1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “İster Rum olsun, ister Türk: Emeği sömürenler kahrolsun!...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“İster Rum olsun, ister Türk: Emeği sömürenler kahrolsun!...”

A+A-

 “SEVGİLİ BABACIĞIM AHMET USTA’NIN ANLATTIĞI ŞEKLİYLE BİR ÖYKÜ…”

Dr. Derviş Özer

Sevgili babacığım Ahmet Usta’nın anlattığı şekliyle gerçek bir yaşam öyküsü:

“…10 yaşında gittim şehere. Yalın ayak.  Babam götürdü,  bir mobilya ustasının yanına verdi. Usta da ustaydı ha, şimdiler bilmez, öyle ustalar yok şimdi. Bizi, ona yakın çocuğu aldı ve çırak yaptı dükkanında, babalık yaptı, terbiye etti, dürüstlüğü öğretti, zanaatı öğretti, her şeyden önce insanlığı öğretti. Akın Usta diye bilinirdi. Çocukluk yıllarımız onunla geçti. Şimdi kaç tane çırak kalfa yetiştirmişse hepsi, onu rahmetle anar. Zaman geçti ben de dükkan açtım, çıraklarım oldu. Çıraklarımdan birini her gün evinin önüne gönderirdim, evden çıkışını bana haber vesin diye. Çırağım ondan evvel gelir bana haber verirdi. Diğer ustalar önünü kesmeden ben önüne çıkar, kahvemi ısmarlar, hayır duasını alırdım. Öbür ustalara da geçerdi ama kahvesini bende içerdi. Sonra bandabuliyaya giderdi. Peşinde 2-3 tane çırağımız. Ne alırsa elinden alınır ve evine kadar taşınırdı. İşte böyle bir ustanın elinde büyüyüp ustalığı, sanatı, insanlığı öğrendik.

İlk haftalığımızı vermedi, hepimizi aldı ayakkabıcıya götürdü.  “Bana, Akın ustaya yakışmaz” dedi “ayakkabısız çırak çalıştırmak…Akın usta yalın ayak çocuk çalıştırıyor diye şeherin içinde lakırdı söyletmem” dedi ve ayakkabılarımızı aldı, sonra da bizi Ciğerci Kazım'a  götürdü, doyana kadar patlayana kadar ciğer yedirdi.

Çok büyük ustaydı. Tabii büyük ustaların da büyük müşterileri olurdu. Bu büyük müşterilerinden biri de Osman Bey’di… Köşklüçiftlik’te ilk sarı taştan evi o yaptırmıştı, bahçenin içinde kocaman sarı taştan bir bina. Karısını karşıdan alıp gelmişti. Hem de halayığıyla birlikte gelmişti Rana Hanım Kıbrıs'a. Bir deyişe göre Kıbrıslıydı ve karşıya okumaya gitmişti. Bir deyişe göre de Kıbrıs'tan garşıya göç etmişti ailesi. Garşıda  Kıbrıslı Osman Bey’i tanıyınca ona aşık olmuş ve Kıbrıs'a geri dönmüştü. Babası ona göz kulak olsun diye de halayığını yanında göndermişti.

Benim ustam almıştı  mobilya işini.  O zamanlar kalfayız. Eşyaları götürdük. Evde eşya yok, bizim ayakkabılar çamurlu. Rana hanım bizi kapıda karşıladı, kapıyı açtı, içeri girmeye çalıştık durdurdu, ayakkabılarımızı çıkarttırdı. Delik çoraplarla mermere bastık, soğuk canımıza işledi. Eşyaları kurduk ama ayaklarımızın üzerine basacak hal kalmamıştı. Resmen dans ediyorduk. Sıra cilaya gelmişti ama soğuktan ellerimizi bile kullanamaz olmuştuk. Yerlere o güzelim mermerlere cila döküldü, silmeye çalıştık ama mermer cilayı aç bir köpek gibi içine çekti ve cila dökülen mermerler berbat oldu. Rana Hanımdan korkumuzdan kaçtık. Ustaya bile söylemedik, Rana Hanım da ustaya gelip şikayette bulunmadı.

Aradan yıllar geçti, Rana Hanım’la Osman Bey’in evinde karşılaştık. Beni tanıdı ve gülmeye başladı. Osman Bey’e kahve yaptı, “Sana yok” dedi. Osman Bey sordu, “Ustaya niye yok?” diye. Rana Hanım mermerlerin halini  anlattı. Osman Bey’in mermerleri kapatmak için  İran'a halı siparişi verdiğini ve o mermerleri halı ile kaplattığını anlattı. Dayanamadım,  “Rana Hanım, ben o cilayı mermere dökmeseydim Osman Bey size İran halısı dünyada almazdı. Bakın benim sayemde İran halınız oldu" dedim. Osman Bey saatlerce güldü. Rana Hanım Osman Bey’e döndü ve beni göstererek. "Bu çocuk çok akıllı ne isterse ver, parası olsa da olmasa da ver" dedi ve bana da kahve yaptı.

