution under section 36 of the Act of 29 July 1881 is to confer a special legal status on heads of State, shielding them from criticism solely on account of their function or status, irrespective of whether the criticism is warranted. That, in its view, amounts to conferring on foreign heads of State a special privilege that cannot be reconciled with modern practice and political conceptions. Whatever the obvious interest which every State has in maintaining friendly relations based on trust with the leaders of other States, such a privilege exceeds what is necessary for that objective to be attained.

 

  Accordingly, the offence of insulting a foreign head of State is liable to inhibit freedom of expression without meeting any “pressing social need” capable of justifying such a restriction. It is the special protection afforded foreign heads of State by section 36 that undermines freedom of expression, not their right to use the standard procedure available to everyone to complain if their honour or reputation has been attacked or they are subjected to insulting remarks.

 

In short, although relevant, the reasons relied on by the respondent State are not sufficient to show that the interference complained of was “necessary in a democratic society”. Notwithstanding the national authorities’ margin of appreciation, the Court considers that there was no reasonable relationship of proportionality between the restrictions placed on the applicants’ right to freedom of expression and the legitimate aim pursued. Accordingly, it holds that there has been a violation of Article 10 of the Convention.”

 

Colombani  and others (Le Monde) v. France (Apllication no. 51729/99) referans nolu davanın 66’ıncı paragrafında Mahkeme yargılama sırasında yasadan dolayı sanığa “justification” müdafaa hakkının verilmemesinin, kişinin itibarı veya kişilik haklarının korunması prensibinin o kişi Devlet veya hükümet başkanı olsa bile önüne geçtiğini ifade etmiştir. İlgili alıntı şöyledir:

 

“Furthermore, the reason for the applicants’ conviction in the present case was that the article damaged the King of Morocco’s reputation and infringed his rights. Unlike the position under the ordinary law of defamation, the applicants were not able to rely on a defence of justification – that is to say proving the truth of the allegation – to escape criminal liability on the charge of insulting a foreign head of State. The inability to plead justification was a measure that went beyond what was required to protect a person’s reputation and rights, even when that person was a head of State or government.”

 

Otegi Mondragon v. Spain, Application No. 2034/07 (2011) referans nolu davada Otegi Mondragon, İspanya Kralı King Juan Carlos’un Bask milliyetçilerine karşı işkence yaptığı ve işkence yapanlara  dokunulmazlık sağladığını iddia etmiş,  bilahare Otegi Mondragon İspanya Ceza Mahkemesinde Krala hakaret ettiği iddiası ile yargılanmış alt mahkemede beraat etmesine rağmen üst mahkemede mahkum olmuştur.  Otegi Mondragon, bu karar üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Sözleşmenin 10(2) maddesi ihlal edildiği iddiası ile bir müracaatta bulundu.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında Kralında  görevini yaparken eleştrilme hakkı olduğunu, Kralın siyasi tartışmalarda tarafsız bir pozisyonda bulunması ve Devlet birliğinin bir sembolü olması, resmi görevlerini yerine getirirken ya da mevcut davada olduğu gibi pozisyonda olsa bile  eleştrilmeyeceği anlamına gelmediğini,  Krallığın İspanya Anayasasına göre  cezai sorumluluğu olmamasının, kendi itibarına saygılı olmak kaydıyla, Devletin dümenindeki konumunda olası kurumsal veya hatta sembolik sorumluluğa ilişkin serbest tartışmalara açık bir engel teşkil etmediği  ifade edilmektedir. Ilgili alıntı kararın 56’ıncı paragrafında yer almakta olup aynen şöyledir:

 

“[T]the fact that the King occupies a neutral position in political debate and acts as an arbitrator and a symbol of State unity should not shield him from all criticism in the exercise of his official duties or – as in the instant case – in his capacity as representative of the State which he symbolises, in particular from persons who challenge in a legitimate manner the constitutional structures of the State, including the monarchy [...] the fact that the King is “not liable” under the Spanish Constitution, particularly with regard to criminal law, should not in itself act as a bar to free debate concerning possible institutional or even symbolic responsibility on his part in his position at the helm of the State, subject to respect for his personal reputation.”

 

Law of the European Convention on Human Rights By DJ Harris (1995) adlı eserin 400’üncü sayfasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Lingens ve Oberschlik davalarında siyasi fügürler hakkındaki düşüncelerin gerçekliğinin ispatlanmasını öngören kanuna demokratik toplumlarda gerek olmadığına karar verildiği ifade edilmektedir. İlgili alıntı aynen şöyledir:

 

“Lingens and Oberschlick cases where the Court held that a law requiring the proof of truth of opinions held about political figures was not necessary in a democratic society.” (Bakınız: Lingens v Austria A 103 para 46 (1986) and Oberschlick v Austria A 204 para 63 (1991) ).

 

Bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) arasında açık bir ayırıma giden AİHM Lingens, 1986; Jerusalem-Avusturya 2001 ve Dichand ve diğerleri-Avusturya 2002 sayılı davalarda olguların varlığının kanıtlanabileceğini; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konulamayacağını, değer yargıları açısından bunu talep etmek, gerçekleştirilemeyecek bir şey istemek olduğunu ve bunun AİHS’in 10. maddesinin teminat altına aldığı hakkın asli bir bölümü olan fikir özgürlüğünün kendisini ihlâl ettiğini ifade etmiştir.   Başka bir değişle AİHM’ne göre değer yargılarının doğruluğu kanıtlanabilir değildir.

 

Dalban-Romanya, 1999 davasında AİHM bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı  sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmesinin engellenmesinin kabul edilemez bir şey olduğunu ifade etmiştir.

 

Thoma – Lüksemburg 2001 davasında AİHM Gazetecilerin, başkalarına karşı hakaret veya provokasyon gibi görülebilecek  ya da başkalarının şöhretlerine halel getirebilecek bir alıntıyı yaparken söylenenle aralarına sistematik ve formal biçimde mesafe koyması gerektiği yolunda genel bir talebin, basının güncel olay, fikir ve kanaatler konusunda bilgi vermeye ilişkin rolü ile bağdaştırılamayacağını ifade etti.

 

Monica Macovei tarafından hazırlanan “İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi’nin uygulanmasına ilişkin kılavuz”  adlı eserin 90’ıncı paragrafında ifade özgürlüğü ile ilgili şu ifadeler yer almaktadır:

 

“AİHM’in ilkeleri ışığında, politikacıları ya da genel olarak üst düzey yetkilileri (örneğin cumhurbaşkanını, başbakanı,bakanları, milletvekillerini vb.), başta basından gelenler olmak üzere, hakarete veya şöhretine yönelik saldırıya karşı özel ya da daha ağır cezalar aracılığıyla korumayı hedefleyen bütün yasalar 10. madde ile bağdaşmaz bir nitelik taşır. Bu tür hükümlerin var olduğu ve politikacılarca kullanılmaya çalışıldığı durumlarda, ulusal mahkemeler bunları uygulamaktan kaçınmalıdır. Bunun yerine hakaret ve şöhrete halel getirme konusundaki genel yasal hükümler uygulanabilir. Ayrıca, politikacıların şerefi ve şöhreti basın özgürlüğüyle çatışma içine girdiğinde, ulusal mahkemeler orantısallık ilkesini dikkatli biçimde uygulamalı ve AİHM’in Lingens gibi davalarda sağlamış olduğu yol gösterici ilkelere bakarak, gazetecinin mahkûm edilmesinin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığına karar vermelidirler. Ulusal mahkemeler cezai mahkûmiyet kararları, özellikle de hapis cezaları uygulamaktan kaçınmalıdırlar. Bu tür kararlar, bizatihi ifade özgürlüğünü tehdit eder ve basının kamunun gözü kulağı olma rolünü engelleyerek bütün medya açısından sansür işlevini görür.”

 

Yukarıda izah ettiğim yasal durum ışığında huzurumdaki davayı ve şahadeti tezekkür ettiğim zaman Sanık 1 Afrika Gazetesi’nin muhalif bir gazete olduğu, Recep Tayyip Erdoğan’ın dava konusu yayından önce TC Cumhurbaşkanı sıfatı ile uzun yıllar sonra Yunanistan’a bir ziyaret yaptığı ve görüşmenin başarısızlıkla sonuçlandığı  görülmektedir.

 

Huzurumdaki şahadeti tezekkür etmeye devam ettiğim zaman İddia Makamı tanıklarının dava konusu yayının eleştiri içerip içermediği hususunda çelişkili ifadeler verdiği görülmektedir; şöyle ki:  İddia Makamının bir çok tanığı dava konusu yayında eleştiri olmadığını iddia etmelerine rağmen  İddia Makamının 20. tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’ın şahadetinde dava konusu yayından önce TC  Cumhurbaşkanı ile Yunan hukümetinin başkanının görüştüğünü ve basında haberler yer aldığını, görüşmenin başarısızlıkla sonuçlandığını, dava konusu yayının o görüşmedeki başarısızlığın  faturasının kime çıkarılacağını ifade etmeye çalıştığını, dava konusu yayının gerek TC ile Yunanistan halkları arasındaki ilişkiyi gerekse Kıbrıs’taki toplumlar arasındaki ilişkiyi ifade ettiğini ve eleştiri dili kullanmaya çalıştığını, ancak eleştiri sınırını aştığını, dava konusu yayının TC Cumhurbaşkanlığı sıfatına veya toplumuna yönelik bir  eleştiri olmadığını, Recep Tayyip Erdoğan’ın hem Cumhurbaşkanı hem de bir siyasi partinin genel başkanı olması sebebiyle birden çok tablo ortaya çıktığını, dava konusu yayının  TC ile Yunan halkının bir birinden uzak olduklarını ifade ediş biçimi olduğunu  beyan ettiği görülmektedir.  Yine bu hususta İddia Makamının 16. tanığı olan Utku Karsu’nun  şahadetinde özetle dava konusu yayının “Yunan gözüyle ibaresinin” yer alması sebebiyle ilgili fotomontajın Yunanlıların bizi nasıl gördüğü ile ilgili bir mizahsen olduğunu, dava konusu yayının uyarıcı olduğunu çünkü Yunanlıların bu adamı sevmeyip saygı duymadığı şeklinde olduğunu, dava konusu fotoğrafın eleştride içerdiğini şöyle ki; Recep T. Erdoğan’ın iyi bir başkan olmadığı hususunda eleştiri içerdiğini ve uyarıcı olduğunu, başka bir değişle Yunanlıların gözüyle iyi başkan olmadığını izah ettiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamı tarafından emare 9 olarak ibraz edilen “Karikatür ve İfade Özgürlüğü” başlıklı belgeyi de tezekkür ettiğim zaman dava konusu yayından “ağır bir siyasal” eleştiri olarak tanımlandığı görülmektedir.

 

Dava konusu yayının hakaret içerikli olup olmadığı ve ne mana çıkarıldığı ile ilgili savunmanın şahadetini tezekkür ettiğim zaman Sanık  2’nin yeminli şahadeti sırasında yapmış olduğu yayından önce Recep Tayyip Erdoğan’ın  Cumhurbaşkanı sıfatı  ile uzun bir süre sonra Yunanistan’a ziyareti olduğunu ve 12 ada ile ilgili talepleri olduğunu, dava konusu yayının yayınlama amacının bir Yunanlı ve/veya Kıbrıslı Rumun TC Cumhurbaşkanı yani Recep Tayyip Erdoğan’ı nasıl gördüğünü aktarmak olduğu iddialarının savunma tanıklarının özellikle Yaşar Ersoy, Ali Kişmir, Deren Dağtaş, Faize Özdemirciler, Zeki Beşiktepeli ve Abdullah Kormazhan’ın şahadetleri ile teyit edildiği görülmektedir.

 

Yeri gelmişken şunuda izah etmek isterim ki İddia Makamı hitabında savuna tarafından İddia Makamına 12 Adalar ilgili soru sormamıştır dolayısıyle bu şahadetin değeri yoktur iddiasını da tezekkür ettiğim zaman İddia Makamının 20. tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’ın şahadetinde dava konusu yayından önce TC  Cumhurbaşkanı ile Yunan hukümetinin başkanının görüştüğünü ve basında haberler yer aldığını, görüşmenin başarısızlıkla sonuçlandığını, dava konusu yayının o görüşmedeki başarısızlığın  faturasının kime çıkarılacağını ifade etmeye çalıştığını beyan etmesi sebebiyle bu iddianın savunma tarafından konmamasının önemi olmadığı kanaatindeyim. Başka bir değişle Yunanistan’daki iki lider arasındaki görüşmenin başarısızlıkla sonuçlandığı ile ilgili şahadetinin İddia Makamı tanıkları tarafından ortaya konması sebebiyle savunma tarafından adalar ilgili iddiası konulmamasının İddia Makamını sürpriz ile karşı karşıya bırakmadığı kanaatindeyim.

 

Yukarıda dava konusu yayının müdahalenin Recep Tayyip Erdoğan’ın haklarının veya itibarının korunması için gerekli olup olmadığı hususunda İddia Makamı tanıklarının çelişkili şahadet sunduğunu ve bazı İddia Makamı tanıklarının dava konusu yayının Recep Tayyip Erdoğan’ın saygınlığını veya itibarını düşürmediğini ve basın özgürlüğü altında değerlendirilmesi gereken bir hiciv olduğunu ifade ettiklerini belirtmiştim.

 

Tüm yukarıda ifade ettiklerimle birlikte dava konusu yayını özellikle “Yunan ibaresi” kısmı ile birlikte tezekkür ettiğim zaman dava konusu yayından istihraç edilebilecek  anlamın ve/veya anlamların şu olduğu kanaatindeyim;   

  1. Yunanlıların gözünden başarısızlıkla sonuçlanan görüşme sonrası Yunanlıların Recep Tayyip Erdoğan’a olan kızgınlığı veya tepkisi izah edilmeye çalışıldığı ve/veya
  2.  görüşme sonrası Yunanlılar tarafından Recep Tayyip Erdoğan’ın nasıl görüldüğü izah edilmeye çalışıldığı ve/veya
  3.  TC ile Yunan halkının bir birinden uzak olduklarının ifade ediş biçimi olduğu.

 

 Başka bir değişle dava konusu yayın provakatif, tahrik edici ve kışkırtıcı olmasına rağmen iğneleyici ve/veya metaforik ve/veya alaylı görselle ve/veya  ifade ile eleştiri ve/veya hiciv niteliğinde olduğu ve/veya hiciv yolu ile ifade şekli olduğu ve yayının Yunanistan’daki gerçekleştirilen görüşme sonrası Yunanlıların Türklere  ve/veya Recep Tayyip Erdoğan’a olan bakış açısına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.  Keza,  huzurumdaki çelişkili şahadetten dolayı dava konusu yayın sebebiyle Recep Tayyip Erdoğan’ın haklarının veya itibarının zedelendiği yönünde bulgu yapılabilmesine olanak yoktur.

 

Bir an için dava konusu yayının Recep Tayip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahrik etmek, nefret ve hakarete uğratmak amacıyla yayınlandığını varsaysam bile huzurumda meşru amaca ulaşmak için müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduğu hususunda somut bir şahadet mevcut değildir.

 

Yukarıda izah ettiğim gibi oldukca benzer niteliklte olup daha ağır söylemler içeren  Eon v. France - 26118/10  ve Colombani  and others (Le Monde) v. France (Apllication no. 51729/99) davalarında AİHM’in yabancı devlet başkanına özel koruma verilmesinin ifade özgürlüğünü baltaladığını;  yabancı bir devlet başkanına hakaret etme suçunun kısıtlamayı haklı çıkarabilecek herhangi bir “acil sosyal ihtiyacı” karşılamadan ifade özgürlüğünü engellediğini; şeref ya da itibarlarının saldırı altında kalması ya da hakaret sözlerine maruz kalması durumunda şikayette bulunmak için herkese açık olan standart prosedürü kullanması gerektiğini ve  başvuranların ifade özgürlüğü hakkı ile uygulanan meşru amaç arasında uygulanan kısıtlamalar arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmadığına ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına karar vererek  Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiği yönünde  karar verdiğini ifade etmiştim.

 

Tüm bu ifade ettiklerim ışığında dava konusu yayına müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığı hususunda bulgu yaparım. Başka bir değişle ifade özgürlüğüne müdahalenin meşru olarak kabul edilebilmesi için AİHM tarafından aranan üç koşulun hepsinin yerine getirilmemesi sebebiyle dava konusu yayına müdahalenin gerekli olmadığı ve/veya yayının Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek veya nefret veya hakarete uğratmak eğiliminde olmadığı hususların bulgu yaparım.

 

Yukarıda ki bulguma rağmen suçun geriye kalan unsurlarının oluşup oluşmadığının incelenmesinin doğru olacağı kanaatindeyim.

 

Bu noktada Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D.15.2010 sayılı içtihat  kararı ışığında suçun diğer unsurları olan mazaret ve niyeti bir bütün olarak ele almayı uygun görürüm.

 

Şimdi  dava konusu yayının Özel bir kişiye hakaret halinde yeterli olacak kadar haklı bir sebep (justification) veya mazaretleri (excuse)  olmadan, KKTC ile TC arasındaki huzur ve dostluğu bozmak kastıyla yayınlanıp yayınlanmadığı unsurunu inceleyeceğim.  

 

Dava konusu yayının olacak kadar haklı bir sebep (justification) veya mazaretleri (excuse)  olmadan KKTC ile TC arasındaki huzur ve dostluğu bozmak kastıyla yayınlandığı iddiası

 

Bu doğrultuda huzurumdaki şahadeti tezekkür ettiğim zaman İddia Makamının 1. tanığı olan Müfettiş İsa Sevindik’in şahadetinde özetle Lefkoşa TC Büyükelçiliği’nin ilgili resmin yayınlanmasının ardından TC Cumhurbaşkanı ve TC halkının rencide edildiğine ve iki toplum arasında ilkişkilerin bozulduğuna dair yazılı şikayette bulunduğunu, birçok vatandaşın polise giderek, yapılan yayının TC Cumhuriyeti’ni ve Türkiye halkını rencide ettiğini, soruşturma neticesinde konu yayından dolayı TC ve KKTC arasındaki ilişkinlerin, dostluğun ve huzurunda bozulabileceği yönünde tespitleri olduğunu, iki ülke arasında nefret uyandırabilecek bir yazı olduğunu beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında özetle ilgili yayının amacının veya niyetinin iki toplum arasındaki ilişkileri bozmak olduğunu düşündüğünübeyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 2. tanığı olan Abdulkadir Kızıltaş’ın şahadetinde özetle yayının iş hayatına bir etkisi olmadığını beyan ettiği görülmektedir.  Ayni tanığın istintakı sırasında bu yayından dolayı kardeş iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulup bozulmadığını ilgili devlet kurumlarının bileceğini, olaydan dolayı maddi kaybının olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 6. tanığı olan Hasan Açan’ın  istintakı sırasında özetle Emare 1’den dolayı iki ülke arasındaki ilişkilerin etkileneceğini düşündüğünü beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 8. tanığı olan Özcan Akgül’ün şahadetinde tüm Türkiye’nin ilgili yayından dolayı ayağa kalktığını beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 9. tanığı olan Salih İneci’nin şahadetinde özetle yayının iş hayatına çok etkisi olduğunu ve halkın galeyena geldiğini beyan ettiği görülmektedir. Ayni tanığın istintakı sırasında özetle şikayeti yazıyı gördükten takriben 1 hafta sonra yaptığını, emare 1 yazı nedeniyle 22 Ocak olaylarının olduğunu, bu yayın nedeniyle TC Cumhurbaşkanının ve bazı bakanların beyanlarda bulunduğunu, kırgınlık olduğunu beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 14. tanığı olan Doç. Dr. Metin Ersoy’un  istintakı sırasında özetle  dava konusu yayının  TC ve Yunanistan toplumları arasında gerginlik veya sıkıntı yaratabileceğini, bu yayının  TC ve KKTC arasındaki ilişkikeri gerginleştirmediğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 17. tanığı olan Ahmet Ü. Hasan’nın   istintakı sırasında iki ülke arasında bazı çevrelerde muhtemelen gerginleşme olduğunu, ilgili yayının hakeret içermesi nedeniyle iki ülke arasındaki huzur ve dostluğu  bozabileceğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 19. tanığı olan Hikmet Seçim’in  istintakı sırasında ilgili yayından sonra iki ülke arasında sıkıntı olabileceğini düşündüğünü, Lefkoşa’da Meclis önünde ve Afrika Gazetesi önünde olayların yaşandığını, yayının belli bir kitleyi tahrik ettiğini beyan ettiği görülmektedir.

 

İddia Makamının 20. tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’ın şahadetinde dava konusu yayında Türk toplumunu veya KKTC vatandaşlarını veya Yunan halkını rencide edicek bir şeyin olmadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Sanık 1’in temsilcisi Ali Osman Tabak’ın istintakı sırasında emare 14’de Hüseyin Özgürgün tarafından söylenen sözlerin onun ağzından çıktığını, emare 15’de “Akdağ’dan karikatür tepkisi” başlıklı haber altındaki sözlerin Recep Akdağ’ın ağzından çıktığını, bu haberleri TAK’dan alıp yayınladıklarını beyan ettiği görülmektedir.

 

Sanık  2’nin yeminli şahadeti sırasında özetle dava konusu yayını yaparken TC ile KKTC arasındaki ilişkileri zedeleme veya koparma  veya dostluğu bozma gibi bir niyeti olmadığını,  dava konusu yayından sonra iki ülke arasında dostluğun bozulmadığı aksine daha iyi geliştiğini, protokeller imzalandığını, bakanların KKTC’ye geldiğini, dava konusu yayından sonra bazı derneklerin siyah çelenk koyup bildiri yayınladığını, “TC’den bir işgal hareketi daha” bir yazı yazdığı gün TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa mitinginde kendisini hedef gösterip oradaki kardeşlerimiz ona gereken cevabı verecektir dediğini, akabinde 22 Ocak olaylarının yaşandığını olduğunu beyan ettiği görülmektedir.   Sanık 2’nin istintakı sırasında özetle dava konusu yayın ile düşmanlarının Yunanlılar’ın Recep Tayyip Erdoğan’ı nasıl gördüğünü veya düşündüğünü aktardığını ve bu hususta haber verdiğini, bu yayındaki görüşe katıldığına dair bir tek yazısı veya yorumu olmadığını aksine düşmanların nasıl gördüğünü aktardığını, niyetinin KKTC ve Türkiye arasındaki huzur ve dostluğu bozmak olmadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 1. tanığı olan Turgut Avşaroğlu’nun şahadeti sırasında mezkur yayından dolayı KKTC ve TC arasındaki ilişkilerin bozulmadığını ve bu yayında öyle bir niyetin olmadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 2. tanığı olan Yaşar Ersoy’un şahadeti sırasında mezkur yayından dolayı KKTC ve TC arasındaki ilişkilerin bozulmadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 3. tanığı olan Şener Elcil’in şahadeti sırasında milliyetçilerin KKTC – TC arasındaki ilişkiyi et tırnak gibi değerlendirdiğini, dava konusu yayından bir Kıbrıslı Türk olarak rahatsızlık veya öfke veya üzüntü duymadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 4. tanığı olan Ali Kişmir’ın şahadeti sırasında mezkur yayından dolayı KKTC ve TC arasındaki ilişkilerin bozulmadığını ve bu yayında öyle bir niyetin olmadığını, dava konusu yayından bir Kıbrıslı Türk olarak rahatsızlık veya öfke veya üzüntü duymadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 5. tanığı olan Senih Çavuşoğlu’nun şahadeti sırasında dava konusu yayının TC ile KKTC arasındaki ilişkileri zedelemediğini ve mümkün de olmadığını Kıbrıslı Türklerin her zaman Türkiye Cumhuriyeti’ne yakın olduğunu, mezkur yayından dolayı  Kıbrıslı Türk olarak üzüntü duymadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 6. tanığı olan Sami Özuslu’nun şahadeti sırasında mezkur yayından dolayı KKTC ve TC arasındaki ilişkilerin bozulmadığını ve bu yayında öyle bir niyetin olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 7. tanığı olan Ümit İnatçı’nın  şahadeti sırasında bir karikatürün iki ülke arasındaki ilişkiyi bozamayacağını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 8. tanığı olan  Mehmet Levent’in  şahadeti sırasında sanıkların Türkiye düşmanı olmadığını, dava konusu yayında KKTC ve TC arasındaki ilişkilerin bozma niyeti olmadığını, böyle bir kolajın iki ülke ilişkikeri açısından gerginliğe neden olamayacağını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 9. tanığı olan  Beren Dağtaş’ın  şahadeti sırasında dava konusu yayında KKTC ve TC arasındaki ilişkilerin bozma niyeti olmadığını, bir kolajın TC ile KKTC arasındaki ilişkileri bozamayacağını veya gerginleştirmeyeceğini,  iki ülke arasındaki ilişkilerin  bozulup bozulmadığına veya gerginleşip gerginleştirmeyeceğinin ticari ilişkilere bakılarak anlaşılabileceğini, TC ile KKTC arasındaki ilişkilerin bir karikatür yayın ile bozulabilecek nitelikte olmadığını beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 10. tanığı olan  Faize Özdemirciler’in  şahadeti sırasında dava konusu yayında KKTC ve TC arasındaki ilişkilerin bozma niyeti olmadığını ve bu niyetle yayınlamadıklarını, karikatürün böyle bir gücü olmadığını  beyan ettiği görülmektedir.

 

Savunmanın 11. tanığı olan  Zeki Beşiktepeli’nin  şahadeti sırasında iki ülke arasındaki ilişkilerin bir kariktür ile bozulamayacağını, Devletler arasındaki ilişkilerin çıkarlara bağlı olduğunu, dava konusu yayının bir Kıbrıslı Türk olarak kendisini rahatsız etmediğini beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 12. tanığı olan Abdullah Korkmazhan’ın şahadeti sırasında dava konusu yayının iki ülke arasındaki ilişkileri bozmadığını beyan ettiği görülmektedir. 

 

Savunmanın 13. tanığı olan  Aziz Şah’ın şahadeti sırasında özetle dava konusu yayının KKTC ile TC  arasındaki ilişkileri bozma niyeti ile yayınlanmadığını ve bir karikatür ile KKTC ve TC arasındaki ilişkinin bozulamayacağını  beyan ettiği görülmektedir. 

 

Huzurumdaki şahadeti değerlendirmeden önce bu aşamada yasal durumu izah etmenin daha uygun olacağı kanaatindeyim.

 

Bir davada ‘kast’ ya da ‘niyet’ özel olarak aranıyorsa, bu gibi durumlarda, iddia makamı, suçlanan kişinin tek ve yegane niyetinin o amaç olduğunu ve bunun dışında makul olasılıklara açık olmadığını ispat etmesi gerekir.

 

Bir kişinin niyetinin ne olduğu bazen sarfettiği sözlerden anlaşılabilir, bazen de hareketlerinden istihraç edilebilir. (Bakınız: Yargıtay/Ceza 8/88)

 

Yüksek Mahkeme yıkıcı gaye (müfsit gaye) ile yazılan yazılarda niyetin ne olduğunun nasıl ispat edileceğini Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza 47-48/1998 D.1/2001’de şöyle açıklamıştır.

 

“Bu gibi davalarda İddia Makamının yazının yıkıcı  niyetle (müfsit gaye) yazılıp yayınlanmış olduğunu isbat etmesi gerekir. Burada konu edilen yazıda yer alan sözcükler kendi başlarına ”müfsit gayeyi” bir başka deyişle “yıkıcı niyeti” açıklamaya yetiyorsa İddia Makamının böyle bir yazının müfsit gaye ile yayınlandığını başka (extrinsic) şahadet ile isbatlaması gerekmez. Bu durumdaki bir yazıda yer alan kelimeler, bu kelimelerin doğal ve olağan anlamları ve/veya varsa doğurduğu neticeler yazıyı yazmaktaki “niyeti” veya “yıkıcı niyeti” gösterebilir. Dolayısıyle Mahkeme huzuruna  gelen yazıdaki sözcüklere doğal ve olağan anlamlarını vererek Mahkemeler “niyet”in ne olduğuna karar verebilir. Fakat her zaman böyle olmaz. Bazen bir yazıda yer alan sözcüklere doğal ve olağan anlamları verildiği halde yazıda yeralan imalar veya açıklama isteyen (innuendo) kısımlar nedeniyle “niyet” kolaylıkla anlaşılmayabilir. Bu durumda böyle bir yazının müfsit gaye ile yayınladığının isbatı için başka (extrinsic) şahadet sunulması gerekir. Niyetin var olup olmadığı hususunu incelemek Alt Mahkemenin uhdesinde bulunmaktadır.

 

Huzurumuzdaki meselede Sanıkların dava konusu yazıyı “KKTC – TC arasındaki dostluğu bozmak kastıyle” yayınladıkları iddia edildiğine göre bu kastın ispatlanmasında ‘yıkıcı gaye’nin ispatı için aranan ölçünün aynısı bu davada da uygulanabilir. (Bakınız: Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D15.2010)

 

Buna göre iddia makamının Sanıkların KKTC – TC arasındaki dostluğu bozmak kastıyla dava konusu kolajı yayınladıklarını ve başka bir gayeleri olmadığını makul süpheden ari olarak ispatlaması gerekmektedir.

 

İddia Makamı bu görevini yerine getirirken, bir olguyu isbat eder ve bu olgunun doğal neticesi belli bir sonuç doğurur ve Sanık herhangi bir şahadet veya izahat vermezse Mahkeme Sanığın itham olunduğu suçu işlemek niyetinde olduğu bulgusunu yapabilir. (Bakınız: Yargıtay/Ceza 44/78)

 

Bir yazı edebi nitelikli eleştiri yazısı ise bu yazıda eleştirilen Devlet Yetkilisi olsa bile yazıdan istihraç edilecek bir iki cümle ile iki ülke arasındaki ilişkileri bozma kastının bulunduğunu söylemek hukuken mümkün değildir ve böyle bir yazının ceza davasına konu olmaması gerekir. Burada önemli olan yazının bütününün Sanıkların kastını ortaya koyup koymadığıdır. (Bakınız: Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 28-29/2010 D15.2010)

 

AİHM’ne göre değer yargılarının doğruluğu kanıtlanabilir değildir. Bu husus özellikle Oberschlick  ve Lingens davalarında altı çizilerek belirtilmiştir.

 

Yukarıda izah ettiğim yasal durum ışığında  özetini aktardığım şahadeti ve emareleri titizlikle inceledim. 

