İstikrarlı Vasatlığın Getirdiği Dip Nokta
Annan Planı sonrası büyüyen benim neslim neleri değiştirebilir? Cevap vermesi gerçekten çok zor. Bir yandan hâlen umut var demek istiyorum. Gözümü açarsam, kendime umutlanabilecek şeyler bulabilirim diye bakınıyorum.
Ali Furkan Çetiner
[email protected]
Bugün içinde bulunduğumuz gündem, öylesine kötü, öylesine iç karartıcı ki aslında yıllardır şikâyet ettiğimiz düzenin bile belli bir standart içerisinde olduğunu düşünmeye başladım.
Nereden başlasak ki? Pandemi başladığından beri dikiş tutturamadık. Tüm bu olanların zirve noktası, seçilmiş başbakana darbe yapılarak başka bir bakan atanması oldu. Fakat bugünlerde görüyoruz ki seçilmiş başbakanın gitmesine sebep olan bakan beyefendi yeni başbakan ile de kavgalı. Yine buraya gelecekseydiniz üç aydır nedir yaptığınız diye soruyor insan ister istemez. İşin acı tarafı şu ki bu soruyu soracak olursak yani başladığımız noktaya neden geri döndüğümüzü sorgulayacak olursak takvimleri 1970’li yıllara kadar geri çekmemiz gerekiyor.
29 Aralık 1979 tarihli Halkın Sesi gazetesi manşeti şöyle der: “Maraş’ın açılması kaçınılmazdır...”
“Dışişleri, Savunma ve Turizm Bakanı Kenan Atakol, Maraş’taki otellerin sahipleri tarafından hizmete açılmasını öngören çağrısı karşısında Rum liderliğinin göstermiş olduğu olumsuz tepkiyi ‘otel sahiplerinin hissiyatına tercüman olmayan siyasi propaganda’ olarak niteledi…”
Maraş ile alakalı ne olması gerektiği nasıl açılması gerektiğini bir yana bırakacak olursak, benzer demeçlerin 2010’lu yıllarda da verildiğini görebiliriz. Bunun için, tarih ve bakan ismini değiştirmeniz yeterlidir. Elbette aynı kalan tek konu Maraş değil. Kıbrıs Türk gazete arşivlerini tarayan bir araştırmacı, 1980’lerde verilen bir demeç ile 1990’lı yıllarda verilen demeçlerin benzerliğini çok rahat görebilir. Sadece doksanlar değil, 2010’lu yıllara gelindiğinde de durum maalesef değişmiyor.
Tüm bu benzerliklere ve hep başladığımız yere geri gelmemize rağmen yine de belli bir standart vardı. Şeklen de olsa seçimler yapılır, birtakım işler devam ederdi. Elektrik üretimimiz çok iyi kalitede olmasa da kendi içinde belli bir tutarlılığı vardı. Ekonomi hiç iyi olmadı ama insanlar en azından belli bir standart içerisinde bir hayat sürdürebiliyordu. Gençlerin kimisi borçlanarak, kimisi belli bir süre biriktirmeye çalışarak, kimisi ailesinden bularak bir hayat kuruyordu. Maalesef, şu an ne borçlanacak durum kaldı, ne birikim yapacak hâl. Aileden ne kadar bir şey kalabileceği de ciddi bir soru işareti. Özellikle son bir senedir belimizi büken ve yüzde 150’leri aşan enflasyon rakamlarından sonra nefes alacak alan maalesef kalmadı.
Eski gazete demeçlerinde yer alan, “çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğinden yiyorsunuz” cümlelerinin gerçek olduğu günlerden geçmekteyiz. Geleceğimizden yediler. Meseleyi bir nesil kavgasına çevirmek istemem ancak 45 yaş üzeri olan herkes bu geldiğimiz sonuçta nasıl bir payı olduğuna bakmalıdır. Daha detaylı olarak gündemi anlatmaya, durumların ne kadar kötü olduğunu söylemeye gerek yok. Hepimiz birebir yaşıyor ve hissediyoruz. Peki ne yapmalı?
Efsanevi rock grubu Moğollar’ın şarkısında söylediği gibi, kesinlikle bir şey yapmalı. Ancak Elektrik Kurumunda 80 milyon liraya yakın hırsızlık yapıldığının söylendiği, belediye seçimlerinin ertelendiği ve geçinemediğimiz koşulların yaşandığı bir ortamda halk ciddi bir sessizlik içerisindedir. Bu sessizlik umutsuzluk ve kaçış planı sessizliğidir. Şu anda becerebilen, yapabilen herkes gitmeye çalışıyor. Yurt dışında okuyan başarılı gençlerimiz zaten dönmüyordu ama artık burada bir şeyler yapmaya çalışanlar da gitmenin peşindeler. Artık, Güney’de garson, resepsiyon görevlisi, barmen, barista, inşaat gibi işlerde çalışan birçok gencimiz var. Daha uzakları tercih edenler ise Hollanda, İspanya ve Portekiz kapılarını zorluyorlar. İngiltere hâlen revaçta olan bir seçenek.
Peki, gitmek dışında bir şey yapabilir miyiz? Belki olabilir ancak yalnız başımıza yapamayacağımız çok açık. Örgütlenmeliyiz. Ama nasıl örgütlenmeliyiz? Ne için örgütlenmeliyiz? Yapabilir miyiz? Bilmiyorum. Bunların hiçbirine net bir cevabım yok. Ama yalnız olmaz, onu biliyorum. Parlak beyinlerin birer birer gittiği bir ortamda, daha da yalnızlaştığımızı kabul etmek lazım.
Annan Planı sonrası büyüyen benim neslim neleri değiştirebilir? Cevap vermesi gerçekten çok zor. Bir yandan hâlen umut var demek istiyorum. Gözümü açarsam, kendime umutlanabilecek şeyler bulabilirim diye bakınıyorum. Ancak, vasatlık ve kötülük dalgası o kadar güçlü ki umutlanabileceğimiz kırıntıları savurup götürüyorlar. Yine de, bu yazıyı bir şiirle bitirmek istiyorum. Çünkü, şiir varsa hayat pırıltısı da vardır.
“Bu nar ne kırmızı!
Ne çekici dalında!
Çatlayınca dağılan taneler
Aklım fikrim düşüncem
Çocukluğuma inen hançer.
Ben parçalanmak için doğdum.
Böyle tek parça...” – Aliye Ummanel