Osman Bey ve Rana Hanım’la dostluğumuz böyle başladı. Osman Bey paraya önem verirdi. Hem de çok önem verirdi ve ben o 63 olaylarında yollar kapalıyken köye gidemezdim ve şeherde kalırdım. Akşamları onunla tavla oynar, saatlerce sohbet ederdim. Paranın ticaret için gerekli olduğunu, her şeyin bir bedeli olduğunu, parasız bir malın olmayacağını, ticarette emeğin değerli olduğunu ve emeğin en pahalı şey olduğunu ve hatır için bile emeğin parasız devredilmeyeceğini söylerdi. İki kuruşun bile değerli olduğunu, yıllarca biriken iki kuruşların sermayenin anası olacağını söylerdi. Veresiye malı benden başka kimseye vermezdi. Bana da verdiği veresiye mal, Rana Hanım’ın İran halıları sayesinde olmuştu.

Mağusa limanına iki gemi yaklaştığında, birisi Osman Bey’in, diğeri ise Rum tüccar Lanidis’inmiş. Gemi limana yaklaşınca Osman Bey’in bayrağını çekerse, Osman Bey’in adamları harekete geçer gemiyi boşaltırmış, Lanidis’in bayrağını çekerse, Lanidis’in adamları. Kereste, demir, çivi, cam, çimentoyu, ne gerekliyse getirirmiş gemi ve buradan Osman Bey’in deposuna ve sonra da satışa.

Osman Bey, hem okumuş, hem dünya görmüş, hem de zengin biriydi.. Lefke'deki Şeyh Nazım'ın oturduğu köy Osman Bey’inmiş. Benim bildiğim  Selimiye Camisi’nin yanındaki ada, oradaki dükkanlar ve han hepsi onundu. Zaten hemen orada, kapısında “O” ve “M”  harfleri yazan ve kapıları pencereleri hiç açılmayan ev de onundu. Lefkoşa'nın ilk apartmanı olan Foto Şık'ın, rahmetlik  Dr. Hasan Nihat'ın muayenehanesinin  olduğu apartman da onlarındı.

Neyse Osman Bey’i anlattık, ustayı da anlattık. Lafı nereye getirecen dersen, laf gelecek. Laf geleceği yere gelecek. Taş da gediğine girecek.

Yıl 1963,  toplumlar arası çatışmalar başladı. Yorgacis bir yandan,  Grivas bir yandan, Denktaş, Küçük bir yandan. Karabülük Taktagala’da vurulur, yanında Cemaliyaba vardır. Biz öyle derdik Cemaliyaba. Ne olduysa o zaman oldu . İki taraf ayrıldı. Hazır olan varillerden hat çekildi, çatışmalar, ölmeler, öldürmeler gırla gitti. Köyler yandı, binlerce insan köylerinden edildi. Çadırlar kuruldu. Yorgacis , Grivas ve Makarios, Türkler’e hiç bir yapı malzemesi sattırmamaya başladı, benzin verdirmez oldu. Gelişe gidişe izin verir, ama mal satışına izin yoktu. Lefkoşa'nın içine değil çivi sokmak benzin bile sokturmamaya çalıştı Yorgacis.

Göçmenler var, onlara ev yapacan, tamirat yapacan, bir yerden bir yere gidecen, en önemlisi mevzi yapılacak,  malzeme yok, benzin yok, hiçbir şey yok. Yahu savaşa gireceksin silahın yok, yiyeceğin yok. Eeee adama sorarlar ne bok yemeğe savaşa girdin diye.... Ama TMT çözümünü bulur. Rumlar benzini kısıtlı verir, TMT  arabaların benzin göstergelerini bozar, depo doldurulur ama gösterge dibi gösterir. Mağusa Kapısı’ndan geçen arabalar, Macila’nın benzinliğinde durdurulur, depodaki benzin sonuna kadar alınır ve arabalar tekrar benzin alışına gönderilirdi ama kereste, çimento çok sıkı kontrol edilirdi. Çivi, cam, lamarina denetimi sıkıdır. TMT, Osman Bey’in kapısını çalar, eldeki mallar tükenmiştir. İşte o zaman Osman Bey dükkanların kapılarını açar. TMT istediği kadar mal alır, mevziler yapar, evler yapar ama Osman Bey hiç olmazsa masrafın kendisine verilmesini ister. Ama kimse Osman Bey’e bir kuruş para çıkarıp vermez. Mallar tükenir Osman Bey’in para da tükenir. Belki TMT, Osman Bey’e para göndermişti ama Osman Bey’in eline bu para ulaşmaz . Osman Bey de geri kalan dükkanları açmaz. Açmaz dediysek depoların yerini söylemez. TMT, Osman Bey’in çalışanlarını sorguya çeker ama kimse Osman Bey’in mallarının yerini söylemez. Osman Bey’i alırlar sorguya, Osman Bey 60 yaşındadır  ve deponun yerini söyletmek için işkence ederler. Kış günü 24 saat soğuk su dolu bir varilin içinde işkence edilir. Ama Osman Bey bir çivinin yerini bile söylemez.

Daha sonra Osman Bey’le o gecelerden sonra (gidiş ve gelişlerin yasak olduğu gecelerden sonra) çok sohbet ettik. Eski günleri anlattık, yanından geçen adamları sesinden tanıyıp arkalarından çok konuştuk. Okumuş adamdı. Neyin ne olduğunu, kimin ne yaptığını bilirdi. 

"Kötü günlerdi be oğlum, çok kötü günlerdi. Teşkilat teşkilat değildi,  her iki tarafta da  belli insanlar vardı ve bu insanların ne yaptığı belli değildi.  Gelip istedikleri malzemeyi alıp giderlerdi. ‘Teşkilat’a yaz’ derlerdi. Ama teşkilatın haberi yoktu. Adam benden aldığı çimento ile kendi evini yaptı, teşkilata yazdırdı. Teşkilat aldı malı, belki parasını verdiler, belki vermediler ama ben beş kuruş almadım. Elimdeki mal tükendi, yerine koyacak sermaye kalmadı, bana para veren yok. Gelen teşkilat der, giden teşkilat der, benim mal gider. Bir tek ben mi kurtaracam vatanı. Canıma tak etti, vermeyi kestim. Gelip beni götürdüler, vatan hainliğiyle suçladılar, işkence ettiler ama yok, ben eminim ki benim malların parasını birileri aldı ve yedi, sonra da teşkilata yükledi ve olay ortaya çıkmasın diye de bana işkence ettiler. Ölmemi istediler, öldüresiye dövdüler.  Neyse kapandı gitti. Ama benim yediğim dayak ve soğuk su banyom yanıma kar kaldı, zaten sonra da sağlığım pek düzelmedi. Yıllardan sonra öğrendim ki Lanidis’e de aynısını yapmışlar. Bazen düşünürüm yoksa derim kendi kendime bu teşkilatlar bizim malları iç etmek için mi kuruldular."

Osman Bey anlatır durur. Osman Bey’in malı gitmiş, bizim gidecek mal yok. Bizden de emek gitti. Teşkilat bu ya, her şeyi özgürlük adına,  millet adına, vatan adına sömürdü. Benim de emeğimi sömürdü. Yıllarca çalıştım, cebimden harcadım, "Sen ne harcadın" demedi. Ben de istemedim, ama bir ay Zir Kampı’na gittim. Kadınımı, çocuklarımı bıraktım gittim, bir ay eğitim gördüm. Bize dediler ki  “Teşkilat size para verecek”. Geldim ki çocuklar sefil, kadınım sefil, kuru ekmeğe muhtaç . Bir kuruş vermemişler. Teşkilata gittim sordum. Dedim ki “Başka yerlere para vermişsiniz,  bizimle giden Lefkeliler para almış, bizim çocuklar beş kuruş görmemiş…” Üzerime saldırdılar.  “Sen kim oluyorsun da teşkilatı suçluyorsun. Sen kimsin ki teşkilata hesap soruyorsun?” dediler. Birden vatan haini olup çıktım. Daha sormadım paranın ne olduğunu. Sonradan duydum ki adıma imza atıp  paramı almışlar. Aileme ve bana bir kuruş vermemişler.

Osman Bey kendine göre çarpılmış teşkilata, ben de kendime göre. Osman Beyin keresteler, çimentolar gitmiş, bir de işkence görmüş. Ben de kendime göre, ama çok şükür ben işkence görmedim. Benim emeğimden başkası yokmuş sömürülecek.  Ben sadece emeğimin sömürülmesi ile kalmışım.

İşte böyle, sordun söyledim. Daha önce pek konuşmazdım. Ölüm yanaştı ya korkmuyorum artık, bildiklerimi, doğruları anlatıyorum. Osman Bey’in dediği gibi "Emek en yüce değerdir". Emeği sömürenler kahrolsun. İSTER DEVLET ADINA, İSTER ÖZGÜRLÜK ADINA. EMEĞİ SÖMÜRENLER KAHROLSUN. BİZİ SÖMÜRENLER KAHROLSUN….”

(DR. DERVİŞ ÖZER – TEMMUZ 2018)

 

 

 

Bu yazı toplam 2668 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar