1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. İtirazlara rağmen tarihi Kormacit İlkokulu yıktırıldı!...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

İtirazlara rağmen tarihi Kormacit İlkokulu yıktırıldı!...

A+A-

Kıbrıslımaronitler’in hatıralarını barındırıyordu... Yıkılmasına karşı Kıbrıslımaronitler 600 imza toplamıştı...

Kormacit’te (Koruçam) Kıbrıslımaronitler’in tarihi Kormacit İlkokulu, şiroyla yıkıldı... Tarihi Kormacit İlkokulu yıkılarak yerine bir “toplum merkezi” inşa edilecek ve bu da Avrupa Birliği fonları ile yapılacak. Kormacit’te bu ilkokula gitmiş olan pek çok Kıbrıslımaronit, ilkokulun kurtarılabileceğini, müze olarak kullanılabileceğini belirterek okulun yıkımına karşı çıkmış ve gerek AB, gerek İki Toplumlu Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Teknik Komitesi, gerekse Maronitler’in temsilcileriyle temasa geçmişler, 600’den fazla imza toplamışlardı. Ancak onları dinleyen olmadı ve tarihi ilkokul, şiroyla yıktırıldı...

s3-128.jpg

Kormacit İlkokulu mezunlarından George Kasabis, bu sayfalarda da yer verdiğimiz yazısında, 1961 yılında faaliyete geçen Kormacit İlkokulu’nun Kıbrıslımaronitler’in hatıralarını barındırdığını, Kormacit’te kalma mücadelesinin simgelerinden biri olduğunu belirtmekteydi...

Ancak Kıbrıslımaronitler’in bir başka bölümü, okulun yıktırılmasından yanaydı... Nihayetinde, okulun yıkımına karşı çıkanları dinleyen olmadı.

Grup, bağımsız bir uzmanlar grubunun, okulun kurtarılıp kurtarılamayacağı konusunda inceleme yapmasını da talep etmişti ancak bu konuda da onları dinleyen olmamıştı...

Kıbrıslımaronitler’den Pavlos Nakuzi, sayfamıza aldığımız okulun şiroyla yıkılma anını gösteren fotoğrafı sosyal medya sayfasında paylaşırken şöyle yazdı:

“Halen Kormacit İlkokulu’nu yıkıyorlar...

Bu okulun bir bölümün olsun korunabileceği ve bir müze olarak kullanılabileceğine ilişkin söylenenlerle ilgili herhangi bir bilimsel araştırma yapmaksızın yapıyorlar bunu... Yalnızca siyasi hedeflerini tatmin etmek maksadıyla yapıyorlar... Ne büyük utanç!”

George Kasabis ise çeşitli Avrupa ve Kıbrıs yetkililerine göndermiş olduğu mektupta özetle şöyle dedi:

***  Dün (7 Eylül 2021) Avrupa Birliği’nin iyi dilekleriyle bir suç işlenmiştir. İlgili yetkililerden herhangi bir onay alınmaksızın, tarihi okulumuz yıkılmıştır – bu, kurumların ve bireylerin yanıltıcı bir tuzağı sonucu gerçekleştirilmiş ve Avrupa Birliği’nin sorumlu yetkilileri de açıktır ki onlarla işbirliği yapmıştır.

***  Kıbrıs Parlamentosu’na, Eğitim Bakanlığı’na ve Avrupa Birliği’ne çağrılarımıza karşın, adalet ve uygarlık için mücadeleye katılmak için hiç kimsecikler adım atmamıştır.

***  İnsanlara ve adalete hizmet etmek üzere maaş alıyorsunuz ancak bu durumda sınıfta kaldınız çok kötü biçimde ve çok acı çekmiş olan bir toplumun hayatta kalma mücadelesinin en önemli sembolünün yitip gitmesinden tümüyle sorumlusunuz. Dün, Avrupa Birliği, Kıbrıs hükümetinin sessiz işbirliğiyle birlikte, tarihi anıtları yok eden Taliban kulübüne katılmış durumdadır... Başarılarınızın keyfini çıkarınız!


KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“Mehmet Şefik, keskin zeka buluşlarıyla tanınıyordu...”

s2-247.jpg

Ulus IRKAD

Değerli araştırmacı-yazar Ulus Irkad, Mehmet Şefik’in vefatının 18inci yıldönümünde, Mehmet Şefik’le ilgili hatırladıklarını paylaştı. Ulus Irkad, şöyle yazdı:

“VEFATININ 18. YILINDA MEHMET ŞEFİK'İ NASIL TANIYORDUM?

Mehmet Şefik'i bundan en az 60 yıl önce Baf Kurtuluş Lisesi'nde de hatırlamaktayım.

Mehmet Şefik espiritüel cevapları ve keskin zekasından kaynaklanan cümle buluşlarıyla o zamanlarda da arkadaşları arasında yer etmişti. Arkadaşları arasında İbrahim Gutto, Talat Refiker, Özkul Özdevim ve daha birçoğunu hatırlıyorum. Öğretmenlerine karşı saygılı ama zaman zaman da keskin zeka buluşları ile espritüel cevapları ile de tanınıyordu. 1967 yılında zar zor bulduğumuz evimize eşyaları taşımak için babam rahmetli Hüseyin Irkad, öğrencisi olan ondan ve arkadaşlarından yardım istemiş ve hemen yardımımıza koşmuşlardı.

Mehmet Şefik 1974 yılında Baf'ta mıydı yoksa o sırada Türkiye'de eğitimde miydi tam olarak hatırlayamayacağım ama 1974 sonrasında her karşılaşmamızda ideolojik ve felsefi konuları bulunduğu ortamlarda açar ve tartışmak isterdi.

Birkaç defa 1977 veya 1979 yıllarında karşılaştığımızda bu gibi konulardan açıp konuştuğumuzu ve de mesela SSCB, AKEL ve EDEK konularını dile getirerek bu partilerin sol mu yoksa sosyal demokrat mı olduklarını tartışmak istediğini söyler ve ben de ona düşüncelerimi açıklar, bu partilerin geçmişte niye “Enosis” konusuna direnemediklerini devamlı eklerdim. Sanırım Savcı olduktan sonra da birkaç defa buluşmuştuk.

Baf'ın eski ailelerinden eski gümrükçü Şefik efendi ile Ganiyanımların oğluydu. Her zaman için aydın olan insanlara örnekti. Mehmet Şefik'in huzurunda saygıyla eğiliyorum. Yeri doldurulmaz saygıdeğer bir aydınımızdı.”


BİR KİTAP...

“Yani Vlastos: Çengelköy’de 6-7 Eylül Pogromunun Hafızası...”

s1-286.jpg

Melike Karaosmanoğlu

Kıymetli yazar Yani Vlastos’u 2017 yılında kaybettik. Onun İstos Yayınlarından çıkmış “Baba Konuşabilir Miyim?” adlı kitabını okuyanlar eminim ki anlatımındaki akıcılığı ve içtenliği hemencecik fark etmişlerdir. Her şeyi aynı kitabındaki gibi içtenlikle aktaran hoşsohbet bir insandı Yani ağabey.

Hem kendisini tanımış olmaktan ne kadar mutluluk duyduğumu, hem de ona yapılan haksızlıklara, sözlü ve fiziksel saldırılara ne kadar öfkeli olduğumu her fırsatta dile getirmişimdir. Bu kadar kötülüğü kim hak eder?

Evet, 1979 yılına kadar doğup büyüdüğü göz bebeği İstanbul’unu terk etmemek için çok direnmişti. Rumca konuştuğu için fiziksel saldırıya, hakarete uğramıştı Yani ağabey. Kendi çocuğu aynı şeyleri yaşamasın diye gitti buradan.

Ama İstanbulsuz da kalamazdı. Her fırsatta ziyaret etti şehri, sevdiklerini, dostlarını. Yaşamının sonuna dek iyisiyle ve kötüsüyle sevdi bu kenti. Bize bıraktığı güzel izlerle onu anarken, 6-7 Eylül pogromunun ona bıraktığı acı izleri hatırlatalım.

6-7 Eylül 1955’te Ne Oldu?

Yani Vlastos o yıl 12 yaşında ilkokulu yeni bitirmiş bir çocuktu. Çengelköy’de yaşıyorlardı. Daha ilkokuldan mezun olmadan İstanbul’un en iyi okuluna girmeye karar vermişti. Hayali; imtihana girip Robert Koleji’nde okumak, yabancı dil öğrenmekti. Tüm yaz hem sınava hazırlanmış hem de babasını ikna etmeye çalışmıştı. Zira babası için Yani’yi o koleje göndermek oldukça masraflıydı. Yani imtihanı kazandı, babası parayı tamamladı. Günler çok güzeldi, 6 Eylül’e kadar.

Eylül ayının bulutlu ve soğukça bir akşamı babasıyla birlikte Galata Köprüsünden Çengelköy’e giden vapur iskelesine yaklaşırlarken seyyar gazetecinin sesini işitmişlerdi. Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalanmıştı.

Çengelköy’e vardıklarında ise ortamın çok gergin olduğunu, etraftaki insanların davranışlarının tuhaflaştığını fark etmişlerdi. Tanıdıkların selamı değişmişti. Yine de endişelenmek akıllarından geçmemişti. Eve varıp yemek yedikten sonra

“Biz daha odaya geçmeden oda pencerelerinden birinin camını kıran irice bir taş oturma odamızın tam ortasına düştü. Daha ne olduğunu anlamadan ilk taşı, evin yola bakan bütün pencerelerinin camlarını paramparça eden bir taş yağmuru takip etti.” diye anlatmıştı Yani Vlastos kitabında.

O şaşkınlık haliyle bodruma saklanmışlardı. Dışarda ise evler kırılacak cam kalmayana kadar taşlanırken, içeriye giren gruplar da odalardaki eşyayı kullanılamayacak hale getiriyor, bazı eşyaları ise çalıyorlardı.

Bodrumdaki sessiz bekleşiyi Türk komşunun sesi bozmuştu. Onları evinde saklamak istiyordu. Evin oğlu da Yani’nin arkadaşıydı. Hep birlikte komşularına sığındılar. Evde ne kadar “rahat” olduklarını da Vlastos’un satırlarından okuyalım:

“Annesi her ne kadar bizi kurtarmak için evine çağırdıysa da olanlardan çok etkilenmiş, Atatürk’ün evini bombalayarak bu geceye sebep olan Yunanlılara ve Kıbrıslı “Rumlara” ateş püskürüyordu. Cevap vermek bunlarla ilgimizin olmadığını söylemek haddimize mi?”

Halbuki Atatürk’ün evine o bombayı Selanik’te üniversitede okuyan Oktay Engin isimli bir öğrenci koymuştu. Amaç kışkırtmadan başka bir şey değildi. Olaydan sonra Türkiye’ye kaçan Oktay Engin Çankaya kaymakamlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Siyasi İşler Müdürlüğü, Nevşehir Valiliği yapmıştır.

Çengelköy’de 6-7 Eylül

O geceyi komşuda geçiren Vlastos ailesi evlerine döndüklerinde eşyaların ya kırıldığı ya da çalındığı gerçeğiyle karşılaştılar. Ve Çengelköy’deki evlerini uzun bir süre geri dönmemek üzere terk ettiler.

Yaşanan tüm bu dehşete dair iki şeyin altını özellikle çizmişti Yani Vlastos. Birincisi evleri taşlayan ve türlü şiddet olaylarına karışanların çoğunlukla tanıdıkları simalar olması. Her sabah alışveriş ettikleri, selamlaştıkları kişilerdi onlar. Diğeri ise oyuncak dükkanı yerle bir edilmiş olan dayısının o karmaşa içinde bulduğu özel yapım sopalardır. O sopalar belli ki bu iş için özellikle üretilmişti. Pogromun çok önceden planlanmış olduğu oldukça açıktı.

Günümüze gelecek olursak, 6-7 Eylül pogromuna dair henüz resmi bir yüzleşme yapılmadı. Failler cezalandırılmak bir yana ödüllendirildi. Cezalandırılmayan, özür dilenmeyen, mağdurların zararı tazmin edilmeyen suçlar o kadar sinsidir ki her an yeniden ortaya çıkmayı bekler. Dün Rumca konuştuğu için darp edilen vatandaşın yerini bugün Kürtçe konuşan alır, dün bakkalı talan edilen Rum’un yerini Suriyeli göçmen alır. Cezasızlık şiddetten ve tarihin utanç defterini doldurmaktan başka hiçbir şey getirmiyor. Bir daha asla sözü anlamını yitirmesin artık. Adalet geç de olsa gelsin.

(AVLAREMOZ – Melike KARAOSMANOĞLU – 6.9.2021)

 

 

 

Bu yazı toplam 1447 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar