İtalya’dan coşkulu müziğiyle insanları birleştirmeyi çok iyi başaran bir grup: Mefisto Brass
Yeni EP’leri Totem’in Avrupa Turu kapsamında Kıbrıs’ta sahne alan grup dinamik programları ile her yaştan misafiri oynatmayı başardı. Biz de YENİDÜZEN olarak grubun trampetçisi Fabio Danusso ile buluşarak keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Murat OBENLER
Giacomo Bertazzoni , Lorenzo Faraò , Niccolò Pozzi , Fabio Danusso ve Davide Turolla’nın müziğine kayıtsız kalamıyorsunuz. Müzik başlayınca seyircilerden kimisi ayağa kalkarak gruba eşlik ediyor büyük bir kesimi ise müziklerle dans ederek başka bir boyuta zıplıyor. Gerek bahçede, kırda veya sokakta gerekse sahne üzerindeki konserlerde olsun bu gerçek değişmiyor. Konservatuvarda çoğunluğu caz eğitimi alan 5 genç İtalyan, insanları müziğin coşkulu, keyifli, hareketli türlerini kullanarak biraraya getirme hedefiyle 2019’da kurdukları Mefisto Brass ile Kıbrıs’taki Windcraft Festivali’ne konuk oldular. Yeni EP’leri Totem’in Avrupa Turu kapsamında Kıbrıs’ta sahne alan grup dinamik programları ile her yaştan misafiri oynatmayı başardı. Biz de YENİDÜZEN olarak grubun trampetçisi Fabio Danusso ile buluşarak keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
“Yani farklı müzikal geçmişlerimiz var ama bu proje ile herkes yeteneklerini bu işe konsantre etti ve çok da güzel bir güçbirliği, işbirliği, müzikal birliktelik oluştu.”
Grup 2019’da kuruldu ama ben müzisyenlerin geçmişleri de biraz öğrenmek istiyorum. Nasıl müzikal geçmişlerden geliyorsunuz?
Fabio Danusso: Farklı müzikal geçmişlerden gelen müzisyenlerden oluşan bir topluluğuz. Ben örneğin Milan Konservatuvarı’nda caz davulculuk eğitimi aldım. Grupta trampet çalıyorum. Suzafon çalan Niccolò Pozzi ise caz eğitimi (trampet enstrümanı) aldı. Bas davulcumuz Davide Turolla eskiden gitar çalan birisiydi. Saksafoncumuz Konservatuvarda obua enstrümanı üzerine eğitim aldı, diğer saksafoncu arkadaşımız birçok enstrüman çalabilen bir geçmişten geliyor. Mefisto Brass projesi bariton saksafoncumuz Lorenzo Faraò ve suzafon çalan Niccolò Pozzi’nin fikriydi ve Milan’da bağımsız bir brass grubunda çaldıkları sırada jam sessionlarla başlayan çalışmalar bu günlere kadar uzandı. Yani farklı müzikal geçmişlerimiz var ama bu proje ile herkes yeteneklerini bu işe konsantre etti ve çok da güzel bir güçbirliği, işbirliği, müzikal birliktelik oluştu. Hepimiz konservatuvarda eğitim almamıza rağmen bu proje sokaklarda doğdu ve jam sessions ile ilk tohumları atıldı.
“Biz sokakta doğduk ve sokağı çok seviyoruz. Sokakta insanlarla rahatça, samimi bir şekilde ilişki kurabiliyorsunuz.”
Sokak grubu dediğiniz tam olarak neye karşılık geliyor?
Bizler şu anda sahnede birçok mikrofon vs. ekipmanlar kullanıyoruz. Ama biz sokakta doğduk ve sokağı çok seviyoruz. Sokakta insanlarla rahatça, samimi bir şekilde ilişki kurabiliyorsunuz. Geçen ay İsviçredeki Busker Festivali’nde sokakta birçok performans gerçekleştirdik ve insanlarla çok sıcak bir etkileşimimiz oldu. Kıbrıs’taki çaldığımız Windcraft Festivali de bizler için çok özeldi çünkü doğayla iç içesiniz, birçok insan sizin müziğinizi dinlemek için bu köye (Katydata) geliyor ve çok iyi bir şekilde müziğimizi karşıya yansıtabildik. İnsanlar bütün gece müziklerimizle dans etti. Daha sonrasındaki jam sessions da harika geçti. Buradaki kitle gerçekten müziği çok iyi hissediyor ve atmosfere giriyor. Tabi kulüp tarzı müzikler de yapıyoruz ama bizim ana tercihimiz sokaktır. Her iki türde şovlar yapıyoruz. Yani çok sevdiğimiz sokak ve teknik-dijital elementleri fazla olan kulüp müziğini dönüşümlü olarak icra ediyoruz.
Senin bu ilk grubun mu yoksa bu proje sadece kariyerinin bir noktasına mı denk düşüyor?
Ben 13 yaşında bir davulcu olarak bu işe başladım. Birçok grupta çaldım ama Mefisto Brass için profesyonel bağlamdaki ilk grubumuz diyebiliriz. Çünkü bir yapım şirketi ve yapımcı ile çalıştık. İki EP çıkardık. Bu projede olmaktan dolayı çok mutluyum. Bu grubun birçok tur programı oluyor.
Grubun üyeleri Milan ve çeperindeki bölgelerden olduğuna göre bölgenin kültürel ve karakteristik özelliklerini de taşıyor musunuz? diye sormak isterim.
Milan, Kuzey İtalya’nın en önemli şehri ve çok turistik bir şehir. Çok kültürlü bir yapısı var ve Avrupa ile bağları güçlü olan, Avrupalı değerlerin hakim olduğu bir şehir. Orada yaşamak kolay değil çünkü kiralar, ücretler ve hizmetler de çok pahalıdır. Halk olarak ünlü (özellikle moda alanında) bir şehir olmanın zorluklarını çekiyoruz. Bu pahalılıktan dolayı buranın bir kısım yerli halkı şehirden ayrılmayı da göze alarak başka yerlerde çalışarak kendilerine başka hayatlar kuruyorlar.
“Öncelikli olarak bu projede çalma konusunda prensip kararımız var ama başka gruplarda da çalıyoruz. Tek bir türe/gruba bağlı kalmak sıkışmanıza neden oluyor”
Müzisyen olarak(ekonomik boyut) hayata tutunabilmek çok zor. Mefisto Brass sizlerin tek müzik yaptığınız grup mu yoksa aynı zamanda başka gruplarda da çalıyor musunuz?
Önümüzde gelecek birçok konserler dizisi var. Öncelikli olarak bu projede çalmak konusunda prensip kararımız var ama başka gruplarda çalmaya da devam edebiliriz hatta çalıyoruz. Örneğin bariton saksafoncumuz Lorenzo, Addict Ameba adlı Afrobeat türünde müzik yapan bir kollektif grupta da çalıyor. Tenor saksafoncu Giacomo Bertazzoni ve Davide (çok enstrüman çalıyor) birlikte Fanfare Balkanika’da çalıyorlar. Ben de caz gruplarında çalıyorum. Tek bir türe ve gruba bağlı kalmak sizin sıkışmanıza neden oluyor o yüzden farklı tür ve gruplarda müzik yapıyoruz.
Senin en çok sevdiğin, en çok müziğinden ilham aldığınız grup(lar) nelerdir?
İlk başlarda Alman brass grubu Meute adlı gruptan çok etkileniyordum. Bizim yaptığımız tekno-brass müziğinden İtalya’da çok yaygın değil ama Fransa, Almanya, ABD gibi ülkelerde çok iyi gruplar var.
“İtalya’da küçük havai fişeklerin patlatılmasına Mefisto diyoruz. Bizler de müziğimizle bir nevi insanlardaki duyguların, coşkunun, mutluluğun dışa taşmasını arzuluyoruz.”
Mefisto adını nasıl aldınız? Şeytani meselelerle bir bağlantısı var mı grubun isminin?
Biz İtalya’da küçük havai fişeklerin patlatılmasına Mefisto diyoruz ve grubun adı da oradan geliyor. Bizler de o havai fişeklerin patlatılması gibi müziğimizle insanların eğlenmesini sağlamayı, müzikler ve dans ederek coşmasını, bir nevi duyguların, coşkunun, mutluluğun taşmasını arzuluyoruz.
Repertuarınıza bakacak olursak farklı tarzların (elektronik, tekno, Balkan vs.) harmanlanmasını görüyoruz. Siz kendi müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
Besteleme aşamasında aslında jam sessions ile başlıyoruz ve bunu kaydediyoruz. Kafamıza
herhangi bir fikir gelirse ve onu beğenirsek onu da kaydediyoruz ve en iyilerini seçerek son bir kayıtla parçayı ortaya çıkarıyoruz.
“En güçlü yanımız seyirci ile çok hızlı iletişim kurmak”
Sizin topluluğun kendine özgü özelliği nedir? Diğer gruplardan ayrılan karakteristik özelliğiniz var mıdır?
Bizim en güçlü yanımızın seyirci ile çok hızlı iletişim olduğunu düşünüyorum. Seyirci çok hızlı müziğimize dönüş yaparak dans etmeye, hareket etmeye başlıyor ve hızlıca eğlence atmosferine girerek stresten uzaklaşıyorlar. Müziğin rehabilite eden özelliğini de unutmamak lazım. Müziğimizle insanları bir nevi keyifli trans hali gibi bir kafaya da sokarak birlikte eğlenceye giriş yapmalarını sağlamaya çalışıyoruz. İnsanların aynı müzikle birbirlerine bağlanmaları ve birlikte eğlenmeleri çok değerli. Zaten biz evrensel bir müzik yapıyoruz ve söz olmadan müziğimizi icra ediyoruz. Diğer grup üyelerinden ayrı olarak kendi fikrim İtalyan olarak melodi ile derin bağlantılarımız olduğu ve Akdenizli olarak (ortak özelliğimiz) bu melodikliğe çok kullandığımızdır.
Doğaçlama-emprovize ise caz müziğinde de kullanıldığı gibi sizin sahne performanslarınıza da yansıyor. Emprovizasyon müzisyene bir özgürlük ve kendini ifade etme alanı sağlamıyor mu?
Hepimiz doğaçlamayı seviyoruz ve caz eğitimi alan müzisyenler olarak her zaman doğaçlama kullanıyoruz. Bazen sahne üstünde yaptığımız müziklere uzun doğaçlamalarımızın damga vurduğu da oluyor.
İki adet EP’niz var. “Amhardcore” ve “Totem”. Birisi daha yeni doğan grubun yeni albümü diğeri de daha yakın zamanlardan. Neler var bu EP’lerde?
İlk EP’mizi “Amhardcore” adıyla covid sürecinden hemen önce kaydettik. 2020 tarihindeki ilk EP’mizde sokakta çaldığımız şekilde stüdyoya girip canlı kaydettiğimiz şarkılar var. Mart 2024’deki yeni EP’mizi bir yapımcı ile yaptık. Müziğimizi daha enerjisi yüksek, daha teknik olarak iyi, daha güçlü nasıl yapabilirizi düşünerek yapımcı arkadaşımız Stefano Lascone (Crono Sound Factory) ile enstrümanlarla kayıtları yaptıktan sonra post-productıon safasında bayağı çalıştık. Tur programı için de menejerimiz Carmelas ile yola devam ediyoruz. İtalya dışında Hollanda, İngiltere ve Almanya’ya da gideceğiz.
Söz yok dediniz ama Lorenzo bir el megafonu ile eylemlerdeki liderler gibi bir şeyler söylüyor. Bu megafonun etkisi nedir? Ciddi bir durum mudur sizin sahneniz için yoksa o da Lorenzo’nun doğaçlamaları mıdır?
Sokaktaki müziğimizde Lorenzo megafonu duyuru vs. için kullanıyordu. Şimdi ise biraz şaka da yapmak biraz siren ve farklı seslerini de yaratmak için megafonu kullanmayı sürdürüyor. Megafon da bizim grubun bir enstrümanı oldu.
“Windcraft Festivali’nde olduğu gibi jam sessions da birçok farklı müzisyen ile sokakta birlikte müzik yapmamıza vesile oluyor. Müzik insanları birleştiren en güzel şeylerden birisidir. Köyün papazı bile bize davul ile eşlik etti.”
Grubunuza başka müzisyenleri de alıyor musunuz veya başka müzisyenlerle de EP doldurmayı düşünüyor musunuz?
Evet zaman zaman müziğimizi bilen müzisyenler sahneye gelip bize eşlik ediyor. Üflemeliler ve perküsyon en çok sahnede misafir olarak gördüğümüz enstrümanlardır. Buradaki Windcraft Festivali’nde olduğu gibi jam sessions da birçok farklı müzisyen ile sokakta birlikte müzik yapmamıza vesile oluyor. Hem birlikte sahneyi/sokağı paylaşıyoruz hem de yeni dostluklar kuruyoruz. Seyirciler de müziğe katıldı. Hatta köyün papazı da davulu ile bize katıldı. Müzik insanları birleştiren en güzel şeylerden birisidir. Festival direktörü Elli Michael’e de bir kez daha misafirperverliği, müthiş organizasyon ve sorunlarımızı çözmek için gösterdiği üstün gayretler için çok teşekkürler.