İstihdam baskısının nedenleri...
Gençliğin sorunlarını ele aldığım bu beşinci yazıdır. Bugüne kadar gelen eleştiri ve yaklaşımlar açıkçası beni tatmin etmedi. Yine de ilgilenen okurlara teşekkür ederim.
Bugün istihdam sorununu ele almak istiyorum. Bu konuyu yazmaya başlamadan çok düşünd
Gençliğin sorunlarını ele aldığım bu beşinci yazıdır. Bugüne kadar gelen eleştiri ve yaklaşımlar açıkçası beni tatmin etmedi. Yine de ilgilenen okurlara teşekkür ederim.
Bugün istihdam sorununu ele almak istiyorum. Bu konuyu yazmaya başlamadan çok düşündüm. Önceki yazıda bir kenarından da konuyu ele aldım. Ama UBP hükümetinin hafta başı bardağı taşıran istihdam olayına daha derinden bakmak gerektiği kanaatine vardım.
Önce UBP modeli istihdamın artık bu toplum tarafından nefretle karşılandığını gördüm. Hele UBP Genel Sekreteri’nin açıklamaları tam da parmağım kör gözüme misali “biz yaparız olur” mantığıdır. Başbakan ve Maliye Bakanı ise herkesi aptal yerine koyarak “mülakat yaptık aldık” demektedirler.
Ne zaman münhal ilan ettiniz?
Bu münhallere kaç kişi başvurdu?
Mülakata kimleri çağırdınız?
Eğer varsa neden başvuranların tümünü çağırmadınız?
Neye göre elediniz?
Mülakatı kimler, hangi kurul yaptı?
Sıralama neye göre yapıldı?
Bu sorular uzatılabilir. Bunlara yanıt vermek hükümetin işidir. Ama hükümet bu konuda konuşmayacak. Parti adına Hasipoğlu da Don Kişot gibi “bakanlar istedikleri sayıyı bize bildirdi, biz de uygun olanları seçip gönderdik, zaten hep üniversite mezunlarını aldık” diyerek kendi kendilerini ele verecek.
UBP’nin bu tavrını şimdilik geçiyorum. Bu başka bir tartışma konusudur.
Ben olaya gençliğin istihdam sorunu açısından yaklaşmak istiyorum.
Ne diyor Hasipoğlu?
“Zaten hep üniversite mezunlarını aldık”.
İşte işin püf noktası buradadır.
Üniversite mezunu olmayan kaç kişi kaldı ki Sayın Hasipoğlu?
Bugün kendi çapımda bir araştırma yaptım. Bu ülkede kaç mimar-mühendis, kaç avukat, kaç öğretmen, kaç psikolog- sosyolog, kaç sosyal bilimler mezunu var.
Böyle bir rakama ulaşamadım.
Kimse bilmiyor.
Elde mezunlarla ilgili veri yok.
Ancak bazı yaklaşık veriler alabildim.
KTMMOB’ne kayıtlı 3 bin 500 civarında üye olduğunu, Barolar Birliği’ne kayıtlı bin civarında avukat olduğunu öğrendim. Bu arada DPÖ’den de faal öğretmen sayısını öğrendim. Yani tüm devlet ve özel okullarda, okul öncesi dahil, halen öğretmen olarak çalışan 4 bin 500 civarında öğretmen var.
Ama bu sayı öğretmen olup da herhangi bir işte çalışmayanları söylemez. Ayrıca öteki mesleklerde de durumun ne olduğu konusunda DPÖ’de bir bilgi yok.
Buna rağmen bu yıl yine üniversitelere binlerce öğrenci kayıt yapacak. Sonuçta da bir biçimde diploma alarak “diplomalı işsizler ordusu”na katılacak.
Yukarıda verdiğim rakamları bazı ülkelerle kıyaslamak istedim. Ancak KKTC nüfusu da belirsiz olduğu için böyle bir kıyas yapamadım.
Ama örneğin Güney Kıbrıs’ta odalara kayıtlı 10 bin civarında mimar-mühendis olduğunu bunların önemli bir kısmının da halen yurt dışında çalıştığını öğrendim.
Türkiye’de de TMMOB’ye kayıtlı 380 bin civarında üye varken, Türkiye Barolar Birliği’ne kayıtlı da 70 bin civarında avukat vardır.
Dediğim gibi kıyas yapmak için nüfus bilgilerinin gerçekçi olması gerekir. Çünkü DPÖ’nün verilerine göre 285 bin alırsanız başka, Başbakan’ın bir açıklamasında söylediği 500-600 bin alırsanız çok başka bir sonuç bulursunuz.
Planlama olmadan istihdam baskısını kaldıramazsınız:
Evet her işin başı planlamadır. Plan, program olmadan hiçbir şey yapamazsınız.
Dün eczacılar bağırıyordu. Bir üniversiteye eczacılık fakültesi açılmasına karşı çıkıyorlardı. Gerekçeleri netti. Bu ülke bu kadar çok eczacıyı kaldırmaz.
Peki avukatı kaldırır mı?
Mimarı, mühendisi kaldırır mı?
Psikolog ve sosyoloğu kaldırır mı?
Öğretmeni, özellikle İngilizce, edebiyat, beden eğitimi gibi dalları kaldırır mı?
Elbette kaldırmaz.
Tıkandı.
Hem de çoktan tıkandı.
Ama üniversiteler sınavsız öğrenci almaya devam ediyor.
Kimse dur, artık yeter demiyor.
Sınavsız aldıkları öğrencileri de öyle, ya da böyle mezun ediyorlar.
Neredeyse yetişen nüfusun %90’ı (bu konuda da net veriler olmadığı için rakamı tahmini söylemek zorundayım) üniversite mezunu oluyor.
O zaman diğer işleri kim yapacak?
Bırakın düz işçiyi, ara eleman kim olacak?
Bu işleri yapmak için Türkiye’den buraya sürekli nüfus akar. Yavaş yavaş bu alanlardan KKTC yurttaşları elini eteğini çeker. Çünkü dışarıdan gelenler hem daha ucuza, hem daha uzun süre, hem de güya daha verimli çalışmaktadır.
Böylece özellikle özel sektör yerliyi değil, yabancıyı tercih eder.
Dahası yabancının varlığı, işveren için yerliyi işten çıkarmada her zaman iyi vesile olur.
Bu durumda üniversite bitiren ve özelde çalışsa bile bunu “geçici iş” olarak gören her yurttaş siyasilere devlette istihdam baskısı yapmaya başlar.
Çünkü zaten bitirdiği okul dolayısıyla piyasada çalışmak için kendine yeterli güven yoktur. Bir de yabancı işgücü baskısı dolayısıyla o da devlette istihdamdan başka bir yol bulamaz.
Böylece bütün aile seferber olur.
Kim iktidardaysa baskı ona yönelir.
BU BASKI NASIL KALKAR?
En başta nüfusun kontrol altına alınması gerekir. Buraya kontrolsüz gelişler olduğu sürece planlama yapamazsınız.
Planlama olmadan da hiçbir sonuç alamazsınız.
İkincisi KKTC’deki üniversiteler sınavsız almayı, aldıkları her öğrenciyi de mezun etmeyi bırakacaklar.
Gerçekten mesleğe uygun mezunlar verecekler. Bunun için kaliteyi artıracaklar.
Üçüncüsü de özel sektör çalışanını koruyucu yasalar çıkarılacak. Çalışanın geleceği patronun iki dudağı arasına bırakılamaz.
Kimse 10 sene, 15 sene, hatta bir arkadaşımın başına geldiği gibi 27 sene çalıştıktan sonra kapı önüne konamayacak.
Devlet bunun önüne geçebilmelidir.
Çağdaş devlet böyle olunur.
Bunların yanına belki başka öneriler de eklenebilir. Burada asıl amaç gençlerin özel şirketlerde de gelecek görmelerini sağlamaktır.
Nüfusu kontrol eder, kapıları sonuna kadar açmaz, sağlıklı planlama yapar ve gerekli yasalarla özel sektör çalışanlarını korursanız olay kendiliğinden çözülür.
Bu yapılmazsa istihdam baskısı da artarak sürer. Kimse de önüne geçemez. Öyle arka kapıdan birkaç yüz yakınınızı işe almakla da bu sorunu çözemezsiniz.