İstiklal Caddesi’nde Terör Bilmecesi
İstanbul’da İstiklal caddesinde masum insanların katledilmesi ya da yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı terör eylemi, birçok yönüyle tartışılamaya devam edecek.
Her makul insanın talep ettiği tek şey, masum insanların ve yakınlarının artık acı çekmemesi, Türkiye’nin ve dünyanın her bucağının güvenli bir yer olmasıdır.
Türkiye ilk kez böyle bir terör saldırısına sahne olmuyor.
Sayısız örnekleri var. Kimisinde, tehlikeden habersiz bir grup sıradan insan, kimisinde ise ünlü bir yazar, gazeteci, sendikacı, akademisyen veya sivil toplum lideri hedef alınmış. Hepsinin ortak yanı masumiyetleridir.
Ama, bu kez katledilen masum kişilerin nezdinde tüm Türkiye’nin hedef alındığı anlaşılıyor.
Bu terör eylemini kim ve hangi amaçla yapmıştır?
Elbette bu soruya kesin olmayan, mantığa dayalı bazı yanıtlar verilebilir.
Türkiye’de bazı terör uzmanları bu saldırının bir örgüt işinden çok bir devlet işi olduğunu söylüyorlar.
İstiklal Caddesi’nde patlatılan bombanın üretiminin her babayiğidin harcı olmadığı, herhangi bir örgütün Türkiye sınırları içinde bunu başarmasının zorluğu ifade ediliyor.
Ama işin ilginç yanı, daha bombanın dumanları tüterken gerçekleşen bir dizi olayın taşıdığı garipliklerdir.
Birinci gariplik, ‘bu iş örgütü aşar, bu eylemde bir devler eli vardır’ diyenlerin hızla vardığı sonuçtur. Sanki Türkiye kamuoyunun bu terör saldırısına belirli bir şekilde yaklaşmasını sağlamaya çalışanlar var. Bazı köşe yazarları, bazı terör ve güvenlik uzmanları ve bazı siyasetçiler sanki daha bomba sesinin yankısı kaybolmadan bir an önce sonuca varmak istiyorlar!
İkinci gariplik, ayni çevrelerin neredeyse ‘kesin bilgi’ diyerek, hem Suriye'nin kuzeyindeki bir örgütün adını, hem de bu örgütün ABD’yle olan ve kamuoyunda çok iyi bilinen ilişkilerini hatırlatarak patlamadan ABD’yi sorumlu tutmasıdır. Hatta içişleri bakanı daha da kesin bilgiye sahip olduğunu ima ederek, ABD’li yetkililerin bombalı saldırı nedeniyle ilettikleri ‘taziyeleri kabul etmeyeceklerini’ açıklıyor. Bu acelecilik şüphe uyandırıyor.
Terör eylemini gerçekleştiren kişinin çok kısa sürede yakalanmasının ardından, ABD’nin müttefik diye nitelendirdiği bir örgüt tarafından eğitildiğinin, emri Suriye'nin kuzeyindeki örgüt yöneticilerinden aldığının ve diğer her şeyi itiraf ettiğinin açıklanması, ama bu örgütle ideolojik olarak bağlantılı olduğu varsayılan HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘kim yaparsa yapsın, terörist eylemi kınadığını’ bildirmesi, Suriye'nin kuzeyinden kimsenin eyleme sahip çıkmaması gariplikleri daha da koyulaştırıyor.
Ama belki de en önemli gariplik, T.C. içişleri bakanı Soylu’nun eylemin hemen ardından yaptığı ‘ABD’yle müttefiklik ilişkilerinin artık sorgulanması gerektiği’ne dair açıklamadır.
İstiklal’deki terör eylemiyle, birilerinin, ‘Türkiye artık güvenli bir yer değildir’ mesajını göndererek Türkiye’yi siyasal ve ekonomik bir kaosa sürüklemek isteyebileceği açıktır. Ama bunun yanında, ‘işte çok yakın ve ciddi bir tehdit altındayız’ diyerek, güvenlikçi politikaları dayatarak, özgürlükleri daha da kısmanın zeminini yaratmak isteyenlerin de olabileceği hesaba katılmalıdır.
Türkiye hükümetinin dışarıda ‘tehdit’ olarak gördüğü hedeflere daha yoğunlukla odaklaşmasını isteyebilecek oldukça fazla aktör vardır. Mesela ‘Suriye’nin kuzeyini tekrar vuralım, girip hiç çıkmayalım’ diyenler için, bu terör eylemi, bulunmaz bir fırsattır! Öte yandan, Türkiye’nin o bölgede batağa saplanmasını isteyenler için de bu ve benzeri terör eylemleri oldukça iştah kabartıcı görünüyor.
Bu terör eylemiyle ulaşılmak istenenin Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini yeniden tasarlama çabası olması oldukça güçlü bir olasılıktır. Türkiye’nin de üyesi bulunduğu NATO ve üyelik hedefiyle yaklaştığı AB’nin, Rusya ile burun buruna geldiği, Rusya’ya karşı savaş suçu suçlamalarının yapıldığı bir ortamda Türkiye’yi Batı’dan kopartacak bir hamle ne kadar da etkili olur! O nedenle ortada çok güçlü bir senaryonun bulunma olasılığı oldukça yüksektir. ABD’nin ‘müttefik’ olarak nitelendirdiği bir grubun İstiklal caddesinde bir terör eylemine girişmesi, ABD ile Türkiye ilişkilerini elbette sarsıp yıkıma götürecek niteliktedir.
İstiklal’deki terör saldırısı, Türkiye’nin seçim gündemine terör gündemine dönüştürmüş durumdadır. Aslında şimdi terör gündemiyle seçim gündemi iç içedir. Belki de amaç buydu.
Bir seçimi manipüle etmenin en kolay yolu böylece yeniden icat edilmiş olabilir.
Terör nedeniyle, seçmen tercihlerinin değişebileceğini umanların bulunması çok da şaşırtıcı değildir. Yani, kaotik bir ortamda seçim, kimi siyasal aktörlerin devre dışı kalacak şekilde baskılanması ve nihayetinde arzu edilen bir seçim sonucunun elde edilmesi.
Peki bu nasıl gerçekleşebilir?
Elbette en başta, seçim ittifaklarını sarsarak, çekim merkezi yaratan oluşumları çözülmeye zorlamayı amaç edinmiş olanlar olabilir.
Eğer bugün Türkiye’nin iktidarı ve muhalefeti arasında hassas bir güç dengesi varsa ve hatta muhalefet artık halk desteği açısından belirgin bir üstünlüğü elde etmişse, demokratik bir seçimle yeni döneme geçiş Türkiye’nin toplumsal çıkarına uygundur. Ama bu toplumsal çıkarı gözetmeyenlerin, Altılı Masa diye tanımlanan muhalefetin hanesine yönelen ve yaklaşık yüzde 10 olan HDP oylarına erişimi kısıtlamayı arzu etmeleri oldukça muhtemeldir.
İktidarın tüm seçim propagandasını Altılı Masa ile HDP arasındaki ‘açık ya da örtülü’ iş birliğine dayandırdığı bir ortamda, HDP’yle ilişkilendirilebilecek bir terör eylemi bulunmaz bir fırsattır. Buna bir de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisi eklenince, terörle seçim gündeminin birbirine karışması tamamlanmış olacaktır.