 

İddia Makamının 1. tanığı olan tahkikat memuru Müfettiş İsa Sevindik’in şahadetinde özetle Lefkoşa TC Büyükelçiliği’nin ilgili resmin yayınlanmasının ardından TC Cumhurbaşkanı ve TC halkının rencide edildiğine ve iki toplum arasında ilkişkilerin bozulduğuna dair yazılı şikayette bulunduğunu iddia etmesine ilgili yazı huzurumda emare yapılmadığı gibi TC Elçiliği’nden  herhangi bir kişi gelip bu yönde şahadet vermemiştir. Tahkikat memurunun şahadetini tezekkür ettiğim zaman iki toplum arasında ilkişkilerin bozulduğuna dair tespitlerini emare yapılmayan yazı üzerine oluşturduğu görülmektedir.

 

Yine huzurumdaki şahadeti tezekkür etmeye devam ettiğim zaman Sanıkların KKTC – TC arasındaki dostluğu bozmak kastıyla dava konusu kolajı yayınladıklarını hususunda huzurumda somut bir şahadet olmadığı gibi İddia Makamı tanığı olan Prof. Dr. Nuri Erişkin’ın şahadetinde dava konusu yayında Türk toplumunu veya KKTC vatandaşlarını veya Yunan halkını rencide edicek bir şeyin olmadığını net bir şekilde söylediği görülmektedir.

 

Emare 14 ve 15 belgeleri de tezekkür ettiğim zaman dava konusu yayından dolayı sanıklara bir tepki olduğu görülmektedir. Mezkur emare yazıları tezekkür etmeye devam ettiğim zaman  dava konusu kolajdan dolayı KKTC ile TC arasındaki huzur ve dostluğun bozulduğu yönünde bir içerik olmadığı görülmektedir.

 

Yukarıda diğer hususları incelerken yayının bir bütün olarak incelediğimde yayının Recep Tayyip Erdoğan’ın şöhretine veya itibarına  yönelik olmayıp, Yunanistan’daki gerçekleştirilen görüşme sonrası Yunanlıların Türklere ve/veya Recep Tayyip Erdoğan’a olan bakış açısına yönelik olduğunu ifade etmiştim. Dava konusu yayında yegane kastın KKTC – TC dostluğunu bozmak olduğu sonucuna ulaşmak ne yayının içeriğinden ne de  Mahkemeye celbedilen şahadetle mümkün değildir.

 

Sanıkların aleyhlerindeki davadan mahkum edilebilmeleri için ispatlanan olguların neticesinde ortaya çıkan kastın iki ülke arasındaki dostluğu ve ilişkileri bozmaya yönelik olduğunu ortaya koyması gerekmektedir. Halbuki yukarıda izah ettiğim gibi davanın olgularından çıkan netice sanıkların ve/veya sanık 2’nin niyetinin KKTC ve Türkiye arasındaki huzur ve dostluğu bozmak olmadığı; gazetecinin kişisel düşüncelerini aktarmadığı ve Yunanistan’daki gerçekleştirilen görüşme sonrası Yunanlıların Türklere ve/veya Recep Tayyip Erdoğan’a olan bakış açısının nasıl olduğuna ve/veya başarısızlıkla sonuçlanan görüşme sonrası Yunanlıların Recep Tayyip Erdoğan’a olan kızgınlığının veya tepkisinin izah edilmeye  yönelik olduğunun aktarılmasından ibarettir.

 

Tüm yukarıdakiler ışığında, konu yayının iğneleyici ve/veya metaforik  ve/veya alaylı görselle ve/veya  ifade ile eleştiri ve/veya hiciv niteliğinde olduğu ve/veya hiciv yolu ile ifade şekli olduğu ve Sanıkların kastının KKTC ve TC arasındaki dostluğu bozmak olmadığı şeklinde bulgu yaparım.

 

 

 

 

SONUÇ

 

Yapılan tüm bu bulgular ışığında İddia Makamının Sanıklar  aleyhine getirdiği davanın tüm unsurlarını makul şüpheden ari bir şekilde ispat etmekte başarılı olmadığından sanıklar aleyhine getirelen davadan beraat etmeleri gerekir.

 

Netice itibariyle  Sanıklar aleyhine getirilen davadan beraat ederler.

                                

                                                                                                 

                                                                                                           Cenkay Menteş İnan

                                                                                                                 Kaza Yargıcı

Bu haber toplam 8047 defa okunmuştur